Şüphe ve İnanç

Her şeyden arınmış olarak, düz ve basit bir düşünce ile şöyle düşünelim. 

İnsan, düşüncesinde olan bilgileri gözünün önündeki var olandan elde etti, oradan aldı. Başka nereden alacak ki değil mi?

Yani var olanda ne varsa onu anlamaya, ondan yaralanmaya, ondan yeni yeni şeyler üretmeye başladı. Duyuları aracılığıyla zeka veya akıl dediğimiz her neyse beynimizde gelişenle, zihnimizde biçimlenen soyut ve somut olanlar ürettik.

Buna itiraz edilebilir mi?

Peki, ortada olan varlık, bu her ne ise “rastlantı sonucu üretme” işinin ürünü müdür? Böyle kendinden üretken bir oluşum olabilir mi sizce? Aslında bu durum insanüstü bir durumdur.

Öyleyse kendinden zorunlu bir varlıktan da söz etmek gerekir. Böyle bir varlıktan söz ediyorsak, aşkınlıktan da söz etmemiz bu durumun en doğal sonuçlarından biridir.

Amacım burada Tanrıcılık veya karşıtlığını yapmak değil. Neyse gerçek onu sorgulamak onu bulmaktır amacım. Başka ne olabilir ki…

Bundan şüpheniz mi var?

Varsa bu iyi bir şeydir çünkü bilgiye şüpheyle ulaşılır, şüphe; soru sordurur. Bilgi edinme merak değil şüphe kaynaklıdır kanaatimce.

Konuya dönelim.

Sonra hiçbir neden yokken, ortada hiçbir şey yokken şüpheler oluştu insanın zihninde. Soyut ve somut ürettiklerimiz hakkında.

Hatta gözümüzün önündeki varlıktan bilgi edinmenin ilk başlangıcından şüphe ettik. Yani insana bilgi akışını başlatan şey nedir sorusu şüphe yüklüydü?

Kara kaşımız kara gözümüz için mi “bilgi alış” startı başladı. Kim kime iyilik yapar ki, bize bilginin yolu açılsın. Bir de bu bilgileri alırken ne tür araçlar kullandık, bu araçları sağlayan nedir? Bir şey yer değiştirirken araç kullanılır, araçsız taşıma olmaz. Bu taşınan şey bir bilgi bile olsa…

Peki neden şüphelendik, neden şüpheler uydurduk, bu bizim için gerekli bir şey miydi?

Bu şüpheler, bilgileri topladığımız bilgilerimizin temeli olan, bize bu bilgileri sağlayan ortada ne varsa ilkin ona şüpheli bakmamıza yol açtı. Oysa şüphe, o ortada duran şeylerin içinde yoktu.

Daha açık ifade ile bu şüpheleri insanın kendi zihni üretti, şüpheyi insan doğurdu. Bu durum yani durup dururken şüpheciliğin başlangıç noktası kendinden üretkenlik durumuna bir örnek de teşkil eder.

Bak bak bak şimdi nereye gelecek dediğinizi duyar gibi olduklarımdan aklını kullandıkları şüphesi uyandırır bende, siz benim için bir nesne, bir obje dahi olsanız.

Öyle kabul etmiş olsam ne fark eder ki? İnsanın başka bir insan için nesneliğinden söz edemez miyiz yani. Süjelerin nesneleşmesi…

Şüphe insanda doğmuş ise başka ilk olan şeyler de doğmuş olacaktır. Çünkü bu; bir şey başlamış ise başka şeylerde başlayabilir anlamına gelir. Bu insanın ortada olan şeylerden farklılaşması değil midir?

İnsan bilgiyi aldığı şeyden faklılaşır. Eğer zaten bu böyle olmasaydı işte o zaman büyük sıkıntı çekecektik varlığı anlamlandırmada.

Bazen düşünmek gerçekten beni de yoruyor, çöküp kalıyor zihnim ve ruhum. İsteksizleşiyor tüm varlıkların özelikleri kendi izanımda, boşluk oluşuyor tıpkı evrenin boşluğu gibi, esiri gibi zihnimde.

Sonra düşünüyorum, bu isteksizleşme bir eksiklikten mi kaynaklanıyor?

Neden olmasın?

Beni iyi kötü tanıyanlar bilirler ki kendime çizdiğim yol, tanıştığımdan itibaren yaşamım boyunca büyük saygı duyduğum ve bende derin izler bırakan R. Guenon anlayışını hiçbir zaman bir kenara itmedim, itemedim. Hatta öyle ki, çalışma masamda hemen hemen bütün kitapları durur.

Yoksa düşünmekte isteksizleşen zihnimde bir eksiklik hissediyorum.

Hani dedik ya yukarıda isteksizlik, eksiklikten mi kaynaklanıyor, diye.

Bunu yaşıyorum…

Bak! Bunu bunu yap, bunu bunu yapma gibi eylemsel düzenlemeleri de nereden çıkardık. Ya da insan, muhtaçlıkla doğar ve büyür, kendinden yeterlilik olduğunda güçlü yaşar ve bilinç ve bilgi yüklü iken tekrar muhtaçlık durumuna düşmesi evrensel bir işkencedir. Yaşamın genel basit planından, şablonundan söz ettik.

Ne acı değil mi? Hele buna kişisel eksiklikler de katıldımıydı…vay ki vay!

Tanrı böyle bir şey ister mi sizce?...

O zaman inancımıza konu olan şey nedir? Masalımsı geçmişten, masalımsı gelecek çıkarmak mıdır?

İnsan; tüm insanların ortak yönü yani aynı kökten ya da çok yakın benzer kökten gelmenin özelliklerini taşır. Adem ata ya da balık ata gibi kabuller bunu etkilemez yani fark etmez…Ki kaldı ki “Adem ata” olayı bile çok yanlış gelişerek geldi günümüze kadar. Tek bir insandan gelme kabulü, daha ilk başta insanlığı sapık bir tür haline getirir, insanları da bu durumu kabule zorlar.

Bu; aynı zamanda Tanrı’yı kısıtlamak, sınırlamak anlamına da gelir. Bu bir gizli ve sinsi yetersiz görmedir. Tarihsellik içerisine atılarak beslenmiş kötü bir düşüncedir.

Geleneksel öğretilerin yani dinlerin bize en yakın olarak kabul ettiğimiz İslam inancında bile bu beslenmiştir. Oysa işin doğrusu işin kökeni hiç de öyle değildir. Binlerce Adem atadan bahsedilir hatta yüz binlerce… sizce de bu daha mantıklı değil mi?

Asıl konumuz bu değil elbette…

Sadece büyük yanlış düşünce üzerine küçük bir doğrulama yaptık o kadar. Gerekirse bu doğrulamamızı geçerli bilgilerle ortaya koyabiliriz.

Şüpheye konu olan bilgi üreten nesneler, insan kökenli ise işin içine şüphenin yanı sıra bir de aldatmak, aldatılmak girer ki… Al sana şeytan!

Öf ki öf! Çık işin içinden çıkabilirsen. Yani insanın işi oldukça zor.

Bizi “oldu bitti evreni”nin kabulüne zorlayanlar ile var oluş ve devam etmenin kendinden zorunlu bir güce dayandırmanın arasına sıkışıp kalmış gibi duruyoruz.

Burada ilginç olan ise iki zıt kutbun kendi haklılıkları adına sessiz ve etkisiz bekleyişidir.

 Bence asıl sorgulanması gereken şey budur. Böylece yönümüzü daha iyi belirleyebiliriz. 

24 Eylül 2023 5-6 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (4)
  • Çok sesli, gündüzleri kakafonik, geceleri ise melodik olan tınıların arasında, beş dakika süren bir piyano solosu gibiydi yazı.

    Bilirsin müzik ile bağımı. Müzik için ödediğim bir ton bedel de oldu, Abiciğim... En sevdiğim enstrüman ise piyanodur. Neden mi... O kadar ölümcül ve o kadar kibar, naif ve sakin ki... İmreniyorum vallahi. Evet hem yazıya hem de piyanoya. Bir kere piyano eril. Aşmış bir erkek. Feminen olan keman. Hele hele piyanonun en baş oktavı ile en son oktavının ahenk içinde bir şeyler anlatması yok mu... Hah işte, tam olarak o tadı alıyorum yazılarından.

    Söylediklerine bir şeyler eklemek haddime değil. Yani şu yazılanların üstüne. Eh, neslim ve yaşım gereği, bu piyano solosunun bitiminde çıkış yapan elektronik seslere benzeyen bazı melodiler ile devam ettirmek diyelim mi buna? Elektronik müzik ve klasik müziği başarılı bir biçimde harmanlayan eserler ise en sevdiklerim.

    Bu yazdıklarının günlük hayatıma yansımasıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum yüksek müsaadenle. Derinliklerden alıp, bir parça yüzeye çıkaracağım. Yansımaları ile ilgili bir şeylere işaret edeceğim.

    Biliyorsun. Özgürlüğe ve kişisel sınırlara önem veren bir ailede büyüdüm. Bu sebeple midir, başka sebeplerle midir, bilemiyorum fakat diğer yaşıtlarıma göre daha objektif bir pencereden bakabilir olduğumu düşünüyorum. Yukarıdaki tez ve anti tezin toplumumuzdaki yansıması, 2023 itibarıyle, bir tarafta ölümüne muhafazakar, bir giriş kapısını tutup da yol verdiğimde, teşekkür dahi etmeyen, "iyi akşamlar" desem, hakaret algılayacak insanlar. Öte tarafta, modernite adı altında, sadece ve sadece ruhlarını kirleten, güvenilmez, inanılmaz, birlikte şuradan Kızılcahamam'a kadar bile yola çıkılmaz, hedonist, bencil, tutarsız insanlar.

    Bunların aralarında kalan da bir sürü insan olduğunu biliyorum. Ama sessizler, soyutlanmışlar, pek ortalıklarda görünmüyor, soğuk bir biçimde yaşıyorlar, öyle yaşıyorlar ki küçücük kalmış alanları da ellerinden gitmesin.

    Pandemi sonrası ise bu çizgiler iyice keskinleşti. Olmamış bir insan, kendisine tahammül etmeyi öğrenirse, sağlam sosyopat olur. Ben bu kendine tahammülün kolay olmayışının da kodlanmış bir şey olduğunu düşünüyorum.

    Ne güzel bir yazı yine. Bugün sesini duydum ya, gerçekten çok iyi geldi Abi. Benim için çok özel ve önemlisin. Aklıma gelmediğin bir gün yok.

  • 7 ay önce

    aynı şeyi size de sormak geldi içimden sayın Kına. sahi, ne değişecek? uzak yoldan haber sormak..., diyordu bir şair. sanırım Hasan Dede'nin bir şiirinde. Daha ileride robot değiliz mi, daha geriden noktasıyız mı alemin. Hangi yazı şimdidir, hangisi gelecek veya geçmiş. , sahi geçmişte mi yaşayacağız, gelecekte mi? yine öyle diyordu bir sözde, Ali'den sanırım: bir sonraki dönem veya çağ için yetiştirin miraslarınızı diye... niye şaşırmaz insan artık, tanıdığı için mi... şaşırtın bizleri üstadım.. öyle bir şaşırtın ki... yeni bir çığır açılsın zihnimizde.. neden dönüp duruyoruz hep aynı düzlemde...

    iyi geceler dileklerimle güzel ve uyanmak istemeyeceğimiz rüyalardan uyanmamak dileğimle tüm anlayışlı insanlara.