Sınırsız Serbestlik ve Hürriyet

Hürriyet; özgür olma halidir. Özgürlük ise, istediğin gibi düşünme ancak düşündüklerini ifade ve fiiliyata dökmede diğer bireylerin hak sınırlarına riayet etmektir. Yani düşüncede serbestlik, eylemde ise başkalarının can, mal ve hukukuna zarar vermemektir.

Hürriyet; mefhumu muhalifi ile düşünüldüğünde değeri anlaşılan bir haktır. Yani hürriyet tahdidi, özgür olmanın kıymetini anlatan en önemli gerçekliktir. İnsanın bir anlık özgürlüğünün kısıtlanması ya da elinden alınması; hürriyetin ne denli gerekli olduğunu, su ve yemek gibi ihtiyaç olduğunu anlatacaktır.

Peki hürriyet, başıboşluk veya anarşi mi demektir. Ya da sınırsız serbestlik mi demektir.

Tabii ki, hürriyet ne başıboşluk, ne de anarşi ve sınırsız serbestlik demek değildir.

Öyleyse hürriyetin sınırı nedir. Nerden başlar nerede biter. Hür'üm diyen bir birey ne şekilde davranış kalıpları sergiler?

Kişiye veya devletlere, otoritelere göre hürriyet anlayışı ve tanımı olmaz. Evrensel ve genel kabul görmüş hürriyet anlayışı vardır.

İnsanların birey olarak hayatlarını idame ettirmeleri veya hiç kimse ile bir etkileşim ve iletişime geçmeden yaşamaları mümkün değildir. Topluluk halinde ve bir otoritenin yönetiminde yaşayacağı için belirli nizam ve düzen olması gerekmektedir. Düzen de kurallar manzumesini gerektirir. Dolayısıyla, toplu halde yaşayan bireyin kurallara riayet etmesi ve ona göre de davranışlarını belirlemesi gerekir. Bireyin sınırsız serbestliğine birinci kota böylelikle konmaktadır.

Bireyin sınırsız özgürlüğüne konan ikinci kota ise; içinde yaşadığı topluma yada devlete belirli sorumluluğu bulunduğu gibi ailesine ve tanıdığı diğer kişilere karşı da sorumlulukları bulunmaktadır. Diğer yandan üstlendiği rol ve statü de yeni mesuliyetler getirecektir. Dolayısıyla, bireyin özgürlüğü ya da serbestliği bu sorumluluklarla da sınırlanacaktır.

Sınırsız özgürlüğe/serbestliğe getirilen bir diğer kota ise, bireyin kendine ve Yaradan'ına karşı bulunan yükümlülükleridir. Kendi sağlığına, onuruna, namusuna, kişisel gelişimine karşı yapması gereken vazifeleri ve sorumlulukları vardır. Diğer yandan Rabbine karşı vazife ve sorumlulukları vardır. Neticede, insan yaratıldıktan sonra serazad bırakılmamıştır. Nasıl insanların hukuku varsa Allah'ın da bütün hukuk üzerinde hakları vardır. İnanan insanın kul olması vardır. İşte bu son saydığımız sorumluluklar özgürlüğü esas sınırına çekmektedir. Bu vazifeleri yerine getiren veya getirmeye çalışan, bu şuurda olan birey gerçek anlamda özgürdür. Çünkü kendini bilen Rabbini bilir, Rabbini bilen de sınırını bilir. Yaradan'ı bilen ve ona kul olan başkasına kul ve köle olmaz. Başkasının boyunduruğu altına girmez. Dünya anlamında tam özgür olur. Allah kulunun isteklerini, taleplerini ve ne şekilde davranacağını bildiğinden, ona göre fıtratını yaratmış ve düşünce kabiliyeti vermiştir. Yani Yaradan'ın istekleri/emirleri fıtrata ve tabiata ters değildir.

Öyleyse, gerçek hürriyet yukarıda sayılan sorumlulukların bilincinde olunarak yaşanan hürriyettir. Akla geleni veya kafaya eseni yapmak, önüne gelene zarar vermek hürriyet değil, bilakis kölelik ve esarettir.

Neden kölelik ve esarettir? Şimdi bu konuya kısaca değinelim;

O özgürlük olarak algılanan başıboşluk, serbestlik, bireyin kendi hür iradesi ve aklı ile karar alıp yaptığı veya sergilediği davranışlar değildir. Şeytanın ve kötülükleri dürtüleyen nefsinin verdiği emirler sonrası gösterdiği davranışlardır. Her aklına eseni tartıp ölçmeden durup düşünmeden yapmak, neticesinde pişmanlık ve istenmeyen durumlar doğurabilir. Bu da göstermekte ki, iradenin ve aklın salim bir şekilde aldığı karar olmadığıdır. Yani özgürüm diye ortalıkta dolaşan bir çok ferdin nefsinin ve şeytanın kölesi olduğu onların esaretinde yaşadığı, onların istek ve emirlerini yerine getirdiği, kendi akıl ve kalbinin onayladığı, kendi fıtratının gereği olanı yaptığı söylenemez.

İnsan fıtratında derç edilmiş bir özellik olan tabiiyet gereği; birine veya bir güce, bir düşünceye bağlanmak veya inanmak, güvenmek ihtiyacı hisseder. İşte bu sebeple, insan asıl tabii olması gerekene veya asıl kul olması gerekene, asıl inanması gerekene, asıl güvenmesi dayanması gerekene, asıl sevgisini vermesi gerekene vermediği, güvenmediği kısaca tabii olmadığı zaman fıtratta, kainat gibi boşluk kabul etmediğinden o boşluk başka bir şekilde doldurulacaktır. Bu da nedir, şeytana ya da nefse tabii olmaktır. Ya da dünya açısından düşününce, bir makamın, bir düşüncenin, paranın ve malın, bir kişinin kul ve kölesi olmayı netice verecektir. Her ne kadar görüntüde veya algıda hür ve özgür olduğunu sansa da kişi, selim bir akılla düşününce farkına varacaktır ki, birçok şeyin kölesi olduğunu ve birçok şeyin esaretinde bulunduğunu görecektir. Bitmek bilmeyen azgın dalgalar gibi üzerine, üzerine gelen süfli ve sefil yaşamının istek ve arzularını yerine getirmek için ömrünü törpüleyecek ve bir gün gelecek ölümün acı yüzüyle yüzleşecektir...Ancak, iş işten geçmiş, atı alan Üsküdar'ı da dünyayı da geçmiş olacak. Gerçekle karşılaşıldığında dönüş kapanmış olacak.

Özetle, hürriyet kişinin sorumluluklarının bilincinde olarak hareket etmesi ve yaşamını şekillendirmesi demektir. Hürriyet, başıboşluk demek değildir. Hürriyet, kendini ve Rabbini bilmektir. Hürriyet, sınırsız istek ve arzuların tatmini de değildir. Hürriyet, bozulmamış fıtratın kendi sınırlarına riayet etmesidir.


09-05-2012

21 Mayıs 2012 5-6 dakika 35 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    Okuyan, düşünen ve anlayanlara teşekkür ederim...