Tözün Çağrısı II / Tözden Öze

Tözün Çağrısı II / Tözden Öze

“Ey insan! Sen ki görünene aldanırsın; oysa hakikat görünmeyen de saklıdır. Her şey senin içindedir.”

İnsan, gözünü dışa diktiği müddetçe hakikatten yoksun kalır. Zira dış âlem, yalnızca iç âlemin yansımasıdır. Ve bu yansımada hakikati seçmek, yalnızca iç gözü açık olanlara nasip olur. Gerçek arayış, dış dünyada iz sürmekle değil; insanın kendi varlığının derinliklerine doğru yürümesiyle başlar. Bu yürüyüş, atalarımızın dilinde bir kelimeyle özetlenmişti: Töz.

Töz, yalnızca maddî bir öz değildir. O, varlığın yaradılışta aldığı ilk nefes, Tanrı’dan ona fısıldanan ilk sır, ilk niyet ve ilk yöneliştir. Töz; sesin harfe, anlamın söze, insanın kut’a dönüştüğü o ilk kıvılcımdır. Şaman, bu tözü “İçteki Gök” olarak tanımlar. Bu gök ne mavi bir semadır ne de uzakta parlayan yıldızlarla doludur. Bu gök, insanın içindeki yedi katlı sır merdivenidir. Her kat bir nefs, her basamak bir perde, her adım bir yüzleşmedir.

Bir kam ya da şaman, göğe ağaca tırmanırken aslında kendi ruhunun köklerine inmektedir. O ağaç; yerle göğü, görünürle görünmezi, insanla Tanrı’yı birbirine bağlayan kutsal eksendir. Tıpkı sufînin gönül âleminde çıktığı seyr ü sülûk yolculuğu gibi. Farklı sözcükler, aynı gerçeğin izini sürer.

Tasavvufun eşiklerinde dolaşan derviş de “kendi hakikatini bilmek” için yola koyulur. Alevî-Bektaşî nefeslerinde bu, “insan-ı kâmil” olmakla anlatılır. Hakikate ulaşmak, kendini bilmekle başlar; çünkü kendini bilen, Rabbinin tecellisini görebilir. “Men arafe nefsehu, fekad arafe Rabbehu” – “Kim nefsini bilirse, Rabbini bilir.” ama bilmek, burada kuru bir bilgi değil, bir hal, bir yanış, bir uyanıştır. Gönül gözü açılmadıkça, insan ne nefsini tanır ne de Rabbini.

Kur’an’ın “Biz insana şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16) ayeti, Tanrı’nın uzaklarda değil, insanın en derininde saklı olduğunu söyler. Ancak modern insan, bu derinliği unutarak dışarıda Tanrı aramaya koyulmuş, tözünü yitirmiştir. Artık ruhuna doğru değil, ruhundan uzağa yürümektedir. Eğitim bilgiyi çoğaltır, fakat anlamı çoğaltmaz. Aile sevgi sunar, ama istikamet göstermez. Gençlik arar, ama yönü bilmez. Bu yüzden millet değil, sadece kalabalıklar vardır.

Mâtüridî aklı; sezgiyle beslenmeyen kuru bilgiden ibaret değildir. O, anlamla yoğrulmuş bir akıldır. Töz, işte burada zuhur eder: Akıl ve kalbin birleştiği, sezginin ilhamla harmanlandığı o eşikte. Sühreverdî’nin “işrak” felsefesi, içte parlayan bu nuru anlatır. Bu nur, dışarıdan alınmaz; özden doğar. Çünkü bilgi, özle birleşmeden hikmete dönüşemez.

İbn Arabî’nin “vahdet-i vücud” anlayışı, tüm varlıkları tek bir gerçeğin yansımaları olarak görür. Her varlık Tanrı’nın bir aynasıdır ve her ayna, kendi tözüyle parlar. Ama ayna pusluyken, suretler karışır, hakikat silikleşir. Ayna parlatılmadıkça, içteki töz uyanmaz.

Bugünün dünyasında, bu ayna kırık, tozlu, kararmış. İnsan ne aynayı tanıyor ne kendini. Din ritüele indirgenmiş, inanç bir forma sıkışmış. Oysa töz unutulursa, dinin özü de yok olur. İbadet kalır, ama niyet kaybolur. Kalp atar ama hissetmez. Göz bakar ama görmez. Kulak duyar ama işitmez.

Kur’an’da şöyle buyrulur: “Size ruh verdik. Size işitme, görme ve kalp verdik. Ne az şükrediyorsunuz.” (Secde, 32/9). Kalp burada salt duyguların merkezi değil, ruhun mihenk taşıdır. Hakikatle bağ kuran bir mânâ ocağıdır. Kalp susarsa, insan yönünü kaybeder. İşte o zaman, toplumda ne kut kalır ne de töz.

Kut, eski Türk inancında gökten inen bir hikmet, Tanrı’dan gelen ilahî bir izin ve yürüyüştür. Kut’lu kişi, tözünü bilen ve ona sadık olandır. Bugünse bu sadakat yitmiş, gösteriş yerini hakikatin önüne geçmiştir. İman gösterilmeye çalışılır, yaşanmaya değil. Söz çok, yön az. Çünkü söz, tözden doğmayınca, tamğa olamaz.

Tamğa, bir milletin hafızasıdır. Sadece bir damga değil; bir anlam, bir kök, bir aidiyettir. Her birey kendi tamğasını bulmalı, çünkü o mühür, onun içteki yönünü, yolunu ve yurdunu hatırlatır. Ama bugünün insanı tamğasızdır. O yüzden de yönsüzdür.

Tözün çağrısı, işte bu yönsüzlük içindeki çağrıdır. Bir çığlıktır: “Unuttun!” der sana. “Unuttun nereden geldiğini, niye geldiğini ve nereye döneceğini...” Ama töz kaybolmaz. Yalnızca hatırdan düşer. Ve bazen bir kişi yeter, bin yıllık suskunluğu bozmak için. Bir kişinin uyanışı, bir milletin ruhunu uyandırabilir.

Hatırlamak, burada zihinsel bir eylem değil; ruhsal bir doğuştur. Hatırlamak, yeniden var olmaktır. Töz hatırlandığında, kut iner. Kut indiğinde, ruh uyanır. Ruh uyanırsa, millet ayağa kalkar.


Ve bu çağrı, sana.

Ey yolcu, sen ki bu satırları okuyorsun...

Kendine dön.

Özünü ara.

İçindeki Tanrı’ya yürü.

Çünkü hakikat ne semadadır, ne de dağların ardında…

Hakikat, senin içindeki unutulmuş tözdedir.

Ve o, hâlâ seni beklemektedir.

10 Temmuz 2025 5-6 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar