Sanat Çizgileri

Resim çalkantılı duvarlarla örüldüğünde değerli bir arsanın alımındaki rakiplerin birbirlerine duyduğu hırs gibi çoğalır. Duyulan renkler birer buğudur. Pastaller karıştığında birbirine, resmin sanat mucizesi de ortada belirir. Bir resim işine girişen insan içinden geldiği ölçüde başarıya ulaşır. Durmak bir yerlere getirmez insanı. İlla ki ayakların yürümesi için bir istek ve içtenlik gereklidir. Dur durak bilmeden koştuğumuzda hedeflerimize, o zaman bir huzura kavuşma hali oluşur beynimizde.

Kah aşık oluruz, kah unuturuz, kah yalnızlığımızı resmederiz; kah sevdiğimizin memleketini merak ederiz, gezmek isteriz. Elimize geçen fırsatları değerlendiririz, gideriz sevdiğimizin topraklarına, orada nefes alırız birazda, orada coşarız. Kah gözleri ilk defa kesişen ama her daim birbirlerini çok seven bir çiftin elemanı oluruz. Resmimiz o zaman bir sanatsal kimliğe bürünür; duygularımızla... Kah severiz, kendimize bile itiraf edemeyiz. Susarız, belli ki etrafımız oldukça bulanıktır.

Sorarız, kah sorguladıklarımız bizi yeyip bitirir. Her attığımız çizgi bir duygunun eseri olduğuna göre, geleceğin her ressamı aşık olmalıdır. Ortada boşuna gezinen bir çizgiye benim demek istemiyorsak da sevmeliyiz. Gururla, onurla, sunmalıyız çizdiklerimizi. Sanatımızı duygularımızın en coşkun haliyle birleştirdiğimizi söylemeliyiz onlara. Belki de gururumuzdan ötürü bizi kibirli sanarlar. Ama aldanmamak, şu noktada iyidir. Kendi kafamızın içindekiler bize zaten yetiyordur.

Kah bencillik duygumuz kabarır, ama biz onu da dindirmesini biliriz. Resim yapmak ne kadar sanatsa, onu anlamak ve yorumlamak da o kadar sanattır. Herkesin yorumu farklı olsa da, tek bir şeyi anlatır o eser; sanatçıların duygularını... Evet, aşık olan bir sanatçının yaptığı eserle, daha önce hiç aşkı ve sevgiyi tatmamış olan sanatçının eseri birbirine benzemez. Biri içten gelen seslere dayanarak yapmıştır işini çünkü, diğeri ise duygudan yoksun ve eleştiriye açıktır. Yoksunluk elbet eserin kötü olduğunu göstermez. Aksine iyi bir durumdadır o eser. Yorumlanmaya başladığında, iyi bir başlangıçla yorumlanır; daha sonra baklır ki yoksun olduğu taraf aslında onun kendine özelliğindendir.

Öyle sanıyorum ki, bir esere iyi diyebilmek için usta olmak gerekmez; azıcık göz bilgisi ve yorumlama kabiliyeti yeterlidir. Elbet duygu çözümlemesinde bulunmak oldukça zordur ama üstesinden gelmeye başladığımızda, devamının da geleceğini çok iyi biliriz. Bir Maksim Gorki, bir Leonarda da Vinci, bir Picasso gerekli tüm yeteneklerini gözlemlerinden almışlardır. Aslında en baştan yaptıkları, o işe karşı istek duymalarıdır. En büyük sanatçı yaptığı işten zevk alan ve içtenliğini katarak bir şeyler ortaya çıkaran sanatçıdır.

Rakip bir duygu seline kaptırdığımızda işlerimizi, işte o zaman kopyalanan biz oluruz. Tabiricaizse bizden bir tane daha olur. İşte bu bütün özgünlüğü alır götürür, herkes de olan bir şey bizde de belirir. Bu nedenle duygularımızı içten içe yansıtmalıyız eserlerimize; sadece püf noktasını bizim yakalayabileceğimiz bir iş ile çıkmalıyız yorumlayıcıların karşısına.

Soracağım bir şey olacak yorumlayıcıya. 'Acaba sadelikten mi ibaret olmalıdır bir eser, yoksa şatafatlı, şaşalı mı olmalıdır?' Cevabının niteliği çok ilginç, ama yüzde yüz de doğru. 'Bir sanatçıyı ne sadelik ayakta tutabilir, ne de süslü nitelikler. Bir sanatçı eğer ki en iyi eseri ortaya çıkartmak istiyorsa, içinde yaşadığı tüm duyguları yansıtmalıdır işine.' Çok doğru. Duygu olmayan bir resimden ne beklenebilir ki? Sadece akan, sıradan boyalar... Ne ağlayan bir insanın gözyaşı lekeleri var, ne feryat eden bir gencin dramı. Olmaz! Yorumlayıcı çok haklı.

Aşık olmak gibi güzel bir duygu da yaşatır o resmi, adeta saydamlaştırır. Ama aynı zamanda da öyle güzel somutlaşır ki o resim, anlarız ki sevdiğinin diyarına gitmek isteyen bir gencin hayatında dilediği en içten dileğidir bu. Resimde de düz boyalardan ırak, bir sevdanın yandığı yüreğin bütün renkleri vardır. Kız gider sevdiğinin diyarına ve son eserde kırmızı kalp imgeleri göze çarpar.

05 Kasım 2011 3-4 dakika 88 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    Sanatın en birinci şartıdır kanımca o sanatı sevmek. Sadece sevmekte yetmez dünya çapında eserler çıkarmak için, tutku ile bağlanmak da gerek. En güzel resimleri ortaya çıkaran birçok büyük sanatçı, yaptığı resimler değer bulana kadar yokluk yoksulluk içinde hayat sürmüşlerdir. Edebiyatçılar da bir nevi ressam sayılır, kelimeler ve cümleler ile çizerler, ressamların yaptığını adeta nesir ve nazım eserleri ile yaparlar. İçinde sevgi ve aşk olmayan insan, ki illa içinde cinsellik bulunması gerekmez(Vatan sevgisi, Allah aşkı gb.) zaten hiç bir sanat eserini ortaya çıkaramaz. Güzel bir sanatsal yazı olmuş Filiz Kutlarım seni...👍