Uyanmayı Bilmeyen Rüya

Çözüm arayan sevdaların kapısında, izbandut hatıraların kendini rüya sanarak bir sıkımlık canı varmış gibi hissetmesi düvelinden geliyorum. Yorgunum. Hissikablelvuku sokaklarında simit satan çocukların ellerinden alınmayan simitlerin, çaresini denizde arayan simitlere rekabet ettiği bir dönemeçte gibiyim. Gibi’nin edat harfiyatından, Zigana’nın şen sevda zorluklarına Harput olduğu haberinden, onun bana yâr olamayacağı gerçeğine taşınıyorum. İsmi, bir züğürt tesellisinin varığını yoğunu keşmekeşe saldırı sonrası kaybetmesi gibi. Bir bana Varmazsoyu; hak değil…
Geceme nefes aldırdım, üstünü başını değiştirdim, sessizliğine bir çare aradım. Bulamadım ama olsun. Tek bir ampulün yanıyor olması gibi loşluğuna sevdalanmıştım zaten, onun gözlerinin. Beni görür mü görmez mi, emin olamamanın heyecanına yenik düşmüştüm. Beyazı çarşaflarından soyut, gülüşünün tazeliğinde görürüm diye beklemiştim.
Omo ile yıkanmaz, Yumoş çıkarmaz; yeller eser, zaman geçer, bir türlü avutmaz. Beş ay bin aya varır; “Boş ver, aldırma!” diyen Edip Akbayram yetişmişti imdadıma.
Tanrı yazdırıyor. Ben, onun pamuk varlığında carlayan bir sızıydım. Bunu bana Tanrı yazdırıyor. Peki bizi birbirimize neden yazmıyor? Beyaz ellerim, avuçlarında yaşayacakken, tütünsüz sabahlara yenilen tiryakilerin perspektiften dertlere daldığı günlerin zorlu seferlerini yazdı; ellerine kavuşmak dururken.
Kartonpiyeri hüzün; köşeli duvarının unutamayış çağrısını, aranmamış zaferlere had bildiren bir kıymık olarak yazmış bana kader. Bu odada her şey aşka paralel. Uzun zaman oldu; sesinin tınısında zorluğunu unutup hayatın kalpteki bir mutluluk sesi olarak algılamayalı…
Sahaflar, fuarlar, caddeler, mağazalar ve köklenmemiş sevdaların çukuru kazılan ordinoları, libidosuna parantez açan harflerine şikâyet dilekçesi yazışı… Bundan sonra bu aşk.
Tesadüfün bir tedavüle, tevafukun nötr ve nötron heybetine değişmez kanunlarla saç örgüsü olur gibi bağlandığı bağlantısız varoşluğu artık… Bu aşk.
Üstüme gelme. Uzayan kahverengi saçlarım, çocukluğumun sarılığından bağımsız artık. Ne alaka olduğunu anlamaya çalıştığım bir acabasın sen. Cümleler kurup anlamsız boşluklara, kanepenin boşluğu gibi dalıp gitmek bu yüzden.
Sen, “acaba” yoncası; ben, açmaz güllerin günü gelince sana koklatılmak üzere bekletildiği o bilinmez yanım. İkimiz de aynı sevdanın kollarında konaklamayı unutmuş olan aşka ihtiyarlarız.
Öksürüp pezden, titretip gazeli güzelden ve susturup kederi kafesinden bir rüya olduk. Uyanmayı bir türlü bilemeyen ben…

Dilara AKSOY

05 Aralık 2025 2-3 dakika 467 denemesi var.
Yorumlar