Sadece Mektup
...yok. Seninle hikâyemizin başı ya da sonu.
Hala geceleri uyuyamıyorum. Hala seni düşündüğümde kalbim çok hızlı atıyor, midem kasılıyor, tarifi imkânsız bir ateş vücudumu sarıyor, bir şeyler boğazımda düğümleniyor, yutkunamıyorum. Bana sarıldığın gün bir kıvılcım bıraktın ki kupkuru bozkıra dönmüş bedenime, beni öyle bir tutuşturdun ki odun kömürü misali için için yanıyorum. Alevim yok, isim yok, dumanım yok. Sen Karadeniz sahillerinde boylu boyunca uzanan zümrüt yeşili ormanları, ben sana kavuşmaya çırpınan mavi dalgaları, eğmedin dallarını dokunamadım bir türlü hatta yapraklarını bile meltem rüzgârlarıyla çok uzaklara savurdun.
Fakat biliyorum ki sen henüz hayatın başındasın bense yolun yarısını geçtim. Benim hayatla senin arandan çıkmam gerekiyordu, çıktım, çıkmaya çalıştım, çıkmaya çalışıyorum... Çok zorlanıyorum. Aklım kalbime hükmedemiyor, rahat bırak artık, onun hayatında fazlalık olursun, mutsuz edersin, bırak böyle kalsın, koskoca ömründe edinebildiğin tek değerli taşın 'zümrüd' ün olarak kalsın diyorum. Ama beni dinlemiyor. Kavuşmanın imkânsız olduğunu anlamıyor. Üstelikte beni ikna etmeye çalışıyor. Neden neden diye bir sürü soru soruyor cevapları mantıklı. Artık ne yapacağımı bilmiyorum, ikisine de hak veriyorum ve sadece bir mucize dileyebiliyorum. Aklımı ve kalbimi mutlu edecek.
Bir ihtimal daha varda ben mi bilmiyorum. Kalbimin sana nasıl deli gibi attığını biliyorsun. Gözlerimde nasıl kıvılcımlar çaktırdığını da biliyorsun. Heyecanımı, ellerimin titremesini de. Kaybettiğim tek şey gözlerimin ışıltısı, artık eskisi gibi ışığı yok, fersiz. Etrafa hüzün saçıyor. Aynı hüznü senin gözlerinde de gördüm. Gözler kalbin aynasıdır derler ya, gerçekten doğru. Hiçbir zaman söylemesen de seninde beni sevdiğini düşündüm, hep öyle hissettim, belki de yanılıyordum.
Şimdi seninle vedalaştık ya, sen gittiğini sandın ya, ben gittiğimi sandım ya. Aslında, sen benden hiç gitmedin, bende kaldın, hep bende kalacaksın. Bende durum bundan ibaret, ya sen, sen gittin mi?