Teslimiyet 14


Biz topluma bir maliyettik. Lakin toplumun da bize bir maliyeti vardı. Bu maliyet herkesin eşdeğer kolektif emeği üzerinde karşılanmaydı. Şimdiki vergi, bu kolektif maliyetin karşılanması olan kolektif zorunluluğa öykünen çok kötü bir kopyasıydı.

Toplum üreten kolektif yapılı kolektif güç olmakla kişi üstü, insan üstüydü. Hayat genelde en çevik olanını, en dayanıklısını, en güçlüsünü ayakta bırakıyordu.

Hayat kendi aklını; hile yolu ile savunmada kullanan en kurnazını hayatta bırakmakla bu karakterleri doğadaki seçme ayıklama yolu ile doğaya uygun olan iyi karakteri döl yolu üzerinde türe aktarıyordu.

Oysa toplumlar doğanın yaptığı bu seçme ayıklama işini hayli geriletmişlerdi. Bu iyiydi. Ancak iyinin tersi olan kötü durumu göz önüne alan önlemleriyle bu iyiydi.

Toplum içinde yaşamak için en dayanıklı, en güçlü, en çevik, en akıllı kurnaz olmanız gerekmiyordu. EMS’le de olsanız, bitkisel hayatta da olsanız toplum sizi yaşatıyordu.

Ne türlü doğarsa doğsun kişinin üreten toplum içinde yaşama hakkı yadsınmaz bir toplumsal gerçeklikti. Toplum doğadaki fiziki ve biyolojik evrimin doğal seçiciliğini geriletmişti. Toplum insanlık adına adeta doğal seçilime hiç önem vermemişti.

Yani doğa zayıfını, güçsüzü, kurnaz olmayan aptalını elerken üreten toplum zayıfı güçsüzü, kurnaz olmayanı ve aptalı yaşatıyordu. Bu iyiydi. Şimdiki toplum denkleşen tüketimli toplum olmasa da doğal düzene göre hayatı, hayat standardını yükseltmişti.

Zayıfın, güçsüzün, aptalın doğal elenme elinde alınması iyiydi. Kötü olan, zayıfın aptalın, patolojik engelli hastanın daha çok, fütursuzca çoğalması, üremesi; yanlıştı. Fakat bu durumda sömürgeci sistem içinde sömürenlerin çok işine geliyordu.

Her yönüyle sömürenine muhtaç, duyduğunu anlamaktan, düşünmekten aciz güruhun sadece kas kuvveti sömüren sistem için elzem öneme sahipti. Nasıl olsa efendisi onun adına da kendi adına da düşünürdü. Dini ahitler bunun için değil miydi? “Siz bilmez siniz, ben bilirim” diyordu “El”.

Buna karşın toplum temel düzlemli doğal seçilimi bilmezden, görmezden, gelmekle eylemli ve düşün insanın kalitesini tümden düşürmüştü. Kalitesizlik marka ve değer olmuştu.

Bakın şehirlere, kırsal kesimden gelen göç bahanesiyle şehirler koca koca köy kentlere dönüşmüştü. Gelen geldiği yere uyum sağlayacağına geldiği yer gelene uyum sağlamıştı. Bu efendilerin en istediği tutumdu. Cehaletle beslenen sömürü için cehaleti cehaletin gözünde el üstünde tutmak gerekiyordu.

İşte demokrasi de tam da bu kalitesizliğin üzerine oturmuştu. Oysa bizim demokrasi müthiş deneysel uygulamalı işbaşında proje ile yetişme, dünya klasikleri çevrili okuma kültür tartışma etkinlikleri üzerine kurulan bir aydınlanmacı köy enstitüleri ile inşa edildi.

Heyhat, inşacıların hayatta çekilmesi ile ve artan kalitesizliğin artan seçme seçilme kalitesizliği nedenle büyük beğeni ve alkış destekleri ile aydınlanmanın köküne kibrit suyu dökülecekti.

El ve Mamon tarifeli kurallarla yöneten ve yönetilenler de bu kalite siz oluş içinde daha bir rahattılar. Çünkü her durumda dünyaya aynı gözlükle bakmanın en az enerji durumuyla olmanın rahatlığıydı. İşte bu durumda bile uyuşukluk psikolojisi hakimdi. “Sana ne soyuyorlarsa beni soyuyor” demekle hırsızlığı ve tecavüzü kutsamalar başlıyordu.

19. yüzyıla kadar gelen dünya ölçeğindeki devrimci dinamiklerle olan sınıfsal hayat, günümüz dinsel yatıştırıcılığın etkisiyle de tümden geriletilmiş, dinamikler karşısında duyarsızlık duyarga olmuştu.

Bir yanda “İlim Çin’de bile olsa al” diyor. Sonra bunu unutmuş gibi “ulemaya soralım”; ben cahili severim. Okumuşları görünce beni afakanlar basıyor” kutsaması yükselen değerdi.

Kalite adı altında kalitesizliğe koruma getiren bu durum, aynı zamanda da tehlikeli boyutta nüfus artışıydı. Tinsel ve tensel ve bilişsel kalitesizlik Dünya genelindeki tüm vahşi hayatın da tehdidiydi.

Hızlı bir yaşam alan daralması, doğa kirlenmesi, küresel ısınma ve hızlı bir kaynak tüketimi olmakla; kendi kendisine yenilenebilir doğanın hızından da hızlı bir tüketim kütlesini oluşmuşlardı.

İnsan için yiyecek sorunu olmayabilirdi. Ama kendi dışımızda geleceğe doğru akan gelecekteki sürekliliği oluşan, gelecekte sürecek olan hayatın temsilcisi olacak türün hayatlarının kısıtlanması ve bu hayatlara tehdit olmamız, affedilir gibi değildi.

Kalitesiz doğumun yaşamasını sağlamak başka bir konu ve insanlıktı. Kalitesiz bir doğumu doğaya rağmen yaşatmak doğaya da üstünlüktü. Ama taraftan da neslin kalitesizlik üzerinde sürdürülmesi de doğanın gerisine düşmekti. Görülmeyen buydu.

Üreten toplum koruması kaliteyi hiç sinmeyle kaliteye önem vermiyordu. Hastalıklı dayanıksız, kötücül durumla doğal süreçte hayatta kalma şartlarını taşıyamayanlar; üreten toplum içinde döl vermekle, tür bozulması hızla artıyordu.

Sorun güçsüzün, dayanıksızın, zayıfın, hastalıklının, patolojik engellinin dramlara neden bebek doğumları ile vahamet gözler önündeydi. Bir patolojik bozukluk üremiş hepsi de beş patolojik bozuklukla TV’lerde bize ev, iş verin, tedavimizi yapın diyen Mevlana kapı dilenciliğine dönmüştü.

Köle olduğunu ve köle doğurduğunu idrakten aciz patolojiler çok çoğalmış patolojik bozuklu doğumlarıyla şimdiki patoloji bozuklu nüfusu %15’lere kadar çıkarılması çok düşündürücüdür.

Sorun doğmuş olan aptalın, bozuk kimyasal dejenerasyonların yaşaması asla değildi. Nesli sürdürme koşulu içinde akıllı ve dayanıklılara göre bunlardaki nüfusun 5-6 kat daha fazla artmasıydı. Artık dayanıklının, hastalıkta ölmemesi bir yana, en üfürümün en doğurganın 80-100 yıl yaşadığı şartlar içine gelmesiyle, seleksiyon sıfırlanmıştı.



23 Ekim 2019 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar