Teslimiyet 7

Adalet mülkü olandan yani yönetenden veya emir sahibinden beklenir. Mülk sahibine göre adalet dikte edilen ya da sayılan, tadat edilen söylemler içinde mülk sahibinin emir ve istekleriyle belirecekti.

Mülk sahibinin belirlemesine yasağına, serbestlerine göre olmakla, adaletli olunurdu. Adaletli olunmak demek; mülke göre, mülk sahibine göre olmakla gerçekleşmeydi.

Görüyorsunuz her yerde teslimiyet var kölelik kıskacı var. Bir acıma, bir merhamet, bir lütuf, bir sadaka, bir iyilik, bir kötülük, zülüm vs. hep köleliğin icrasıyla, köleliğin benimsenmesi ile köleliğin meşruiyet addedilmesi ile oluşan teslimiyete yönelik yansımalardır.

Lütuf ve sömürünün belirdiği noktadan itibaren efendiler şunu iyi anlayacaklardı. Artık salt kurnazlık ve zekâ ile güç ile yoksulların öfkesine gem vurmak pek olası olmuyordu. Zülüm ederek kölelere mücadele ediyorum derken köleleri de tümden kırıma uğratamıyordu. Üstelik kırım da çare olmuyordu.

Bu durumda El 'in yeni bir özelliği ortaya konacaktı. Siz ölürken El diri olandı. Siz ölünce El 'in huzuruna çıkıp El ahdine karşı sadakat ve teslimiyetiniz üzerine yaşamın hesabını verecektiniz. Böylece efendiler bir öte dünya imleci ile de yoksulluğu, köleliği, cehaleti, öğretiyi kontrol edecekti.

Adaletle (kurnazlık-tuzak ile) mülkü elinde tutamayanlar, zulümla mülkü elinde tutmağa uğraşıyordu. İyilikle, lütufla, merhametle, sadakayla; minneti duygu oluşturup, kalpleri köleliğe ve kölelik ahdine ısındırmakla mülkü ellerinde tutmak istiyorlardı. Buna karşın yapılan dirence "nankörler" denip nankörlüğekarşı kötülük yapmış oluyorlardı.

Yeni tuzak ve hilelerin hukuksuzluğuyla adaletli olanlar, bu adaletle mülkü ellerinde tutmak istiyordular. Bu nedenle adalet mülkün veya mülk sahipliğinin ve mülk sahiplerinin varlığının temeliydi.

Her ahit, adım, adım süreç şartlarına göre yapılıyor. Olaylar yaşandıkça dürüncesi ediniliyordu. Yani Minerva'nın baykuşu gece uçuyordu. Böylece her yeni sürecin, zıddı olan boşluk alanıyla, baykuş boşluğa inşa oluyordu. İlk köleci inşa içinde para ve para adamlığı olan "burjuva sınıfı" yoktu.

Bu nedenle ilk ahit içinde para olmayan; maden, kumaş, buğday, üzüm, yağ, yoğurt, koyun, keçi gibi ayni mal mülk sahipliğiydi ve Ayni mal mülk sahipliğinden yoksun olan kişilerin mülk sahibine çalışmasıydı. Mülk sahibi çalıştıran, iş verendi. Mülkten yoksun olanlar çalışanlar ve iş arayanlardı. Yani El sistemi çalıştıran ve çalışan ilişkilerden ve bu ilişkilerin düzenlenmesinden doğmuştu.

Tevrat'ın yeni anlayışla, yazılı nüshalar haline getirildiği çağlar içinde MÖ. 7. yüz yıllarda para ve para adamlığı ortaya çıkmıştı. Takas ve ticaret işlerinde ayni kullanım yerine, nakdi (para) kullanımı önem kazanmaya başlamıştı.

Para ayrıca kokmadan, uzun uzun depolanma istemeden; kolaylıkla taşınıp, saklanıp birikiyordu. Üretimi yapılan bir ayni ürün, durduk yerde çoğalıp azalmıyordu. Ama paranın saymaca (nominal) bir yanı olmakla 3 lira 5 lira oluyordu. İşte bu durum yeni bir kurnazlıkla kâr denen sömürünün ikinci bir daniskasını ortaya koyacaktı.

Bir teneke buğday, siz 2. teneke buğdayı üretmeden; durduk yerde 2 teneke buğday olmuyordu. Oysa para durduk yerde hiçbir şey üretmeden 1 paraysa 11, 21, 101 para oluyordu. Yani siz üretmeden para birikiyor ve çoğalıyordu. Parada böylesi bir illüzyon vardı.

Şu hâlde bu illüzyon ekonomik olayların içine de sokulmalıydı. Bir teneke buğday = bir koyun ile değiştiriliyorsa; bu bir teneke buğdayın bir koyun ile eşdeğer takası olan mütekabili bir "değerdi". Bir teneke buğday bir koyundu. Ya da bir koyunun değeri, bir teneke buğdaydı.

Bunu para diliyle söylersek para değiştirme değeri olduğu sürece, bir teneke buğday 1 Liraysa; onun eşdeğeri olan koyun da otomatikman bir lira olmalıydı. Koyun ve 1 teneke buğdayın siz 2. bir üretimini yapmıyorsanız ve siz bunları tüketmedikçe bunlar ne azalır, ne çoğalırlar. Öyleyse bunların değiştirme değeri olan para da, ne artar ne çoğalır.

İyi de bir liralık bir para varlığı, neden ve nasıl 2 lira oluyordu? İşte Ali Cengiz oyunu olan illüzyon buradaydı. 1 teneke buğdayla bir koyunun arasına takastılar değil, para girmişti. Para adamlığı dediğimiz alım satımcı olan burjuva adamlığı girmişti.

Üreten güçlerin mütekabiliyeti yükümle yaptıkları ittifak manifestosu içinde eş değer takas yükümlüğü olan süreç, ortadan kaldırılmıştı. 20 kişilik gruba 400 teneke buğday üretip veren gruba karşılık, karşı tarafın da 400 koyun verme, gerçek yükümlülüğü yerine; her şeyin para olarak belirlendiği sanal ve tuzak para oyunu sahneye konmuştu.

Gerçek süreç yerine illüzyonlar oturunca, işin rengi değişecekti. Kendisini El mana anlayışıyla ortaya koyan bencil kurnazlık şimdi de "Mamon insan olarak para sahibiydi".

İki mütekabiliyeti girişim arasındaki takas ortadan çekilmiş, yerine para adamının alım satımları devreye girmişti. Mütekabiliyeti yüküm esasına göre karşı grup için 400 teneke artık buğday üreten gruba para sahibi yeni bir yuzak ve kurnazlık söyleyecekti. Buğday satan gruba "buğdayı alan yok, ancak 200 teneke buğdayını alabilirim" diyecekti.

Eş değer takas yükümüne göre 30 kişilik buğday üreten grup; karşı grup için 400 teneke ihtiyaç fazlası buğday üretmişti. Bir teneke buğday 1 lira olmakla 400 teneke buğday 400 lira olacaktı.

"Buğdayın alıcısı yok" diyen para adamı bu yalan ve hilesi ile diğer 200 teneke buğdayı tarımcı grubun elinde alıkoyacaktı.

Tarımcı grup biliyordu ki elinde kalan 200 teneke buğday koyuna dönüşmedikçe bozulup ziyan olacaktı. Oysa kendisinin de koyuna ihtiyacı vardı.

Dört yüz koyuna karşı dört yüz teneke buğday verirken nedeni ne olursa olsun "elinde kalma", üretim fazlası olma gibi kimsenin aklına gelmeyen yeni bir süreç ortaya çıkmıştı. Böyle bir süreç aklına gelse bile ayni durumla birikenlerin 400 teneke buğdayın ve 400 koyunun ihtiyaç fazlası birikmesinde hiçbir fayda elde edemiyordu.

Tarımcı ve buğday üreten kişi burjuva para adamına diyordu ki "şu koyuna karşı eşleşmede olacak koyunlardan, para olarak eşleşmesi yapılmayan 200 teneke buğdaylarıma da 200 lira değil de 100 lira ver" diyordu.

Para adamı 300 liraya aldığı 400 teneke buğdayı, karşı gruba (sektör tüketicilere) yine 400 koyun karşılıı 400 liraya satıyordu. Para adamı 400 liralık buğdayı 300 liraya alınca böylece 100 lira kazanmış (!) oluyordu. Yersen. Ne yazıkki yiyorduk.

100 lira, para adamı tarafından karşılığı ödenmemiş emek değeriydi. Sömürüydü. Oysa para adamımız 300 lirya aldığı buğdayı, yine gerçek ve mütekabiliyet değeri olan 400 koyuna satıyordu. Aradaki fark karşılığı ödenmeyen emekten kaynaklanan yüz liraydı. karşılığı ödenmemiş emeğin adına da yeni bir illüzyonla KÂR diyordu.

Oysa dış dünyada 1 teneke buğday = 1 koyundu. Yani 1 koyun bir lira ve bir teneke buğday da bir liraydı. Siz bir koyun ile bir teneke buğday almak için sizin iki lranız olacaktı ve siz bir koyun ile bir teneke buğdaya iki lira ödeyecektiniz.

400 teneke buğdaya da 400 lira ödeyecektiniz. yan yattı çamura battı diyerek 400 teneke buğdayı 300 liraya alıyordunuz. Ayni şekilde 400 koyunu da 400 lira yerine aynı hilelerle 300 liraya almakla ödenmemiş emeklerin karşılığına kâr diyecektiniz.

400 teneke buğday 400 liraysabu bu belirleme mütekabiliyeti yükümle gerçek değerdi. Bu malın para karşılığı olan değeriydi. Oysa 400 teneke buğdaya 300 lira verdiğinizde 300 lira bu malın "değeri" değildi FİYATIYDI.

İşte para adamları fiyat üzerindeki paranın nominal değer değişmeleri nedenle kâr ve sömürü, ortaya koymuşlardı.

Oysa 400 teneke buğdayın tüketicisi, aracı olan paranın ve para adamının sütre gerisinde karşılığını koyun olarak üretmiş bir tüketici grup olmakla hazır ve nazır duruyordu.

Biz para, para adamı, kâr, ucuz, pahalı, arz, talep gibi hepsi ayrı ayrı tuzak ve kurnazlık olan sütreden ötürü (örtü, perde, gizleyen, saklayandan ötürü) sütre gerisinde hazır ve nazır olanı görmüyor bilmiyorduk. Bu durumda eşdeğer takasın yerini alan para ve para adamı bize illüzyonlar yapıyordu.

16 Ekim 2019 7-8 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar