Tözün Çağrısı / Bir Milletin Unutuşu Üzerine

Bugün Türkiye’nin sokaklarında yürüyen her genç, görünürde çağın tüm gerekliliklerini taşır gibi görünmektedir: bir telefonu vardır, bir öğrenci kartı, bir dijital kimliği, sosyal medya hesapları… Her gün bir yerlere yetişir, bir sınava çalışır, bir sertifika peşinden gider. Ama bu genç, kim olduğunu gerçekten biliyor mu? Dahası, “ne” olduğunu hatırlıyor mu?
İşte burada karşımıza çıkan kavram, “töz”dür.
Eski Türkçede “töz”, bir şeyin aslı, cevheri, özü anlamına gelir. Bir milletin ya da bireyin varlık sebebi, değişmeyen çekirdeği, yaratılışındaki niyettir. Bugün biz bu töz kavramını yitirmiş durumdayız. Toplum olarak yüzeyde çok şey taşıyoruz, ama derinlikte boşuz. Herkes bir şeyler söylüyor, ama söyledikleri şeyin ruhu yok. Çünkü söz tözünü kaybettiğinde, yalnızca gürültü olur.
Töz, yalnızca felsefi bir terim değildir. Bir varoluş göstergesidir. Tözünü yitiren kişi, yaşamaya devam eder ama yönsüzleşir. Kimin sözünü tekrar ettiğini bilmez, neye hizmet ettiğinin farkında değildir. Şeklen canlıdır, ruhen ise karışıktır. Tözle bağlantısı kopmuş bir toplum, kendi kimliğini başkalarının tanımladığı kalıplarla inşa etmeye başlar. Bu yüzden günümüzde Türk gençliği, bir yandan Batı’nın bireyci idealine özeniyor, bir yandan Doğu’nun gelenekçiliği arasında sıkışıyor. Çünkü kendi içsel merkezine, yani tözüne, uzak.
Peki töz nasıl unutulur?
Cevap basittir ama derindir: Bağlar koparılır.
Türkçede “bag” kelimesi, yalnızca ip, zincir, bağ demek değildir. Bag, bir şeyi bir başka şeye ruhsal ve tarihsel olarak bağlayan içsel dokudur. Bag; bireyin ailesine, soyuna, toprağına, kültürüne, Tanrı’ya ve hatta kendi içine olan bağlantısıdır. Bu bağların kopmasıyla kişi kendi bütünlüğünü yitirir. Bugünün gençliği bu yüzden dağılmış, dağınık ve içsel olarak sessizdir. Anneyle konuşmaz, babayla anlaşmaz, hocasıyla bağ kurmaz, geçmişiyle yüzleşmez. Çünkü bag yoktur. Kökten uzaklaşılmıştır.
Bu noktada karşımıza yıltız kavramı çıkar. Yıltız, kelime anlamıyla bitkinin köküdür. Ama metinlerde çok daha fazla şeydir: “Köken”dir, “tutunduğun şey”dir, hatta yer yer soy, nesil, damar demektir. Bugünün Türk genci köküne uzak büyütülmüştür. Ona yalnızca geçmişin yükleri anlatılmıştır, ama geçmişin mirası gösterilmemiştir. Onunla “ne olacaksın?” diye konuşulmuştur, “nereden geliyorsun?” diye değil. Hâlbuki bireyin kim olduğu, köküyle kurduğu bağla şekillenir. Köküyle barışık olmayan, gövdesini dimdik tutamaz. İşte bu yüzden milletin bireyi ne devlete sadık, ne halka bağlı, ne de kendine dürüst kalabilir. Çünkü yıltız kırılmıştır.
Ama yıltız yalnızca kişisel bir mesele değildir. Milletin bütünsel hafızasıyla ilgilidir. Burada bir başka temel kavram girer devreye: uguş.
Uguş, Eski Türkçede soy, aile, kabile, zümre anlamına gelir. Ama kuru bir akrabalık değildir. Uguş, aynı zamanda Tanrı'dan gelen soy zincirini, yani kutsal aidiyeti ifade eder. İnsan yalnızca bir anne-babadan değil, bir uğurdan, bir niyetten doğar. İşte uguş, bu niyetin taşıyıcısıdır. Bugünün aile yapısı, yalnızca biyolojik sürekliliği önemsemektedir. Evlat yetiştirirken ona uğur, yücelik, niyet yüklenmemekte; yalnızca statü, başarı, övünç, diploma verilmekte. Bu yüzden uguş zinciri kırılmış, çocuklar yalnızca kendine ait sanılan bir bireyselliğe itilmiştir. Oysa kişi, sadece kendine değil; soyuna, topluma ve evrene karşı da sorumludur. Bu da ancak uguş ile mümkündür.
İşte bag, yıltız ve uguş kırıldığında, töz de sessizleşir.
Tözün sustuğu yerde kut da çekilir. Kut, bir bireyin Tanrı katındaki değerini gösteren denge ve meşruiyet armağanıdır. Türk devlet felsefesinde kut, yalnızca hükümdara değil, her kişiye yöneliktir. Herkesin taşıdığı bir kut vardır. Ama bu kut, tözle birlikte yürür. Töz unutulunca, kut da kaybolur.
Bugün toplumumuzda kut kalmamıştır. Çünkü kut, iç dengeyle ilgilidir. Oysa günümüz insanı dengeden uzaktır. Ailede, okulda, sokakta, medyada hep bir gürültü, bir yarış, bir gösteri vardır. Bu ortamda denge sağlanamaz, çünkü öz unutulmuştur.
En son: tamğa.
Tamğa, bir damga değil, hafızanın mühürüdür. Bir boyun, bir soylunun, bir milletin kendi varlığını mühürlediği işarettir. Ama yalnızca simge değil; aynı zamanda bilinçtir. Bugün Türk genci tamğasını taşımıyor. Çünkü ona bu damga verilmemiştir. Onun yerine diplomalar, kimlik kartları, dijital profil linkleri verilmiştir. Bunlar bilgi içerir, ama hafıza taşımaz.
Sonuç olarak, töz, yıltız, uguş, bag ve tamğa gibi kavramlar yalnızca dilsel değil; ruhsal ve toplumsal varlık göstergeleridir. Bu kavramlar unutulduğunda, millet yalnızca bir siyasi yapı olarak kalır, ruhunu kaybeder. Oysa millet sadece yaşayan bir kalabalık değildir; geçmişten gelen bir iradenin bugündeki yankısıdır.
Bu nedenle her Türk genci, kendini yeniden tanımaya yeltenmelidir. Ama bu tanıma dışarıdan değil, içeriden başlamalıdır. Kimliği, diploması, aidiyeti kadar, hatırlayışı da olmalıdır. Çünkü töz hatırlanır, ezberlenmez. Ve hatırlayan bir birey, sadece kendine değil, milletine de nefes olur.
Bugünün Türk gencine dönüp soruyorum:
Senin tamğan nerede?
Marka logolarında mı?
Instagram etiketlerinde mi?
Takipçi sayılarında mı?
Hayır. Orada değil. Çünkü senin tamğan yüreğine kazılıydı. Ama şimdi yüreğin kapalı. Kapalı yürek töz taşımaz. Bag, yalnızca ip değildir. O, ruhtan ruha geçen bağdır. İnsanla Tanrı, çocukla ana, bireyle millet arasındaki görünmeyen bağ... Bağ koptuğunda, insanlar yalnızlaşır. Toplum çürür. Çünkü insanlar ilişki kurar ama bağ kuramaz. Bugünün gençliği ilişkiler içinde ama bağsız. Birbirine yakın ama birbiriyle bağlı değil.
Şimdi bütün bu unutkanlıkların ortasında bir toplum duruyor. Hâlâ yaşıyor. Ama yaşamıyor. Çünkü artık kut yok. Kut, Eski Türklerde Tanrı’nın bireye verdiği ilahi denge ve meşruiyet armağanıdır. Kutsal olanla hizalanmış, doğruyla, adaletle bütünleşmiş bir yürüyüştür. Bugün bu yürüyüş yok. Sadece yarış var. Rekabet var. Gösteri var. Ama kut yok. Çünkü kut, tözle gelir. Töz yoksa, kut da yoktur.
Bugün öğretmenler çocuklara bilgi veriyor ama töz kazandırmıyor. Çocuklar not alıyor ama yıltız duymuyor. Aileler çocuk büyütüyor ama uguş mirası aktarmıyor. Gençler yaşıyor ama tamğasız, bagsız, kışsız bir hayatın içinde savruluyor. Eğitim sistemimiz kut inşa etmiyor. Sadece diploma veriyor. Diploma, tözsüzse yalnızca bir kâğıttır. Bu nedenle, bu topraklarda doğmuş her Türk genci, artık kendi tözünü aramalı. Bnu dışarda değil, içinde aramalı. Çünkü töz dıştan verilmez. O içeride hatırlanır. Hatırlamak, bizim yeniden bağ kurmamızdır.
Yıltızımıza…
Uguşumuza…
Tamğamıza…
Kutumuza…
Kendimize…
Bir Türk gencine sabah aynada kendine şu sözü vermesini isterim:
“Ben tözümle geldim.
Tözüm yıltızımda,
Uguşum atamda,
Bagım halkımda,
Tamğam ruhumda.
Kutum Tanrı’da.
Ben şimdi hatırlıyorum.
Ve artık unutmayacağım.”