Perçin

Kum saatine bir isyandı kelimelerimden Eyfel Kulesi inşa etmek. O dev yapıya ne kadar benziyorsun kalemim. Sevgi kokan kelimeleri hiç üşenmeden gökyüzüne doğru perçinlemek sanki bütün işin. Dik dur dedim yüreğime. Hamallık eyvallah da kambur etme fazladan taşıdığın her yük için yüreğini. Ne zaman biraz şımaracak olsam, domino gibi yıkıp kulelerimi yeni kelimeler ararken buluyordum kendimi. Emeklerin yapboz olduğu girdaplara düşüyordum. Ama en nihayetinde fabrika ayarlarıma dönüp zihnimdeki yeni açılımları keşfe koyuluyordum. Kendimi okuyup anlamayacaksam, acımı, hüznümü, sevinçlerimi eteğime döküp terazileri sallamayacaksam hayatın kıyısında köşesinde hissettiğim şey sadece 'sıkışmışlık duygusu' olacaktı.
Zorluklar; anları, duyguları, insanları kıymetli kılar. Çünkü sınavdan geçersiniz. Bütün eksiklerinize rağmen sizi siz olduğunuz için, sizi insan olduğunuz için içten bir sevgiyle sevenlerin duruşunu görürsünüz uçurumlarda. Kelimelerin yerini bu defa tarifsiz kördüğümler alır ve yüreklerin perçinleşmesini tecrübe ederiz mekansız, zamansız bir biçimde...
Kurduğumuz bağların perçinlenmesi ya da kopuşlar zaman isteyen; köprülerden, engebelerden, insanlardan geçtiğimiz bir çetin süreçtir. Dut ağacını silkelerlerdi ben küçükken mahallemizde. İlişkiler de böyledir biraz. Gözlerimizin açılıp silkelenmemiz, hadiseleri bütün teferruatıyla inceleyebilmemiz, titizlik, gözlem ve tecrübe istiyor. Tecrübeler ise; hatalar yaptıkça, almak vermek dengesini azaltıp çoğalttığımız, fazla abarttığımız anlarda bir tokat gibi yüreğimize yapışan o mor dövmeyi andırıyor. İster mor güller denilsin bu silleye istersek ihanet, darbe vs. hepsi aynı kapıya çıkıyor. Morardıkça, morglarla sınandıkça büyüyor ve güçleniyoruz. Bakış açımız değişiyor ve direnç kazanıyoruz. Vurgun yediğimiz yerden mor güller açıyoruz adeta. Şimdi düşünüyorum da; olaylara, insanlara bir ömür aynı içtenlik ve saflıkla baksaydım maskelerin ardındaki gerçeklikleri ve kendimle yüzleşmenin acı ama öğretici güzel yanlarını hiç fark etmeyecektim. Bir hayat öğretisi olarak şunu fark ettim ki; en çok kendimi sevmeyi öğrenmek için geldim kendime, bedenime, yüreğime...Bütün savruluşlarım, değerlilik duygusu sınavım, insanların ben onları sevince duvarlaşması, kendime dönüşüm ve en sonunda betonarmeden içimdeki doğaya yüzümü dönüşüm. Hasılı hepsi benim kendi dönüşümüm temelde. Bundan sana ne diyeceğim ama benim kendimi sevmem seni de ilgilendiriyor. Çünkü sen de kendini sevmeyen birisini sevmek istemezsin...
Gündelik hayatta sorun yaşadığım insanlara baktığımda bir noktada aslında onların kendileriyle sorun yaşadıklarını fark edişim geç kalınmış bir tecrübe mi ey kendim diye sormayacağım artık. Çünkü bu sorunsallığı iliklerime kadar kanıksamış bir insanım insani ilişkilerde. İnsanları sorunlarıyla kabullenmek buna da eyvallah ve fakat kendiyle sorunlu insanlar için sizin onları sevip kabullenmeniz bile ayrı bir sorun olabiliyor. Sevgi görmemiş, toprağı hep çiğnenmeye alışmış, dost yüzleri yerine düşmanlık görmüş, kaosu seven insanlar acaba onları sevmenize tahammül edebilecekler mi? diye de sormayacağım ey kendim.
Bırak herkes istediği kendisini yaşasın ve kendiliğinden perçinlensin bağlar ya da kopsun. Sen al eline en sağlam duruşunu, kuleni sağlamlaştır, içine de kendini hapset çünkü senin zindanına ancak sen katlanabilirsin. Ve yine senin zindanında nefes alamayanları kendine aitmiş gibi düşünmeyi bırak ey gönlüm.
Sertap Erener şarkısı ile kulede birbirine perçinlenmiş kelime dansını sona erdirebiliriz. Ne diyordu şarkıda bundan yıllar önce;
Aldırmaa...