tarihe bakış ya da tarihsel bakış

18. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkmaya başlayan ve hızla gelişen bilim ve teknolojiyle olgunlaşan evrensellik, küreselleşme, globalizm gibi kavramlar, insanların yaşamsal karakterlerini doğrudan etkilediğinden toplumların yaşamlarına dair bir çok olgu ve durumlarda revizyonu ihtiyaç haline getirmiştir. İnsanoğlu, aklını kullanmak suretiyle doğada şifreli olan bilgileri keşfedebileceğini anlayınca küreselleşme süreci başlamış oldu. Bu durumun farkına varmak, aslında insanlık tarihi adına başlı başına bir devrim, yepyeni bir dönemin başlama kıvılcımıdır. Fakat bu husus, büyük ölçüde ihmal edilmektedir.

Bir süredir, ulus-devletlerinin milliyetçi tarihi olarak şekillenmiş olan tarih eğitimi; küreselleşme, kültür kimliği ve uluslararası hümanizm düşüncesinin yaygınlaşmasıyla yeni tarih eğitimine olan ihtiyacı gündeme getirmiştir. Yukarıda da ifade edildiği gibi yaşamsal olguların revizyonuna tarih eğitimi de böylece girmiş olmaktadır.

Özellikle 1946'dan sonra UNESCO' nun tarih eğitimine dair etkinlikleriyle değer kazanan uluslararası hoşgörü ilkesi, birçok dünya ülkelerinde tarih eğitiminin revizyonuna ilişkin tartışmaların başlamasına neden olmuştur . Bu ülkelerden biri de Türkiye'dir. Hatta Türkiye'de Türk Tarih Vakfı, işlevselliği itibariyle UNESCO'nun felsefesine tamamen kendini kaptırmıştır. Zaten önemli etkinliklerinin büyük çoğunluğunu UNESCO, Avrupa Birliği ve bazı Avrupa vakıfları tarafından finanse edilmektedir2. Zira UNESCO tarih eğitimi üzerinde çalışan kurumlarla yakın temas halinde bulunmak istemektedir3. Öyle veya böyle, sonuç olarak ülkemizde son dönemlerde tarih eğitimi; tarih bilimcileri ve eğitimcileri arasında önemli bir tartışma konusu olarak sık sık gündeme gelmektedir. Ancak henüz kayda değer bir gelişmenin uygulamaya geçtiğini söylemek doğru olmaz.

Tarih eğitimi konusu, ülkemiz bilim adamlarının ideolojik çatışmaları nedeniyle bir türlü uzlaşı çatısı altına girememiştir4. Tarih eğitiminin yıllardır ideolojik amaçlara hizmet etmesi, sorunu büsbütün karmaşık hale getiriyor. Öyle anlaşılıyor ki bir süre daha, dogmatik kalıplar içerisinde çırpınıp durulacağı anlaşılmaktadır.

Ülkemizde, tarih eğitiminin yeni bir şekil alamamasındaki sebepler, sadece küreselleşme olgusu dahilinde üst kültür-alt kültür kimliğinde denge oluşturma problemi değildir. Tarih eğitiminde, kendi iç problemlerimiz de vardır. Bir kere, cumhuriyet öncesi tarihimize karşı bir tepki bir kopuş söz konusudur. Bu tepkinin ve kopuşun günümüzde halen devam etmesi, hatta bunun öncülüğünün entelektüel kimliklerce yapılması ilginçtir. Başka bir problem ise ideoloji problemidir. Tarih eğitimi, ideoloji kazandırmada önemli bir ekol olarak düşünüldüğünden uzun yıllar bu amaca hizmet etmiştir. Hatta ideoloji çatışmaları yüzünden iktidar değişimleri, tarih eğitimi ve ders kitaplarına müdahale için fırsat olarak düşünülmektedir. İşte bu ve buna benzer problemler, küreselleşmeye rağmen, tarih felsefesinin yeni bir şekil alması olayında, kolay bir süreci işaret etmemektedir.

Her şeye rağmen ulus olarak gelişim ve değişimlere her zaman kucak açmamız gerekmektedir. Eski alışkanlıklarımızı töreleştirip yorumlanamaz hale sokmanın gelişen dünya şartlarında ne gibi faydası olabilir, hatta zararı söz konusudur. Atatürk'ün İnkılapçılık ilkesi de zaten bu noktaya işaret etmekte değil midir? İlginçtir, İnkılapçılık ilkesine rağmen Atatürk İlkeleri bile, töreleştirilmekten kurtulamamıştır. Bu konuya ilişkin eleştiri ve yorumlar sakıncalıdır gibi bir tutum sergilenmektedir. Bu durumu mantık kuralları dahilinde anlayabilmek mümkün değildir. Beyinlerimizdeki kalıpları kırmakta neden bu kadar tereddüt yaşıyoruz, merak konusu gerçekten.

Tarih eğitimi, örgün eğitim kurumlarında çok önemli bir yere sahiptir. Bu önemiyet, negatif amaçlı yada pozitif amaçlı olarak kullanılabilmektedir. Tarih eğitimi, günümüze dek çok kez ideolojiler uğruna bir silah olarak da kullanılmıştır. Milliyetçilik ve ırkçılık karakterleri, amacından sapmış tarih eğitiminin sonucu olarak ortaya çıkabilmektedir. Mesela 1933 Almanya'sında Nazilerin iktidara gelmeleriyle birlikte, tarih eğitiminin şekli de değişmiştir5. Bu değişiklikle diğer milletler, Almanya'nın gölgesinde ezilmiştir. Zaten çok geçmeden de İkinci Dünya Savaşı kendini göstermiştir. Şüphesiz ki bu savaşın yegane sebebi, uygulana gelen tarih eğitimi değildir, ancak oluşumunda tarih eğitiminin de etkisi olmuştur. Bu örnek, tarih eğitiminin doğrudan yada dolaylı olarak dünya gündemini işgal edebilecek niteliğe sahip olabileceğini ifade etmek için de önemli bir veridir.

UNESCO'nun hoşgörü felsefesi, tarih eğitiminde özveri ilkesine dayanıyorsa veya tarih eğitimine yerel tarihten vazgeçerek, uluslar birliği tarihi kimliği kazandırmaya çalışıyorsa bu durum tarih biliminin ilkeleriyle çelişmekte olduğunu ifade etmez mi? Yok eğer, hoşgörüden kasıt tarih eğitimini diğer uluslara karşı haksız ve yersiz ideolojik propagandadan arındırmak ise bu uğraşı takdirle karşılamak gerekir.

Bu araştırmanın amacı, gündemdeki mevcut küreselleşme olgusunun oluşturduğu çatı altında, uluslararası hoşgörü adına, tarih eğitiminde özveri meselesi değildir. Kaldı ki bu araştırma, böyle bir uğraşa büyük ölçüde karşı çıkmaktadır. Tarih eğitiminin tamamen ortadan kaldırılması, özveri ilkesiyle oluşturulan tarih eğitiminin topluma sunulmasından çok daha faydalı olacaktır, fikrindedir. Hiç kuşku yoktur ki küreselleşen dünyada, uluslararası ilişkilerde dünya barışının sağlanabilmesi için dostane ilişkiler kurma ve hoşgörü felsefesi erdem sayılacaktır. Ancak, bu amacı gerçekleştirmek için tarih eğitimini kullanmak, haksız ve gereksiz bir projedir. Bu araştırmanın amacı; küreselleşmenin gereği olarak, her bilimden en azami derecede faydalanabilmektir. Tarih de bir bilim dalı olarak bu konuda üzerine düşeni yapmak zorundadır. Tarihten faydalanırken, tarihin bilim estetiğine zarar vermemek gerekmektedir. Şüphesiz ki tarih bilimi, bilim olarak da insanlığa bir çok hizmetler ve faydalar sunabilecek karakterdedir.

Evet, tarih bilimini ve eğitimini yeni baştan şekillendirmek ve düzenlemek gerekmektedir, bu bir ihtiyaçtır, ancak bu revizyon, sade ve sadece eğitim ve bilim ideolojisine bağlı kalarak gerçekleştirilmelidir.

Tarihsel bilgiler, eğrisi ve doğrusuyla gerçekleri ifade etmelidirler. Her ulusun gerçek tarihi, yaşamsal dinamiklerinin filizlenmesini sağlayan temellerdir. Gerçek tarihlere sahip çıkmak küreselleşmenin gereğidir. Küreselleştiğini düşünen uluslar da gerçekleri yansıtan başka ulusların tarihini hoşgörü ile karşılamalı ve kabullenmelidirler. Küreselleşmede hoşgörü, bu noktalarda aranmalıdır.

05 Ekim 2008 6-7 dakika 9 denemesi var.
Yorumlar (4)
  • 15 yıl önce

    demişsinizki tarih bilimini yeniden şekillendirmek gerekir yani siz diyorsunuzki tarih üzerinde oynamalar yapalım eğitminden bahsetmişsiniz bence hiç bir sorun yoktur tarih biliminde ve tarih eğitiminde her millet kendi tarihini okur tarih değiştirilemez ne yaşandıysa o anlatılır yani bence siz boş konuşuyosunuz.Gerçek tarihlere sahip çıkmak küreselleşmenin gereğidir demişsiniz..Oysa tarihe sahip çıkmak küreselliğe meydan okuyup küreselliğe gerektiği gibi küreselliğe meydanda okumaktadır..

  • 15 yıl önce

    Atatürk ilke ve inkilaplarından bahsetmişsiniz öncelikle bi sayın atatürk ilkelerini sıralayın hepsini okuyun ve türkiye üzerinden bu ilkeleri aklınızdan silip atın bakın bakalım ne göreceksiniz...

    Eğer atatürk ilkeleri olmasaydı bizim şu anda ingiliz sömürgesi konumundaki hindistandan hiç bi farkımız kalmazdı hepsi bizim için altın değerindedir... Bunun farkına varmanız dileğiyle ikincisi ise küreselleşmede hoşgörü aranamaz globalleşme denilen şey sınırların ortadan kalkmasıdır..biraz bencilce olucak ama ben kendi ülkemin kalkınmasını isterim.ve son olarakta esen kalın.

  • 15 yıl önce

    Edeb-i sınırlar aşılmış...

  • 15 yıl önce

    YORUMUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRÜ BİR BORÇ BİLİRİM... SAYGILARIMLA