Ya nıl sa ma

Ve sen iç güdüsel dışa vurur muydun kapital, etik kaygılarımın... Plastik ıslıklar dolanırdı yağmurun saçlarına takılı kalan bulutlara... Gözlerin değil miydi ruhumun izbelerin de şimşekleri dölleyen...? Yapma Gülüm, ağlanır mı hiç yağmurla ? Mevsim, tok dillerde boğuşan bir yetim nâle... Mevsim, bir sonbahar yobazı, bir çift yalın ayak sessizliği... Biraz kekremsi, biraz sinsi, daha çok şeytan işi, az biraz insî... Mevsim, fanus dibi 3'e bölünmüş kesirli bir yarımlığın ertesi...
Yapma Gülüm, ağlanmaz bu havada...! Bilemezdim kime yâr olurdu bu firarî vuslatlar ? Yorulurdu sevdalar... Sevdalar asfalt karası lekelerce düşerdi şehrimin kevgirimsi damına... Züleyhalar yorulurdu, Zühreler yorulurdu... Mutluluğun eskimiş yırtık resmi miydi eleğimsağma müsveddeliğiyle hüznün aynasından yansıyan ? Yoksa sen miydin, sırçası dökülmüş bir abide yılgınlığıyla karşımda duran ? Söyle, neresindeyim ben hayallerinin ? Kaçıncı sayfa, kaçıncı satır, kaçıncı bahar, kaçıncı yaz, kaçıncı kaçlara ertelenir varlığım dili kesik anımsayışlarla takılınca usunun U dönüşsüz virajına ? Parkurların kaçıncı start çizgisinde başlar nefes alışlarım, senli ? Kaçıncı kulvarlara yazılır (0) altı skorlarım ? Hangi kaçlar çağırırdı beni sana ? Ben kaçıncısıyım, kaçıncısıydım.............................








Ve sen umarsızlığıydın sen ordinatlı mihverlere sıkışıp benden kopan yanımın...
Bütün yitişlerin, öteye gidemeyişlerin, habersiz bitişlerin altın apoletli galibiyim ben; bütün kazanışların, elde tutuşların eli beyaz bayraklı mağlûbu ! Hep sesimle konuşurdu duvarlar yüzüme, bütün sokaklar hep benim ! Tozlu bir sazın mızrabını kaybetmiş tellerinde paslanan zavallı bir türküye kelepire müşteri kılardım sesimi: 'Telli turnam selam götür sevdiğimin diyarına, Üzülmesin, ağlamasın belki dönerim yarına...' Dönülür müydü ki yarına ? Daha varmadan diyar-ı yâre vurulurdu turnalar... Devine devine düşerdi sazlıklara, çalılıklara söylenecek selamlar... Havada kan, barut ve ölüm kokusu... Ve gökyüzünü morartan alık, andaval bir avcının çığlık çığlık zafer nârâsı...








Yüzünü yalayıp geçen rüzgara sinen kokunu solurdum oksijen tüpüne bağımlı yatalak bir hastanın ilk taburculuk sabırsızlığıyla... Anlardım, bir ikindi ertesi ya da yatsı evvelinde ağırlamıştır seni bu sokaklar... Bu yüzdendi sokakları, rüzgârları ve kaldırımları kendimden şanslı buluşum... Önce anlamsızca tekmelenen, sonra ayaklar altında ezilen sarı benizli kuru bir yaprağa, öksüz karıncaya, bağrı taşlanan suya, yakınlaşır umuduyla koşulan uzaklıklara, yağmura, havaya, suya ve sana ve sana ve sana bu yüzdendi vurgunluğum...
Göz bebeğim...! Dil-i Dılım...! Rûkenim...! Dil urganıyla boğup kelimelerimi, anlamsız koma beni... Zaten maznunuyum, sanığıyım tüm senli şiirlerin... Bir de sen, ah bir de sen dayayıp alnıma yersiz öfkenin namlusunu, bir hiç ederine alma tenden seni mi... Aşkın tarifini bile yapamayan bir his fukarasıyım ben, hırpanî bakışlı bir düşünce yorgunu... Aşkı soruyorsun ya bana, tanır mıydım ki? Şu küflü raflara bir bakıver ya da yerdeki çekmeceye, yoksa giderken beni süpürdüğün şu paspas altına... Nereye kaldırdım kim bilir, düşüp kırılmıştır belki de, yitip gitmiştir ne bileyim işte...! İyisi mi bir kalem geçiver o mevzuyu ve sorma bana ifadelerimi solduran o hazan suretli mel‘unu... Adı aşk mıydı bu komünist remizli yalnızlığın... Cengiz yağması bozgun duyguların... Güneş görmeyen puslu, rutubetli odalarda duvarlarla dilsizce sırdaşlığın... İzbelere kaçıp sığınan bu mülteci sarsaklığın ? Adı aşk ise hep çıkmazlara yol alan bu çılgın kararsızlığın, toplayarak hatıratımdan yanmışlığımı, yanlışlığımı ellerim böğrümde sır çanağı bir özlemle san bağışlıyorum miadı dolmuş kadük yüreğimi... Kapı eşiğinden süzülen tereddütlü, sırılsıklam bir gölge... Gözlerimi perdeleyen yakışıklı bir hayal... Dev aynasında küçülen kelimeler... Yutkunmadan boğaza takılan ılık, boğumcul bir nefes, biraz korku, noktalar(...............)boyu sükût... Terli avuç arasında çıldıran migren... Şakakta ağaran şüphe, camlarımı kırıştıran öfke... Bir kilit gıcırtısı ve yüzümü tokatlayan ışık... Sabrım son durağa kesti bileti: alaycı bir kabus muydu bu, yoksa çiftesi pek semerli bir şaka ? Ses ver a gülüm, Sen miydin gelen yoksa ben miyim sen gibi bir hayali yaka paça kapısına getiren ? Ve Sen saçmalığıydın sağrıları ağrıyan septik doğrularımın...

12 Kasım 2015 4-5 dakika 2 denemesi var.
Yorumlar