Ruha Dayanan Kemiğin Çığlıkları

Ruha dayanan kemiğin tiz sesleri
Kemik: candan ibaret.






Karanlıkta;
Çok üşüyüp az uyuyarak geçiyor geceleri
Gündüzleri de çok yorulup, az yaşayarak;
Azdan biraz daha hayatta kal
Arkanda bırak, sustuklarını
Başın önünde, arkana çevirme hiç.






Tüm zararlı şeylere ilaçlardan başlayacağım.
En zararlı onlar, en az sen ya da aşk kadar (seninle aşk aynı cümle içinde güzel durdu.)






Bir yanımı mutlulukla uyuştururken
Bir yanımı çekinmeden acıttın, üstelik de böyle bir hakkın olduğuna inandın hep, devamlı böyle oldu bu.






Ellerin iterken beni, artık özgürüm diye geçiriyordum aklımdan, kendime yeni bir sevinç bulma telaşında dudaklarım; ama kendime söylediğim en büyük yalandı bu. Çek kırmızı rengimin üzerinden tüm renklerini, istemiyorum. Yalnızca, yalın bir kırmızıyım ben. Özü, sözü bir ve başka renklere ihtiyacı olmayan, belki bu da kendime söylediğim yalanların arasında yer alıyordu. Sırasını bilemiyorum yalanların ve karşıma dikilen yılanların, en çok da sevdiğini söyleyen yılanlar soktu kalbimi. Kemirdi, emdi damarlarımdaki kanı. Kollarım bu yüzden mor. Bir şey kalmayınca da gitmeyi tercih ettiler.






Aşk; uyuşturucu bir şey, büyülü bir tılsım, diğer her şey bittiğinde, aşk da kalmıyor. Uyuşukluk geçince acılar başlıyor. Hızla kanı olmayan damarlardan yayılıyor tüm vücuda ve boğazda son buluyor bu yolculuk. Boğulmak istiyorum, yalanlardan. Yılanlar boğuyor beni.






Bir mucizeye inandım, başka bir rengin beni sarabileceğine rengimi teslim ettim. Mucize yok. Ben bir tek senin gözlerine bakarken mutluluktan ağladım, bir kez sadece bir kere. Sonra olmadı bir daha ve biliyorum da olmayacak. Bu sefer, işte bu; dediğim her şeyde yanıldım ben, yanıldığımı kendimden bile gizleyerek saklandım, kendi boşluğumda kendimi boğmayı diledim. Boğulmadım, yılanlara rastlayana kadar. İnanmak ölmek gibiydi. Bir kere inanınca bitiyor, ölüyor her şey.






O dediğim olmadı ya, o bulduğumu kaybettim ya, artık hayatımı neyin doldurduğunun hiçbir önemi yoktu. İçim azalıyordu, bedenim bitiyordu çünkü;






İnanmak; ölmek gibi, o kadar güçlü bir duygu. Bir şeye inanınca her şey yok oluyor, bitiyor.






Geç saatte aramanı özledim ama sen beni hiç geç saatlerde aramazdın ki; geç kaldığımız her şey için bu geç saatte aramaları affediyorduk biz, kendi dilimizce, hiç anlatmadan, konuşmadan anlaşıyorduk bu konuda. O yüzden hiçbir arama geç değildi bize göre.






İçim çok dolu aslında, ama eksik, bomboş gibi.






Daha çok yaşamalıyım, az zamanlarda. Daha eski evlerde daha alışılmış, kolay hayat sürülmüyor. Daha kolay yaşanmıyor, önceleri yaşandı diye. Herkesin ezberi kendine, hayatı da, yaşanmışlığı ya da yaşayamaması da kendine;






yaşamak derken; aşk nefesimi kesiyor iki kelimeden birisinde.






Bugünü konuşurken, geleceğimiz kayıp gitti avuçlarımızdan. Ilık, ıslak, nemli, az küflü bir şeydi sanki. Yaşanmadan küflenir mi zaman? Bence geleceğime de geç kaldım ben. Bu yüzden kayıp gitti avucumdan. Ben de onunla gitmeyi isterdim, düşmeyi, eriyip yok olmayı. Ben dipdiri duruyordum, geleceğim yok olurken. Hayallerim yüreğimden hızla fışkırıyor kavuşamadan. Tutunduğum dalların çıtırtısını duyuyorum, yıkılacak harabeler tutunmak için tam bana göre. Onlara baktığımda kendimi görüyorum, belki de geleceğim bunların altında.






Saçlarımın arasında parmaklarını arıyorum. Bulamayacağımı bilerek yokluyorum her bir teli itinayla, karşıma dokunuşların çıkıyor. Okşamış mıydın sahi? Nasıl bir okşamaydı bu, çocuk sever gibi, belki de sokak kedisine merhamet eder gibi, belki de sevgiden yoksun, hayatın hıncı belki de saçlarımdaydı, yolmak geliyordu içinden belki de.






Aynı gökyüzünü kaldırmak için uğraşıyoruz her sabah, gece üzerime sinen karanlıktan ellerimiz havada asılı kalarak kurtulabiliyoruz. Tek el yetmiyor kurtarılmaya, bir çift el gerekli artık bundan böyle ve en az bir dünya dolusu el gerekli gökyüzündeki maviyi yerinde tutabilmek için, daha fazla güç gerek, biraz daha fazla umut.






Küçücük mutluluk zamanlarının bedeli
Yüklü bir hüzün bakiyesiydi.
Yalnızlık ise; upuzun bir kelime
Sonu yok gibi
Doğru çizgisi gibi,
Sağa eklenen sıfırlar gibi






Karşılaşacağıma inandığım kadar hazırlıksızlığım.






İnansam her şey daha farklı olurdu, hele bir de gelsen, gelebilme ihtimalin olsa, gelecek olsan zamanın herhangi bir diliminde, gelecek zamanda, tüm gelecek zamanları şimdiden yaşamaya başlardım.






Gelecek zamanda olsan; geçmişte böyle kalmazdım, ben de ilerlerdim, geçmişi yaşadığım kadar yaşayamıyorum bugünü ve yarını. Yarın belli belirsiz puslu bir hayal uzaklarda. Yarının zamanı yok, aceleyle gelip gidiyor her defasında. Senin gelmeyişin gün gibi bir gerçek, zamana hazırlıksız yakalanışım bu yüzden. Geçmişte kaldığım için, o olan, olmaya çalışan hayallerimizi yaşatma çabasında olduğum için.







***






Şimdi sondan başlıyorum bizi yazmaya. Çünkü en sona en güzel zamanlar kalacak, bunun hesabını yaparak yürüyorum şuandan geriye doğru. İkimizde oldukça yalnızdık ve eşit olmayan derecede acılarımız vardı. Bir de yanıklarımız, yandıklarımız, yanamadıklarımız; eşit derecede yenilirken zamana, eşit olmayan derecede yitirdiklerimiz oldu. Zamansızlıklarımız oldu, belki sen de artık beklemiyorsun beni, en az benim kadar hazırlıksızsın geleceğe.






Geçmişi yaşamak daha mı kolay dersiniz? Bildiğimiz bir şey yabancı gelmediği için hayatımıza daha kolay yaşanır. Ya bilmediklerimiz? Bilemediklerimiz. Ruhumun üşengeç uyuşmalarının zamanındayım ben. Bilemeyeceklerime gözlerimi kapatıyorum, merak benim için biraz fazla ve heyecan fazla lüks artık. Heyecan bile canlı olmayı gerektiriyor, heyecanlanacak kadar canım yok.






Söyledim ya ruhum uyuşuk.







Yirmi Dört Eylül İki Bin On Üç 14 00

09 Ekim 2013 5-6 dakika 94 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 10 yıl önce

    Nevin Akbulut yazıları ayrı bir güzellikte,keyif alıyorum okurken.Kaleminiz dert görmesin .