su

Başladığım ve senin bittiğin yerdeydim.

Boyumdan büyük laflar ettim lakin yüzme bilmiyordum. Çırpındıkça daha çok batıyordum. Yakınımda ne varsa tutunup çıkmak istedim bu derinlikten. Önce yanı başımdaki ‘k' harfine uzandı elim, beni taşıyamayacak kadar zayıftı. Sonra onun hemen yanında ‘m' harfini gördüm ve hızlıca ona uzandım, beni toprağıma kavuşturabilecek kadar uzun değildi. İki şey aklımdan çıkmıyordu o vakit; kabullenmek ve direnmek... İki sorunun cevabı tükeniyordu zihnimde; neyi kabullenmek ve neye direnmek?
Birkaç saniye sonra nefesimin sonuna yaklaştığımı hissettim, ölümün kapı gıcırtısını duydum.
Ölümün hoş sedasını duydum. Özlediğimi ve özleteceğimi duydum.

Şu an beni içine hapsetmek isteyen bu suyu hep sevmiştim. Kimselere ihtiyaç duymadığım zamanlarda bu suya koşardım. Kenarına gelen kuşların onu tükettiğini görürken, yılanların onun üzerinde dans ettiğini izlerken, bazen içinde yüzen balıkların kıvranışında özgürlüğüme bakarken kendimi bulurdum. Şimdi ise ondan kurtulmak için direniyorum ve korkuyorum.

Boyumdan büyük laflar ettim affet, her şeyi kabul ettiğin gibi beni de kabul edersin zannettim.
Kendiliğimden kendime olan dönüşümüm belki sendedir diye düşündüm. Düşündüm çünkü sende olan senin kabını alır, kabınla da şeklini...
ve kimseye böyle davrandığını görmedim bugüne kadar, kimseye ve hiçbir şeye. Hoş gelenin hoş sefasıyla titrerdin gelenlerin üzerine. Görürdüm; öperdin, ıslatırdın, ölürdün ve tekrar yağardın.
Yanılgımın boşluğunda ve senin derinliğinde çırpınırken yazıverdim şimdi bunları. Üzerine yazdım ve sen bu çırpınışlarımın acımasıyla bana merhamet lütfetmektesin.

Dağlarının içinden sana doğru yuvarlanan şey seni ikiye ayırıp tekrar birleştirdiğinde, o dağların ormancılarının, hasbelkader, unuttukları kocaman bir ‘L' harfi önümde bitiverdi. Bir hamlede üzerine çıkıverdim. Derin derin nefes alırken gözlerim senin derinliğinde küçülüverdiler. ‘L' harfinin tam ortasında gökyüzünden sarkmış bir bulutun çocukluğunda ayaklarım boşluktaydı sanki.
Yaşıyordum, yaşatıyordun. Beni duymuştun, bana acımıştın ve bana merhamet etmiştin. Belki de benimle küçük bir oyun oynadın. Canımın yanacağını bilemeyecek kadar oyun seven bir çocuk muydun? Yoksa canımı kurtaracak kadar yetişmiş miydin zamana?

Harfin üzerinde biraz yüzdükten sonra toprağıma kavuşmuştum. Kendime geldiğimde sana aynı güzellikte tekrar baktım. Rüzgâr senin üzerinde buz pateni yaparcasına karşıki kayalara çarpıp çarpıp geri dönüyordu. Aynı rüzgâr, dudaklarımı kurutup, beni sana davet ediyordu. Umursamadım. Rüzgâra ‘gelirim' demek boyumu aşardı, artık biliyordum.

Senin kenarında oturmak, saatlerce oturmak istedim. Aklımın en derininden mitler ve hiçbir yolcusu bulunmayan trenler geçiyordu. Sanki biraz önce ölümün kapı gıcırtısını duyan ben değilmişim gibi sana bakıp şarkılar söylemek geliyordu içimden. ‘L' harfine sırtımı dayamış, ölümsüzlüğü bulmuş gibi kendimden emin, gökyüzüne dalmıştım bu sefer. Gökyüzünde nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmediğim kocaman bir ‘V' harfi uçuyordu.

Başladığın, beni bağışladığın yerdeydim.

23 Mayıs 2018 3-4 dakika 18 denemesi var.
Yorumlar