Şeytan Aldı Götürdü

“insan”

Hata yapılmıştı hem de geri dönülemez bir hata idi bu. İçinden çıkılamayan bir sorun haline gelmişti insan. Tanrı, insanın aklını geri alabilmek için epey uğraştı…olmadı. Geleceği, Tanrı kadar olmasa da görebilen hali hazırdaki tüm varlıklar “insan” delinen yaratığın gelecekte oluşturabileceği tehlikelerden huzursuz oluyorlardı. Bu yaratıktan kurtulunmalıydı. Öyle bir yere terk edilmeliydi ki “gerçek” için hiç bir zaman tehlike oluşturmasın, gerçeğe ulaşamasın.

Evren yaratıldı, geçici yasalarla yalancı yasalarla donatıldı. O kadar çok çeşit bırakıldı ki yanına bunu çözmesi uzunca bir zaman alabilirdi. Evrenin kendisi, zamanın kendisi, insanın kendisi insan için büyük oyalamacalarla gizliydi.

İnsan her tekamül edişinde yeni gizlerle karşılaşıyordu. Aslında bu gizler; “gerçek” olanın üstten alta ters şekilde bir düşüşün sembolize edilmesinden başka bir şey değildi. Uzaktan debdebe içinde kıvranan insanı izleyen Tanrı, bir yol göstermek için evrene mesaj attı. Gerçek olanda yaşayan tüm varlıklar şaşkındı, korkuyla karışık.

Tanrı neden böyle yapmıştı. İnsana neden bir yol, bir el uzatmıştı…

Ve şeytan devreye girdi. İnsan zaten bunu çözecek, dedi. Böyle bir şeye gerek yoktu, dedi. Bu küçümseyici ve omuz silkici tavır, kozmik devrin son dönemlerinde “modernizm”le kendini buluyordu. Bu şeytanın kendi zekasına dayandırdığı, insana yol gösterici bir tezahürüydü, düşünceye inişiydi.

Fakat kozmik devrin “altın kova çağı”nın başlangıcında olan insanlar şeytanı bile anlayış dışı, anlam dışı, gerçek dışı ilan ettiler. Modernler arasına gizlenen sıradan inançlara sahip olan inanan, yani Tanrı’nın evrene mesaj olarak attığını inanca dönüştüren, basit insan oluşunu saklayan. Böylelikle modern görünümünden sıyrılmak istemeyen, çıkarınca tüm çıplaklığıyla ortada kalmanın cezasını yaşamak istemeyen insanların var olabileceği fikri modernizmi ciddi şekilde düşündürüyordu.

Şeytan, düzeninde gedikler olsun istemiyordu.

Yoksa tüm bu olup biten, gerçekte şeytanın planının bir parçası mıydı? Şeytanın etkin olduğunu kabul etmek bile modern insanı rahatsız mı eder? Sonuçta bir Tanrı karşıtlığı olsa bile bir meta fiziki varlıktan bahsetmek, kabul etmek modern düşünceyi yıkar, dümdüz eder. Zaten darlaştırılmış, sıkıştırılmış düşüncelerini bir de böyle soru alanı açarak, daha çok çaresizliklerine yol açabilir. Çaresizlik; nihayetinde nefret doğurur… İşte bu pratik pozitivizmin ta kendisidir.

He…vallaha aynen öyle.

Öyleyse bu şeytanın planının bir parçası olamaz diyebilir miyiz? Ha…anladım.

Yoksa…Bizi alıp götürmek için, bize öyle mi dedirtmek istiyor. Ha…anladım.

“Lan sen yine de bir karar ver adamım, şüphe içinde bırakma.”

Ne büyük şüphe…olsun. Şek ve şüpheler insanı uyanık tutar.

Güncel yaşamınızda, Tanrı’nın evrene attığı mesajı nerede tutuyorsunuz?... İnancınıza “ortada sıçan” oynatmayın ya da top çevirmeyin, oyalamayın düşüncelerinizi. Kendi zihin alanınızda günü kurtarmak dolaysıyla yaşamı kurtarmak için. Yapmayın…hiç olmazsa kendinize.

“Samimi olun…”

Konfor, rahat, tüketim, kirlilik, yok etme, çeşitlilik, çılgınlık ama “yüksek haz”. Vazgeçemem. Bilimin güçlü bir liman dalgası gibi kontrolsüz biçimde varlığın üzerine gelmesi, sadece bir yüz yıllık sürede bile dünyayı yaşanılabilir bir yer olmaktan çok uzaklara taşımıştır. Önümüzdeki bir yüz yıl ise S. Hawking’in dediği gibi “insan yeni bir dünya bulamaz ise bu onun sonu” demektir, saptamasında da saklıdır.

Doğadan ayrılan insan doğayı yok eden insandır. Peki ayrılan kim, ilkel insan mı? İlkel insan ancak tetikçidir.

Söyle patron.

Varlığa egemen olma, sömürme, başka yaşamlara yeteri kadar izin vermeme düşüncesindeki insanın elindeki bu silah yani bilim dengesiz, kontrolsüz kullanılmaktan yaracılığından dolayı hiçbir zaman kaçınılmamaktadır.

Farkında olmayan alt insan gurupları bilimin fantastik atmosferine sürüklenirken kendi psikolojilerinin dahi bilimin istediği şekilde değiştiğinden bile habersizdirler. Bilimin basit aletler veya basit düşünce olarak ortaya koyduklarıyla anlamayı ve oynamayı kendilerine belirginlik, farklılık, bir şey bilme, üstün özellik kazandırdığını düşünenler “entelektüel şizofrenleşme”ye giden bir yaşam yaşadıklarını bile anlayamazlar. “bunalımdaki doyumsuz insan”

Gerçek bilim doğanın kendisinde saklıdır, bunu kendi döngüsü için zaten kullanmaktadır. İnsanın kaotik yanı olan akıl doğaya bir tür işkence yapar. Dolaysıyla Tanrı’ya…

Bu durum bilimin yan yansımalarında yani sanat edebiyat, sosyoloji, felsefe vs. alanlarda bir hayli fazla görülür. Hatta bu durum öyle bir hal alır ki Tanrı adına hareket şeytan misali insanlık adına hareket eden entelektüel şizofrenler türer, türemiştir de.

Günlük yaşamın kolaylığı, konforu aldatıcıdır, başka bir yere çekim oluşturur, insanı çeker. Bu başka bir yer “kötülük”tür.

Günlük yaşam başka, inanç başka… Yine mi böyle dediniz beyim? Şeytan aldı götürdü. Hadi satamadan geri alın, satarsa pek fena. Demedi demeyin…

Ne var canım bunda bak çağın bilgisiyle az aydınlandık, bizimki hoş görülü bir mantık. Öyle ki insanların birbirlerini mülkiyetine almalarına dahi renkli etiketler bulduk, sıfatlar yapıştırdık, ünvanlar verdik.

Her alanda her zaman inançsal ciddiyete gerek var mı?

İhtiyatlı yaklaşımla, yaşamın hezeyanından yararlanarak yaşamakta ne kötülük olabilir. İnançla, yaşam arasına kalın duvarlar çekmiyoruz ki?

Ha…anladım. Böylelikle insan kendisine terk edildi.

Siz de mi böyle düşünüyorsunuz?..

Sıkıldık yahu az ortaya karışık bir öykü at da zihnimiz dinlensin biraz. Sözcüklerin zihnimize giden pıtrak gibi yoluyor, yoruyor.

Üç boyutlu öykü

Ah sevgili Mario, biliyorsun aklım ne zaman karışsa sana mektup yazarım. Bu gün her zamankinden biraz daha fazla aklım karışık. Neredeyse şeytana uyacaktım, son anda vazgeçtim.

Üst kattaki Rus Aleksi fazla kaçırmış…ha bre bağırıyordu o güzelim karısına. Kulak kabarttım, çocuklarına İvan Kramskoi’nin “Çölde İsa” resmini neden daha ayrıntılı anlatmadığını soruyordu.

Akademik ataletle mücadele çabasının yansımasını istiyordu Petersburg çocuklarına… Dua, gözyaşı ve kan. Çöl ve İsa, ayartıldığı yer Eriha Çölü. Çöle anlam yükleyin bilinç açıklarınızla. Çöl nelere gebedir, neleri gizler…isyan, başkaldırı, suç, şeytani gizem, alaca karanlığın gri renklerinde ne gizlenirse hepsi var orada. İslam peygamberinin Garanik’i midir? Cazip soruların cazip cevabı…

Lilith’in çocukları, Lucifer soyu…

İnancın yavanlığını ileri sürüp Tanrı’nın insanların “ömür zamanı”nı çaldığını söyleyenler, “lal lak” felsefeleriyle insanı renkli ala cahiller sürüsüne çeviren, sömürgen efendilerine hizmet edenlerden ve iktidar ve otorite sahiplerinden daha mı kötüydü?

Yoksa Mesih’in, insan doğasını test ettiği yere varıştır, kutsal olandan gelme yeri. Resimdeki çölü diyorum… Bilinç açıklarını kapatmadır.

Ah O çocuklar! Sarı saçlarının yakamozu düşmüş yüzlerinde sarımtrak benizli görüntülerinde mavi gözler ne kadar yabancı geliyordu Anadolu’ya.

Anadolu’nun sert bakışlı kara yağız, kir esmeri öksüz çocuklarına.

“Lan ağzına sıçtığımın karısı, anladık eğilmekten belin bükük çileğe gidemiyorsun ama kaç gündür temizliğe de mi gitmiyorsun” erkeksi bağırışında yükseliyor Ali’nin gücü. Suskun, korkak, ürkek, sinik, üzgün… bir katar dolusu sıra sıra sıfatlar yorumlanıp yüklenmiş etek altı çocuklarına. Ne kadar ağır bir yük.

Bilinç açığı, bilinç zararı… Aleksi’den Ali’ye.

Vallahi ruhum acıktı, ekmek arası acı katık ne varsa. Ne çok yedik.

Hey çiftçi, dedi sarı çocuk. Ağaçta kalmış son narları ve portakalları işaret ederken, uzattığı poşeti kendinden emin duvarın üzerine bıraktı.

“Doldur!...” dedi emir kipiyle.

La havle, lan çocuk işte.

“Da…da, dedik ya çocuğa.” Çat pat Rusçamızca.

İsa’nın arka sol yanından çöle giden düzgün yoldaki oyukları ve sonunu fark ettiğinizde yapacak bir şey kalmaz. Çöl rüzgarı gibi kavurur ruhunuzu, yakar yok eder. Sağ yanından yine aynı çöle giden yol büyükçe bir taşla tıkalıymış gibi dursa da gerisi kolaylıktır. Zahmetten sonra rahatlama dünyevi cennetle tasvirize edilir. Kurtuluştur…selamete eriştir, madde aleminde bir soluk alıştır.

“Zamana yabancı” betimleme vurgusu yaptı ressam İsa’da. Kurnaz, zeki, delici, yok edici bakış her şeyi kucaklayamazı da ekledi.

Bilinç açığını kapatıyor, açık bilinçli olmanın yolu bu olsa gerek.

Sonuçta her şeyden vazgeçti Jesus’un insanlara nasıl göründüğünü resmettikten sonra. Kendisi Mesih olmaya adaylandı gizemli zaman içinde gizlenerek ona inanan her insan gibi. Evrenin rahminden düşeceği günü bekliyor.

Aleksi fazla bağırma… Ali’den haberin var mı senin?

Bir başkası.

Yer sofrası, toparlamaya acele edişin çıkardığı son sesleri, iki odayı şölen alanına çeviriyordu. Duvarları kireç ve kil bulamacıyla karışık badana yapılmaya direnmiş dökülmelerin engebelerini ve çukurlarını kapatmaya sanatsal çaba harcayan, İsmail’in kurban edilişini betimleyen kanatlı meleğin yeryüzüne inişini anlatıyordu duvardaki bezgin halı. İsmail bıçağın ucundaydı…

Sedirde diz kırmış iki adam Tekel ürünü “üçüncü” marka sigaralarını koyu sohbetin kutsal atmosferine uygun olarak yakmaya hazırlanıyorlardı.

“Lan Ali guçcük gardaş mapsaneden gaçmış.” Atasözü gibi bir espri, her zaman yapılır ve gülünür ayağın serçe parmağına bakarak. Türkmen motifleriyle süslü örülmüş yün çorabın incelmiş yerinden fırlamaya hazırlanan ayak serçe parmağına baktı.

“ Lan norüyüm…bu garının ordüğü buvadar olur.” Bu kültürde suçlamak arınmaktır, azade olmaktır ayıplı olmaktan. Kafalar bir kez daha döndü duvara.

“ Bah lan gorüyon mu İpraam peygamber, oo’lunu nasıl gurban ediyomuş…”

Sahi… kanatlı melek kadın mıydı? Aklımda öyle kalmış.

İlya Replin, Rus Çarı “Korkunç İvan oğlunu Öldürüyor” tablosundaki ölüm korkusu… peki neden İsmail’in gözlerinde bu korku yoktu. Bağlı mıydı? Koç kendini feda ediyordu ama ölüm korkusunu hayvanlar da yaşıyor olmalı ki İlya Replin bu duyguyu görebilmek için haftalarca kesimhaneye gidip hayvanların gözlerşndeki ölüm korkusunu izlemiş.

“Emmi oğlu hangı partiye virecaan.” Duvara iki kez tıklayan sağ elinin işaret parmağının ikinci boğumu “kime verecani mi var elbette “goç”a virecah”ı tasdikliyordu.

“ Neydi lan onun adı…hah, “Guven Partisi”ydi deal mi?”

Korkunç İvan, öyle pişmanlık yaşamış ki ölümün son demlerinde sarılmış oğluna, gözlerindeki korkuyu öpüyor.

Son pişmanlık…

Bu da bizden.

“Memet emmi!”

“Söyle lan eşşek sıpası.”

“ Bahçeden az portakal toplayacaktım.”

“Gir topla ama dallara zarar verme emi.”

“Vermem emmi”

“Ben içeri gidiyom “Ali baba”na selam söyle.”

Sevgili Mario hoşça kal.

Hadi dönelim konumuza.

Doğaya aykırı olan… gerçeğe aykırıdır. Zaman ve mekanı olması gibi, gerektiği gibi kullanan; doğadır.

Sizin biliminiz ve sizin düşünceniz doğaya aykırıysa görünen, hissedilebilen dünyada gerçeğe de aykırıdır. Beyninizi ya da düşüncenizi istediğiniz kadar albenisi ve kabulü yüksek renkli paketler yapıp sözcük kullanımızdaki maharetle, söz cambazlığı yaparak sosyal yaşamınıza bunu da yansıtsanız bile, siz sahte olmaktan öteye gidemezsiniz.

Çünkü Rönesans ürünüsünüz, modernik kırıntısınız.

Bas bas bağırıyoruz anlamıyor musunuz lan pembişler!... beş duyuya kendinizi mahkum ederek maddeden edinilen bilgilerin kanıt ve tanıklığında, insanlığa yön vermeye çalışanların önünüze; bilgi kırıntıları atarak, köpüklü ağızlarınızla yaşamı kemirmeye, kötülük bakterileriyle dolu çürükçül zihninizde tasarlanan insan tiplemesinin kalıbı olmaya çalıştığınız, ucuz oyuncak olduğunuzun farkında değil misiniz?

Bah lan kime diyom…

He…düşük bilgilerinizle yükseği sorgulayın, eleştirin belki insan olursunuz.

Vıyyk!...Bu kadarını kabul edin lütfen, öğürebilirdim.

Sana göre ben…bayım özür dilerim sözünüzü kesmek zorundayım. Ben bir çiftçiyim söylemiş miydim? Söyediysem kusuruma bakmayın, çabuk unutuyorum. Anam beni Nevşehir’in bir köyünde kara toprağın üzerinde tarlada doğurmuş. O günden beri her şeyim kara hatta kapkara, başta kaderim yani kader biçicilerim.

Ha bunu niye mi anlatıyorum, siz kusuruma bakmayın beyim. Ben sizin için hayalet ve kötülük simgesinden başka bir şey değilim ya büründüğümün az dışına çıkınca başıma gelmeyen kalmıyor.

Yahudilerin kanlı ve despot Yehova’sı yani şeytanı bilmeyen, bilinmeyen, bilmenin önceliğinde olan “zaman düşüncede” ortaya çıkan kötülüğün simgesi olan şeytana ihtiyacı yoktu. Somut olan şey önce soyut olur. Bir şeyi tasarlamak soyuttur, imal etmek somuttur. Şeytan da tasarımlandı ama kendini duyan gören yok ama etkileri somut.

Anladın mı beyim?

Hı…yoksa salak mısın? Bak dostum bir iyilik, bir başka bir yerdeki aynı tür iyilikten haberi olursa, ilk iyilik o iyiliği kıskanır. İşte düşüş burada başlar, nasıl çakozladın mı işte tam burada şeytan oluşmaya başlar. İyiliklerin kıskanması insanın yeryüzü alemine düşüşüdür. Eğer kötüden bahsedilmezse toplumda hali hazırda kabul görmüş ve sizin hazır bulduğunuz hiçbir düşünce olamazdı. Düşüncesiz ve bilinçsiz bir toplum nasıl olurdu ve onun ürünü olan “siz” nasıl olurdunuz!..

Ha…

Ha…ya.

“La get bu kafayı yemiş…”

Kötülük olmasaydı iyilik uyum sağlayamazdı, uyumlaştırma bir tür kötülük ürünüdür. Bir şeyi bir yere uyması için eksiltirsiniz, yok edersiniz bir kısmını, bu törpüleme törpülenen için kötülüktür genele vurursanız endekslerseniz iyiliktir.

Yehova, şeytandan önceki zamane kötülüğüydü ya, İsa’nın iyiliği ve hatta iyiliklerin babası haline gelmiş Hristiyan aleminde.

Saksağan, bel, kazma, dam başı…

He…he. Püf!..

Beyim beni duyuyor musunuz? Orada mısınız? Bir şey söyleyeceğim çok çok önemli.

Ortaçağdan önce şeytan yoktu, biliyor muydunuz?

Alt üst olmuş, yasaların hükmünü yitirdiği, frensiz düşüncelerin yoğun zevkleri ve keyfiyetlerinde, halkın çok küçültüldüğü, insanın önemsizleştirildiği dönemde otoritenin gücün firavunun kendisini devam ettirebilmesi için ruhban sınıfına şeytanı bulduruyordu.

Harika bir tasarım.

Ne garip bir dönemde yaşıyoruz, çevrene baksana!.. Bizlere yeni şeytanlar aramanın kaygısına düştü saydığım insanlar.

Peh!..

Kötü ve kötülük üretenler kutsiyete yükleyecekleri yeni şeytanlar ararlar. Şeytanı fenomenize ederler ve üzerinden güç devşirirler.

Sahi “bi zahmet” bir bakın kötülük zamanından önce yani ortaçağdan önce gerçekten şeytan var mıymış bir bakın. Bu kadar iddialıyım. Orijinal hiçbir metinde şeytan yok.

Yok ulan yok işte!...

Ama bize bir şeytan gerek, dedi birileri.

Hah işte!

Ve sizin o çok övündüğünüz ilerleme ve aydınlanma çağından sonra şeytanın nasıl giderek güçlendiğini bir görün!...

Modernleşmenin egemenliği şeytanla oldu. İster inanaın ister inanmayın.

Ama bunu üzerlerinden atmaları, gizlemeleri gerekiyordu, bunu da Voltaire ve ansiklopedicilerle pek ala başardılar, öyle ki… Bugün kilisenin aydın rahipleri bile şeytanı basit bir simge olarak görürler tıpkı sizin gibi.

Oysa o kötülük egemenliğinin başlangıcıdır, sembolüdür.

Lan görün artık!

Tarihin, giderek daha keyfi biçimde yazılmaya başlanmasıyla birlikte zihnimize kendi tahakkümlerini dayatarak öyle bir zamana sürüklendik ki dinler bilimine inansak bile yine aynı kapıya çıkartıyorlar bizleri.

Ne garip… kendi ürettiklerini eleştiri konusu yaparak karşı metinler üretenler zihinsel ve kuramsal şeytani kötülüklere daha çok alan açmanın hazırlığı gibi gözükmektedir. Örnekleyelim…

“Evrimleşen Tanrı”, “Sınırlanmış Tanrı” fikrini ortaya atmak çok öncelerde başladı. Evrensel varlıktan, bireysel ve özel varlığa geçiş.

Kötülük döneminden sonra gelen ruhaniler ve filozoflar bunların ordularıdır… Ah Mormonlar’ın, hayali Colop’taki bedensel Tanrı’sı.

Beyim daha fazla şey söylemek istemiyorum, çok karıştırıldım. Yorgunum, Stoa’nın doğasına dönmek istiyorum.

Mutlu olmak için.

04 Mayıs 2024 15-16 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar