Siz
Sizi anlaşılır kılmak gibi bir derdim yok. Sadece anlamaya çalışıyorum. Bu benimle ilgili bir mesele.
Sizi yaşanmışlıklarımın kucağına oturtuyorum.
Sonra karşınıza geçip gerçeklerin bu akışta nasıl gerçek gibi davrandığına bakıyorum ya da bir kenara fırlatılmış, eprimiş, soluk kıyafetleri giydiriyorum size.
Yönünüzü aynaya çevirip şık olup olmadığınıza bakıyorum sessizce. Sizde emanet duran bir şeyler var farkındayım.
Şimdiye ait ne varsa geçmişin ayaklarına bir numara küçük gelir; sıkar onları, vurur, kanatır. Sizdeki de böyle bir mesele. Uygun zihin ölçülerine sahip olduğunuza inandıktan sonra, uygunsuz ne varsa üstünüze geçirmeniz.
Yürüdükçe içinize batan bir şey var ya hani, ayağınızdaki nasır ya da soluğunuzu kesen üç beden küçük ceketimsi şey...
Yalpalayarak ilerledikçe ilerlemiş gibi olmuyorsunuz bu yüzden. Her an düşecekmiş hissi uyandırıp tedirgin ediyorsunuz geleceği.
Böyle bir diken üstündelikle şimdiden zamanı yoruyorsunuz.
Yorulan zaman olunca da kıyafetleriniz gibi işlerin rengi de değişiyor.
Bekleyen ve bekletilen her şey sıkılıyor, sonra da hafiften bayatlıyor.
Buruk bir tat bırakıyor o şık ağzınızda.
Geçmişin iki kelimesini bir araya getirememiş olmaktan duyulan elemle karışık, kekremsi bir tat bırakıyor yani...
Hissettiniz mi?