Sanatçı Ruhluysam Bu Benim Suçum Değil

Bak işte, takvimler mayıs sonunu gösteriyor... Az sonra, bir otobüs kalkacak Yozgat'a doğru. O otobüs bizim için kalkacak oğlum, Yozgat'ı geçip Akdağmadeni'ne uzanacak. Durmadan ve yolcu almadan kaçacak... İçinde kırk yolcu, kırk elemle uzaklara akacak.

Hadi oğlum, ağlamak için vakit çok erken. Şarkıcı da demişti ya hani 'Vakit Erken, Ağlama' diye. Kumral saçlarını savurarak koş ardımdan. Dedim ya mantar mevsimi geldi diye! Hem, toprak da doymuştur artık yağmura. Göreceksin, tepelere çöken sisli aydınlıkta, Rapunzel'in masalını yaşamak da var, Üç Silahşörler ile dost olmak da... Olmaz deme oğlum, bir Fielding romanında serüvenlere de dalarız. Belki, Tekke Tepe'sinden aşağı bırakırız kendimizi. Ayakkabılarımızın altı delinse de, kayarak ineriz İnce Dere'ye. Hem, biliyor musun? Çalı mantarlarımız da beklemez fazla. Çantamızı kaptığımız gibi koşalım, sabah ezanıyla uyanalım ki geç kalmayalım...

İşte bak oğlum, takvimler mayıs sonunu gösteriyor... Ben, her mayıs sonunda, çalı mantarı toplamaya giderim Akdağlar'a. Bu kez, sen de ol yanımda. Eksik olmasın neşeli gülüşler, yanında da bol kahkaha. Sen mantarları ararken, ben ardın sıra yürüyeyim. Minyatürüne bakmak gibi bir mucize olsun bu da. Ben, mucizeleri anlatamam ki...

En fazla beş saat çeker Akdağ... Bir gece, babaannemizin asırlık evinde konaklar; karanlıkta, ceviz doğramaların tarihini yazarız. Bir Puhu Kuşu eşlik eder sayıklamalarımıza... Unutma, sabah ezanında kalkmak şart oğlum. Hem çalı mantarı dediğin pek lezzetlidir. Kimselere kaptırmayalım; yumuşamış toprakta, çamurlara batarak koşalım. Unutma, her mantarın vardır bir eşi. Sen, her defasında 'Buldum, baba!' diye bağırırken; bense, yarattığım mucizeme bakayım. Sen de, gözlerini
kısarak gül bana. Biliyor musun? Ben, hiç böyle gülmedim ki...

Takvimler yine mayıs sonunu müjdeliyor oğlum... Mayıs dediğin, her yıl gelip bulur beni. Mantar mevsimi gelmiştir Akdağlar'a. Önce, Faik'in Çeşmesi'nden içelim suyumuzu. En ekşi olanından, Kuzu Kulağı yiyelim Çaltalla'da. Sonra da, yeniden düşelim yollara... Gidelim oğlum, uzaklaştıkça, daha da uzaklara... Azığımızda közlenmiş patatesler olsun. Dürümleri yapmak bana, çayı demlemek sana.. Sen de, gözlerini kısarak gül bana. Ben hiç böyle gülmedim ki! Ne olur, sen gül oğlum. Hiç zehirlenmeden savur kahkahalarını hayata. Ben de, senden güç alıp aşk şarkılarımı yazayım.

Akdağ'da gökyüzü hep mavidir oğlum... Duygular, hep aynı saflıkla süzülür yüreklerden. Sen bana bakma oğlum; ağlıyorsam sevinçten, senin mucizenden. İçim ürperiyorsa eğer Tanrıyı düşündüğümde, yaşadığım eziklikten... Çünkü ben, hayatın zehirlerini akıtırken içimde, Tanrı seni verdi bana. Utanıyorum oğlum, seninle güreşirken bile, kısılmış gözlerine bakmaya utanıyorum. Sen neşe içinde çalı mantarlarını toplarken, ben başımı kaldırıp sorayım: 'Tanrım, hak ettim mi ben bu ödülü?' Getir oğlum, mantarları saymak uğursuzluk getirirmiş. Ne olur, sorgulamadan bak bana. Sanatçı ruhluysam, bu benim suçum değil...

13 Aralık 2009 2-3 dakika 5 denemesi var.
Yorumlar