Tümevarım 8
Suzan ışığı söndürdü, masa lambasını yaktı ve her zamanki gibi yatağına uzanıp, başı elleri arasında Kayra'yı beklemeye başladı. Kayra günlükle geldi, kaldığı yeri açtı ve okumaya başladı.
6 Mart 2008
Nasıl bir zamanda yaşıyoruz? Branşlaşmış rekabet ne acubeler doğurdu. Sadece kol, sadece ayak, sadece beyin, sadece kalp olan yığınlar sadece bir sonraki basamağı hayal meyal gördükleri sisli bir merdivende son basamağın kaçıncı basamak olduğunu bilmeden habire tırmanmakta. Peki ya son basamaktan sonrası neden merak edilmez ki? Nasıl başarıyor şeytan bir sonraki basamağı bu derece çekici göstermeyi. Neden tek meyvesi yalnızlık olan bu şampiyonluk yarışı.
Bu gün bir çizgi film seyrettim. Hüseyin için almıştım, beraber seyretmek istedi. Sadece birinci olma hırsıyla dolu bir araba kendi isteğiyle başka bir arabayı birinci yapıyordu filmin sonunda. Film de onu buraya getiren süreci anlatıyordu. Düşündüm de benim seyrettiğim filmlerden ne kadar farklı. Benim seyrettiğim filmlerde hep birinci olmak için çalışan ve bunu başaran tipler filmin sonunda zafer naraları atardı. Filmler de buraya getiren süreci anlatırlardı.
Kendimi kobay gibi hissettim bir an. Kim olduğunu bilmediğim birileri sadece rekabet aşısı yaptılar bizlere ve bir nesil ürettiler. Sadece kendini düşünen, başkaları için fedakarlık yapmayan alabildiğine özgür bir nesil. Kötünün kendi yükselmesinden çok başkalarını düşürmeye çalışan, iyinin ise sadece kendi yükselmesiyle uğraşan olarak tanımlandığı ama ne kötünün ne de iyinin tanımında başkalarını yükseltmek için performans sergileme kriteri olmayan bir dünya ürettiler.
Yükseklere çıkanların çoğu o kadar da cazip bulmadılar oraları. Kazandıkları beslenmiş bir egodan başka bir şey değildi, kaybettikleri ise kendileri dahil pek çok şey. Demek ki kim olduklarını bilmediğim o birileri beğenmediler bu ortaya çıkan alabildiğince bencil nesli. Kendi yaşamak isteyen çocuğu için bile fedakarlık yapamıyordu çünkü.
Aşı tutmadı veya dozajı biraz fazla oldu. Dengelemek lazımdı haliyle. Arkadaşlığı, dostluğu, birileri için özveride bulunmanın güzelliğini hatırlatmak gerekiyordu onlara. Maalesef onların bulunabileceği yerler yarış pistlerinden çok uzak küçük kasabalar artık ve orada birkaç günlüğüne bile olsa sadece kalmak zorunda olanlar kalıyor.
26 Nisan 2008
Her şeyi deneme yanılma yoluyla labaratuvar ortamlarında bulan veya bulma iddiasında olanlar nesilleri kobay olarak mı kullanıyorlar acaba? İyi ama (bu arada Kayra'nın kulakları çınlasın) herşeyin kesin ispatlandığı Matematik bile doğruluğu kabul edilen bazı aksiyomlara dayanıyorsa sosyal hayatın da bazı aksiyomları olmamalı mı?
Suzan
'Abi kusura bakma bölüyorum ama şu aksiyom olayını bana anlatır mısın?'
'Aksiyomlar doğruluğu ispatlanamayan fakat doğru oldukları bilinen önermeler. Geometride kullanılıyor daha çok. Örneğin uzay geometriye başlarken bazı aksiyomlar verilir, sonra tüm uzay geometrisi doğruluğu ispatlanabilen teoremlerle bu aksiyomlar üzerine bina edilir.'
'Peki neden böyle birşey yapılıyor ki?'
'Yoksa hiçbir şey yapamazsın ki. Önce doğruluğu net olarak görülen bazı şeyleri aksiyom olarak kabul etmelisin. Çünkü her ispatta sebep olarak birtakım gerekçeler sunarsın. O gerekçeler de ispatlanmak zorundadır. Onu ispatlarken başka gerekçeler, sonra yine onları ispat. Bir yerde durman gerek. Yalnız dediğim gibi Suzan bu aksiyomların doğruluğu kesindir. '
'Örneğin...'
'Örneğin doğrusal olmayan üç nokta bir düzlem belirtir. Şu masanın üzerinde üçü birden aynı doğru üzerinde olmayan üç nokta alırsan bu üç noktanın üçü de masa yüzeyindedir değil mi?'
'Zaten orada almadın mı abi?'
'Doğru, benimki de soru işte. Ama asıl soru şu, bu üç noktayı içine alan başka bir yüzey yani düzlem çizilebilir mi?'
'Hayır, çizilemez.'
'Hah, işte bu önermeyi aksiyom kabul edersin, sonra kesişen iki doğrunun, bir doğru ve üzerinde olmayan bir noktanın bir düzlem belirttiğini buna dayanarak ispatlarsın.'
'Şu son kısımda olaydan koptum ama sonuç olarak demek istediğini iyi anladım.'
'İyi anladın değil mi, yani Matematikte eksiklik varmış gibi algılanmasını asla istemem.'
'Yok yok merak etme, öyle bir hataya senin yanında düşmem. Ama abi ben Ahmet'e bir noktada katılmıyorum.'
'Hangi noktada?'
'Hani az önce o çizgi film muhabbeti vardı ya. İşte orayla ilgili itirazım var. Yani neticede rekabet gerekli bence. Bu sayede hem malın kalitesi artıyor, hem de hizmet kalitesi. Baksana babamla gittiğimiz dürümcü ne kadar değiştirmiş dükkanı. Servisi de değişmiş. Eskiden yüzümüze bile bakmazlardı. Yine o civarda yalnız iş yapsaydı hiç böyle olur muydu sence?'
'Elbette olmazdı. Biz bu konuyu Ahmet'le konuşmuştuk, o yüzden fikrini biliyorum. Ahmet rekabete karşı değildi. Zaten hem İşletme bölümünde okuyordu hem de ailece tekstil işindeler. Yani oyunu kuralına göre oynamaya mecbur. Onun sosyal hayatla ilgili tek bir aksiyomu vardı. Sadece bir aksiyom. Nasıl derdi o bir dakika. Orijinal kelimeyi hatırlayamadım bak. Neyse her şeyde ortada olmak gerektiğini söylerdi.'
'Nasıl yani?'
'Ya onun kullandığı orijinal kelimeler vardı, daha önce hiç duymamıştım. Tabii o da bir yerlerde okumuş. Şimdi hatırlamıyorum ama mantığı şuydu. Her şeyin bir ortası var diyordu, örneğin insan bir kötülüğü gördüğü halde hiçbir şey hissetmiyor, hiç kızmıyorsa bu ortadan alta doğru giden bir grafik, olur olmaz her şeye kızıyorsa bu da yine ortadan yukarı doğru yükselen bir seyir oluyor. Bunların ikisi de kötüydü ona göre. İnsan ortada olmalıydı.'
'İyi de abi bu çok orijinal bir tespit mi ki? Bunu herkes kabul eder ki.'
'Ya bu örnek çok belli elbette ama bunu sosyal hayatta her yerde kullanmak gerektiğini düşünürdü. Mesela kalite yükseltmek için rekabet olabilir ama bu ezici olmamalı derdi. Gerçi esas kalitenin Allah'a hesap verme duygusuyla yakalanacağını söylerdi ama şu anda bu duygudan mahrum insanlar için daha iyi bir çare olmadığını da kabul ederdi. Ayrıca bunları herkes sözde söylese de uygulamanın az olduğu da bir gerçek.'
'Abi istersen yatalım artık. Yarın yola çıkacağız biliyorsun.'
'Doğru. Yatsak iyi olur.'
'Yalnız dikkatini çekti mi abi, bu sefer o kızdan bahsetmemiş.'
'Eee, unutmanın tek yolu hatırlamamak. Hem zaten o kızı sevmemiş ki. Bir kere kızın saçları sarı ve...'
Bundan sonrasını iki kardeş birlikte vurgulu bir şekilde söylediler
'Ahmet sarı saçları sevmez.''
'İyi geceler abi.'
'İyi geceler Nazlı Prenses... Pardon Güzel Prenses.'
'Önemli değil abi, artık o kadar rahatsız olmuyorum.'
Kayra günlüğü kapattı ve odasına doğru yöneldi. Aslında Suzan'ın şu an uyumayacağını gayet iyi biliyordu. 'İyi geceler.' deyip örtüyü başını bile örtecek derecede üzerine çektiyse de beş dakika sonra kalkacaktı. Bunu dört gün önce Sinem meselesinden dolayı gözü uyku tutmadığı zaman farketmişti. Mutfağa soğuk birşeyler içmek için gitmiş ve dönüşte Suzan'ın ağladığını farketmişti.
Sonraki geceler de kontrol etmiş ve her gece geç vakitlere kadar kardeşinin uyuyamadığını anlamıştı. Üstelik sabahları da erken kalkıyor ve annesiyle birşeyler konuşuyordu. Annesini ne kadar zorladıysa da bir şey öğrenemedi.
Hala o serseriyi mi unutamıyordu yoksa başka bir problemi mi vardı? Bunu kesinlikle öğrenmeliydi. Sabah birlikte yola çıkacaklardı. Yolculuk sırasında bu konuyu açması uygun olmazdı. En iyisi döndükten sonra açmak ve bu problemi kökünden halletmekti.
İki kardeş ilk defa Samsun'a gelmişlerdi. Uçak havalimanına indikten yaklaşık beş dakika sonra terminal dışarısına çıkmışlardı bile. Sadece bir gün kalmayı planladıkları için ufak bir spor çantadan başka bagajları yoktu. Neticede İstanbul'da değillerdi. Havaalanında taksi şoförlüğü yapan Sinem'in babası Hasan beyi bulmak ne kadar zor olabilirdi ki? İlk gördükleri taksi şoförüne kızı İstanbul'da üniversitede okuyan ve havaalanında taksicilik yapan Hasan isimli emekli bir taksiciyi aradıklarını söylemek yetmişti de artmıştı bile. Daha söyleyeceklerini bitirmeden adam telefonunu çıkarıp Hasan Beyi aramış ve misafirleri olduğunu haber vermişti.
Salı sabahına beklediği bir misafiri yoktu Hasan Beyin. Aslında bu sıralar beklediği hiçbir misafiri yoktu. Çağırıldığı yere gelince tanımadığı bir genç kız ve bir genç erkeğin onu beklediğini gördü. Onların da onu tanımadıkları belliydi.
'Hoşgeldiniz yavrum. Benim adım Hasan. Benimle mi görüşmek istediniz?'
'Kızınız İstanbul'da üniversitede okuyor değil mi?' diye sordu Suzan.
'Evet yavrum.'
'Sinem...' diye son kontrolü yaptı Suzan.
'Evet yavrum. Yoksa sen üniversiteden arkadaşı mısın?'
'Evet amcacığım.'
'Çok memnun oldum yavrum. Allah Allah Sinem de hiç söylemedi ama.'
'Ona haber vermedik amcacığım.'
'Ya böyle ayakta kaldınız. Durun taksiyi getireyim de eşyalarınızı yükleyelim.'
Biraz sonra taksiyle geldi Hasan Bey. Eşya yüklemek için bagajı açtı ama pek yüklenecek birşey de yoktu aslında. Ufak bir spor çanta. Ağabey kardeş arka koltuğa oturdular.
Havaalanından çıktıktan sonra
'Kızım ismin neydi?'
'Suzan amcacığım.'
'Suzan. Peki sen yakışıklı delikanlı. Senin adın ne?'
'Kayra amcacığım. Suzan'ın abisiyim. Samsun'da ufak bir işim vardı. Bugün gelmem gerekti. Suzan ben de geleyim, arkadaşımı ziyaret edeyim deyince beraber geldik. Sinem beni de tanır. Yani Suzan'ın abisi olarak.'
'Çok iyi etmişsiniz yavrum, hoşgeldiniz. Güzel şehirdir Samsun.'
'Duymuştum, havaalanı şehrin bayağı dışında galiba.'
'Öyledir. Aslında biz daha fazla olmasını isterdik.'
Aynasından gençlere bakan Hasan Bey esprisinin boşa gideceğini anlayınca
'Taksi şoförüyüz ya, o açıdan.' deyince gençler kahkahayı bastı.
'Eee yavrum nereye gidiyorsunuz şimdi?'
'Bizi bir otele bırakırsanız iyi olur amca.' dedi Kayra.
'Öyle şey mi olur? Bizim ev ne güne duruyor?' diyen Hasan Bey hemen cep telefonunu çıkardı ve Sinem'e telefon açtı.
'Kızım eve misfirlerimiz var, şöyle kahvaltılık bir şeyler hazırlayın... Kim olduğunu söylemem. Sürpriz olsun.'
Telefonu kapattı Hasan Bey ve konuşmaya devam etti
'Eee gençler kaç gün kalmayı düşünüyorsunuz?'
'Yarın sabaha biletimiz var.' dedi Kayra.
'Niye böyle acele yavrum. Kalsaydınız biraz.'
'Yarın abimin İstanbul'a dönmesi gerekiyor, o yüzden bir günlüğüne geldik.' dedi Suzan.
'Elbette yavrum, siz daha iyi bilirsiniz. Hoşgeldiniz sefa getirdiniz.'
'Hoş bulduk.'
' Sinem bu sefer pek bir keyifsiz geldi. Sizi görünce keyfi yerine gelir biraz.'
'Hayrola amca bir şey mi oldu?' diye sordu Suzan?
Kayra içinden kardeşini kutladı. Gerçekten de performansı mükemmeldi. Sanki Sinem'in gerçek arkadaşı Kayra değil de kendisiymiş gibi davranıyordu.
'Bilmiyoruz ki kızım, bilemiyoruz. Sorduğumuzda hiçbir şey söylemiyor. İyiyim diyor ama değil. Kızım mahsuru yoksa sana bir soru soracağım?' dedi Hasan Bey.
'Ne mahsuru olabilir ki amca, sorun elbette.'
'Sinem'in ders durumu nasıl?'
Suzan ağabeyine baktı. Kayra Hasan Beye çaktırmadan 'çok iyi' anlamında bir işaret yaptı.
'İyi amca, çok iyi. Sinem'in dersleri her zaman iyi olmuştur.'
'Biz de öyle biliyoruz, o da söylüyor ama ne bileyim böyle keyifsiz görünce acaba derslerle ilgili bir problem var da bizden mi çekiniyor diye düşündük.'
'Yok amca dersleri gayet iyi. Bildiğim kadarıyla başka bir problemi de yok ama.'
Suzan bu son cümleyi söylerken ağabeyine manalı bir bakış attı.
'Neyse yavrum, kusura bakma. Seni de gereksiz yere...'
'Estağfurullah amcacığım olur mu öyle şey. Hatta memnun bile oldum söylemenizden.'
İstanbul'da yaşamaya alışmış bir insana Samsun'da hangi mesafe uzun gelebilirdi ki? İşte gelmişlerdi şehre. Şehir içindeki yolculuk çok kısa sürdü. Beş katlı bir apartman önüne parketti arabayı Hasan Bey. Gençlerle birlikte ikinci kata çıktılar.
Kapıyı açan Sinem Kayra'yı görünce çok şaşırdı. Kayra kaş göz işaretleriyle babasına bir hikaye uydurduklarını ima edince sustu.
Suzan
'İşte adamı böyle evinde basarlar. Seni gidi hayırsız. İnsan bir arayıp sormaz mı?' deyince Suzan'ı tanımasının bir mahzuru olmadığını anladı.
'Hoşgeldin Suzan, ne güzel sürpriz böyle.' dedi.
'Hoş bulduk. Nasılsın iyi misin?'
'Valla ne diyeyim seni gördüm daha iyi oldum.'
'Abimi hatırlarsın. Hani bir iki kez beraber çay içmiştik üniversite kafeteryasında. Kayra.'
'Hatırlamaz olur muyum. Siz de hoşgeldiniz.'
Bütün bu olanları seyreden Hatice Hanım 'Hatırlamaz olur mu, elbette hatırladı.' diye geçirdi içinden. Misafirliğe gelmişti o gün. Daha doğrusu Sinem'e Kayra'dan mesaj gelip gelmediğini merak ediyordu. Böylece cevabın gelmiş olduğunu anladı.
Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Suzan Samsun'u gezmek istedi. Sinem bu ricayı zevkle kabul etti. Kayra da yolda onlardan ayrılıp kendi işine gitmek üzere onlarla beraber çıktı. Hasan Bey taksiyle gezdirmeyi teklif etse de gençler yürümek istediklerini belirttiler. Gençler dışarı çıktıktan sonra Sinem'in annesi
'Allah şu Suzan denen kızdan razı olsun. Gördün mü ne kadar sevindi Sinem.' deyince
'Sorma hiç bu kadar neşeli görmedik bu gelişinde yeğenimi.' diyerek ablasının görüşünü destekledi Hatice Hanım.
Gündüz şehrin biraz dışında bir yerde semaver çayı içen Suzan, Kayra ve Sinem akşama doğru Samsun'da çok meşhur olduğunu öğrendikleri Çiftlik caddesinde önce bir dönercide dürüm yediler. Sonra külahta dondurma alıp ellerinde dondurma cadde boyunca yürüdüler. Çok kısa bir cadde olmasına karşın üzerinde birçok kebapçı, dondurmacı, kuruyemiş dükkanı, mağaza, sinema görmek nasip olmuştu.
'Bütün bu gördüklerimizi bu caddeye nasıl sığdırmışlar.' diye sordu Suzan.
'Sanki her şey ziplenmiş gibi değil mi?' diye kardeşini onayladı Kayra.
Çiftlik Caddesinden sonra sahilde Doğu Park denen yere indiler. Doğu Parka geldiklerinde hava epey kararmıştı. Denizi çok severdi Kayra. Yürürken karşıdan gelene çarpmamak için sık sık yan dönmek zorunda kaldığı daracık kaldırımlarından sonra böyle bir parka gelmek çok iyi olmuştu. Sahil boyunca uzayan bir geniş bir yol, kenarında piknik alanları, restoranlar, kafeteryalar ve hatta bir hayvanat bahçesi. Etrafına bir baktı. Hiçbir zaman bu kadar çok zayıflama amaçlı yürüyüş yapan insanı birarada görmemişti Kayra.
Faytona bindiler. Duygularını ifade etmek için sahil boyunca ağır ağır ilerleyen bir Faytondan daha iyi neresi olabilirdi ki Kayra için. Gerçi arasıra keskin gelen tezek kokusu romantik atmosferi biraz bozuyordu ama yine de iyi bir ortamdı. Artık söylemeliydi de. Bütün gün havadan sudan muhabbetlerle geçmişti.
'Şunu bilmeni isterim Sinem. Seni gerçekten seviyorum. Bunu gösterdiğimi de zannediyordum. Ama elbette söylemem gerekirdi. Yalnız bir ömür boyu birliktelik konusunu açık söyleyeyim hiç düşünmemiştim. Benim gibileri bilirsin, evliliği hiç düşünmeyiz...'
'Ben hemen evlenelim demiyor....'
Kayra esprili bir şekilde
'Biliyorum Sinem, biliyorum. Ne dediğini de ne demediğini de biliyorum. İzin ver tamamlayayım. Ben senin gibi edebiyatçı değilim. Yol boyunca bu cümleleri planladım. Dur şimdi sırasını karıştırmayayım.'
'Benimle bir kere prova bile yaptı.' dedi Suzan
'Tamam Kayra özür dilerim. Durumun bu kadar ciddi olduğunu bilmiyordum.'
'Nerede kalmıştım. Tamam hatırladım. Benim gibileri bilirsin, evliliği düşünmeyiz. Dün Suzan'la babamı ziyeret ettik ve bayağı uzun sohbet ettik. Sağ olsun benim gözlerimi açtı. Ona sensiz duramadığımı söyleyince o da o halde onunla durmalısın dedi ve bunun en güzel yolunun evlilik olduğunu söyledi. Ben de ona hak verdim Sinem. Bugün yol boyunca da düşündüm. Gerçekten de galiba en sağlam bağ evlilik. En zor durumlarda bile ayrılmayı düşünmeyeceğin bir evlilik. Sen de bunun için en iyi adaysın.'
Biraz durdu Kayra ve yine konuşmayı espriye vurarak devam etti
'Klasik takınmak istiyorum. Anne ve babandan seni isteriz, önce bir söz keseriz. Sonra zamanla nişan ve düğün filan işte.'
Sonra tekrar ciddileşti
'Ne diyorsun Sinem, böyle bir birlikteliğe benimle var mısın?'
Çok duygulanmıştı Sinem, mutluluktan uçuyordu. Bu durumunu ele vermemek için yapılabilecek en güzel şey bir espriydi elbette
'Nişandan önce sigortalı bir iş bulmazsan olmaz yalnız.'
Hepsi birden güldüler.