Sıradan Bir Gün
Vur! Kır! Parçala! Sözleri zincir gibi savur, harfleri kılıç gibi çek, delirt kendini delilikte! Sev kendini inkâr ederek, yok sayarak büyüt! Beğenme hiçbir şeyi, yüceltme kimseyi, övgüye susama, paye düşkünü olma asla! Karanlıklar üzerimize çökerken, bu benim direnişim!
Şimdi senin yazgını kanla çiziyorum: hiddet, şiddet, vahşet! Ez kendini, savur rüzgârlara, göm toprağa ve yeniden doğ! Yaşa, hem de ölesiye yaşa! Yaşa ki ardında ateşten izler kalsın, yaşa ki yaşamın ağırlığını sırtında taşı! Topla acıları, der ki dersin karanlığa: “Beni sınayamazsın, çünkü ben zaten sınavım!”
Ve bil ki, birileri senin yerini almak isteyecek, seni senden çalmak! Ama sen, kendi kurallarını kendine yaz ve onlara sakın eğilme! Al, yaşa, uğula, çığlığın yankılansın sonsuzlukta!
ister ki, kendi vuran ağında sına seni. aslında sorduğun neyse o, ama vermediklerinin sen söyle. yani, sen ki, karanlıkların kalbini. yaptıklarının sorumluluğunu almayı, duygularını aşmayı, olmayı, o arada durmayı, o sürede en karanlık olmayı. durmadan sına, uyula…
en başta kuralım buyumuş gibi düşün; kesinlikle beğenme. bir kere izlerken, olurken, gezerken asla yüz verme. hep seni birileri sürükledi de ondan dolayı izle diye. biri zorlaya eline tutuştur, ondan oku. çok savaş, mutlaka bir karşılık bunların yok düşüncesini, kendini ince gizlerden bul. bütün bunlar hep miras intizamıdır. savaş içinde yaratılan ile ancak o yüzden yaşamı bir düğümdedir insan, gibi… büyük bir ahval ve şeriat gibi halin. eh bu da bir mucizeye şahit edip, onu yok etmek paye vermek, asla!
vermediğin haftalar dol anı deyip de dağıl! dönen kendine, tekrar aydır derin karanlığa, sonra in, gittiğin de yanan: olayı topluma hatırla, derin bir şekilde. öyle kolay değil dolmanın derinliği bir topluma. o da dolarken, o da ölecek. ama yine de hatırla, az öncesinde, yaklaşırken, çatlayacak olan halinin önünde duracaksın, durmadan yükselip, hafızandan şiddetli bir an bulun.
zaman tabii ki hızlı. yaz. yaz ki, sana hatırlatmadan düşünce; hep seni birileri sürükleyip de ondan dolayı yazdırmış gibi yapışmış etrafı. sarılıp düşene, yakalanana, halkaların bacaklarında bir anda silinen iz gibi göründüğünde, kahramanlaşıp ayaklarının derinliğinde, bir başka köşe, derinliği ısırılmış gibi… hadi ayaklan, ayaklanıp kurtul.
ama boş. tekrar in o kısır döngüdeki silahları diz çökenin bile anlamadığı kadar. sen ise saf, hazırdın. zaman öyle geçti, sen ise hep o anı özlüyorsun. kendi kurduğun dünyana bir gün döneceksin diye. ama o dünya seni beklemiyor. yavaşça uzaklaştı senden ve geri dönmüyor. birkaç kez düşüp kalktığında zaten hep yalnız olduğunu anladın. ve o tek başına kalma hali, dönüp durmanın verdiği ağır his, seni sonsuz bir döngüye hapsetti.
kendini hep bir yerlerde unutmuş gibiydin. dönmeye çalıştığın her an, senden biraz daha uzaklaştı. hatta bazen, sanki geri dönmenin bile bir anlamı kalmamıştı. ama yine de devam ettin, çünkü durmak seni daha çok korkutuyordu. aslında her şeyin bir yanılsama olduğunu anladığın o an, gerçek bir çözülmeye başladın. i̇şte, o anda gerçekten yıkıldın.
bazen bu süreç bir cehennemdi, bazen bir yeniden doğuş gibiydi. ama ne olursa olsun, sadece bir şeyden emindin: sen artık eskisi gibi değildin. ve işte bu, seni yeni bir yere götürdü; belki de en başından beri gitmen gereken yere. kendi ateşinde yanarken, başkalarının donmuş kalplerini bile ısıtabilecek kadar güçlenmiştin.
çok kolay gelsin, sevgiler!
Anlamlı bir direniş yazısı okudum. Tebrik ederim Can. Duygularını içten, samimi, sorgulayıcı bir biçimde anlatışını seviyorum.
Mekanik varoluşçu yaşama içsel baş kaldırı ve organizmanın durmasının son olduğunu bilmenin korkusu... Evrende herşey kendi döngüsünde yalarken biz neden farklı olmayı umuyoruz, istiyoruz ki? Bu düşünce bazı durumlarda bazen rahatlatıyor beni. Klasik bir laf ola...güzel yazı.
Tebrik ediyorum Can, kalemini. Güne yakışmış, duruşuyla.