Roma'da Ölmek Başkadır

Şu zamana değin kim olduğum, yaşadıklarım olmasaydı kime dönüşebileceğim, arî kaldığımda ne olduğum, hangi sıfatın adımın önüne gelmesi gerektiği, varlığımın uzdilliliğini nasıl ortaya çıkarabileceğim, yaratıcının gözünde neye benzediğim, nerede olduğum ve bunlarla çok yakından ilintili mevzu bahislere cevap verebilmek daima peşinde olduğum, pençeme takmaya çabaladığım bir gaye idi.


Günlerce kafamı bulandıran, alaşağı eden bu sorularla boğuşurken an be an; yorgunluktan attığımda kendimi geçici tabutuma, ansızın devasa bir ışık huzmesinin odamı kör karanlığa bürüyüp bedenimi parçalamaya başladığını fark ettim.

Vezüv yanardağının eteklerindeydim; yalnız değildim. Birinin sırtını rahatlıkla seçebiliyordum; elleri ceplerindeydi; bana doğru döndü. Bu yaratıcı olmalıydı. Suratında daha önce bir benzerini görmediğim bir ciddiyet soluyordu.

' Gör ' dedi, daha önce bir benzerini duymadığım o billûr, güzel sesiyle.

Bundan yüzyıl; belki milyon yıl önce Avrupa'ya bütünüyle hükmeden bir imparatorluk vardı. Roma İmparatorluğu. Krallar, soylular, asilzadeler, gladyatörler, köleler, estetiğin sembolü kadınlar, tüccarlar ve pek çoğu. Tek bir tanrıya inanmaksızın yaşamlarını- şimdi biz nasıl sürdürüyorsak- sürdürüyorlardı aşık olarak, dua ederek, ağlayarak, hükmederek, zulm ederek, hizmet ederek, satın alarak...
İnsanlığın ikinci ya da üçüncü kuşak atalarıydı bu insanlar. -Kronoloji ile pek alakam yoktur- Pompeii'ye yaptığım bu ziyarette bile bu insanların kaçıncı kuşaktan olduklarını tahmin etmek benim için zordu.
21.yy insanlarından tek farkları; giysileri, mekânlarıydı. Onlar da bizimle aynı günahları; aynı sevapları işliyorlardı. O an düşündüm ki; insan denilen varlık oluşumsal bağlamda hiçbir değişiklik geçirmemiş. Hep aynıydık; hep aynıyız. Değişim halinde olan; nesneler, tabiat, mekân, sanat ve dindi.
Pompeii halkı ciddi anlamda bir ahlak yozlaşması içindeydi. Seks partileri, köle ticareti, kafaya esmesiyle kafaların kesildiği anlar, tanrısızlık ve benzeri.. Şimdi olduğu gibi.
O halka mensup her insanın bir sonraki anı, bir sonraki günü, bir sonraki yılı güzellikle tahayyül edip duruyordu. Hamile kadınlar çocuklarının, köleler özgürlüklerinin, krallar topraklarının, rahipler itibarlarının, gladyatörler vuracakları kellelerin, tüccarlar altınlarının geleceğini düşünme halindeydi.
O zamana dek, volkan sözcüğü latincede yoktu; zîra roma halkı daha önce böyle bir şey ile karşılaşmamıştı..
Küçük çaptaki sarsıntılar, Roma halkının kıyametinin yaklaştığının habercisi olsa da; halk bunun hakkında bir fikir sahibi değildi ve geleceklerine dair planlarını sürdürmeye devam ediyorlardı...
Velhasıl, doğal afet yirmidört saat içerisinde tüm şehri ve halkı silip süpürdü... Çocuk, yaşlı, kadın, hayalperest, ateist, dindar, kral, tüccar, iyi kalpli, kötü kalpli demeden...

' Onları yukarıdan gör' dedi Tanrı bir elini cebinden çıkarıp şehri gösterirken.

Atalarım; mevkilerine, kalplerine, düşüncelerine, bakış açılarına, güzelliklerine, renklerine, pazularına göre ayrım yapılmaksızın lağvediliyorlardı...
Ve yalnızca yirmidört saat içinde inşa edilmesi yüzyıllar almış bir kent yok olmuştu.

' Görebildin mi?' diye sordu Tanrı, boynunu sağa yatırıp bir çıtlama sesini yankıladığında..

Onaylarcasına kafamı sallayıp yutkundum.

Evet, görebilmiştim.

O zaman ne isek; şimdi de oyduk.
Birbirimizden en ufak bir farkımız yoktu; fark kavramını öne atan insanlardı. Ve biz insana göre yaşıyorduk; Tanrının yapabileceklerine göre değil.
Kıyametlerin gözleri kördü; o yok etmekle yükümlüydü ve yok ederken seçim yapmazdı.
Kıyametlerin bebek ve çocuklarını yok edişini seyretmek canhıraş bir histi.
Fakat merhamet duygusu; kendimizden daha aşağı seviyede gördüğümüz, kuvvetsiz, forsuz varlıklara karşı oluşan bir duyguydu.
Merhamet güzeldi, bir o kadar da aşağılık.
O benden fakir olduğu için ben ona merhamet eyliyordum. O bebekler bir gün insan olacak ve günahlarını infaz etmeye başlayacaklardı.
Şeytan seslendi: O daha küçücük çocuktu ama! Tanrı'nın yaptığına bak!

Kim olursak olalım, nereye varacak olursak olalım, sonumuz hep aynı olacaktı: ÖLÜM.

Bunu hisset.

Ve bu noktada kim olduğunun pek bir değeri olmuyor. Dünyada gürültü o kadar fazla ki; Tanrı sesini işitmekte zorlanıyor. Bu yüzden kim olduğunla uğraşmayı bırak.
Kim olacağınla. Yüksek mevkilere gel; ama bunu yaparken diğerlerini katletme. Çünkü yarın öleceksin ve sen öldüğünde ardından kimse ağlamayacak sen zalim biri olduğundan.

Sonumuz hep aynı.
Milyonyıldır aynı trajik son: ÖLÜM.
Milyonyıldır bu tiyatroda Katil ölümün tek kurbanı insanlar.
Zengin insanlar değil.
Güzel insanlar değil.
Sadece insanlar..

14 Haziran 2011 4-5 dakika 4 denemesi var.
Yorumlar