Yaban

Hiç horoz şekeri yemiş miydiniz? Ya leblebi tozu? Ya da plastik arabaların üzerine tel takıp süsleyip püsleyip bahçede, sokaklarda dolaştırmış mıydınız? Bulunmaz çıkartmaların peşine düşüp de en ulaşılmazı başardığınızı, başkalarında olmayan, suda beklettiğinizde kağıdından ayrılıp evde ranzanızın, karyolanızın tahtalarına, oda kapılarına ya da en olmadık yerlere yapıştırılan o yarış arabalarını seyretmenin verdiği hazzı tatmış mıydınız? Çok çeşitliliğin az, herkesin aynı şeylere sahip olduğu, rekabeti çocuksu, masum ve zarar vermeyen 70'ler sonu, 80'ler başı, o dönemler.

Evlerin çoğunlukla dörder katlı olduğu, ama mahallelerin hemen hepsinde ikişer katlı, bahçeli evlerin serpiştirildiği, bahçelerde erik, armut, çitlenbik, ceviz, incir, ayva, muşmula, nar ağaçlarının bolca bulunduğu, ortancalar, zambaklar, yediveren güllerle dolu yeşillikler içerisinde, havası daha temiz, kedisi, köpeği fazla, muzurluklar için yaratıcılığı körükleyen, köle etmeyen, özgüveni, cesareti, arkadaşlığı kuvvetlendiren bir yerde büyüdü bir nesil.

Balkonlarından annelerimiz bağırırdı, akşam olup da yemek zamanı geldiğinde ya da babalarımız eve dönüp de hala sokakta oluşumuza kızmasın diye. Öğle vakti okula gitmeden önce tencerede kavrulan soğanın nefis kokusu, salça ve kıyma ile yemek pişmeden önce yapılan karışımdan bir çay tabağı olsun alabilmenin heyecanı, bir yarım ekmeğe katık edipte, daha fazlasını alamamanın verdiği üzüntüyle çantaların hazırlanışı, önlüklerin giyilişi. Servis falan olmazdı, herkes kendi giderdi okuluna. Okul yolu boyunca sokak sokak toplanır, okula bir kaç metre kala, sanki maç çıkışı gürühu gibi bir hal alırdı çocukların grubu.
Binbir oyun, yaramazlık, binbir akıl almaz ustalık... mekanikleşmemiş, yabancılaşmamış...

23 Nisan geldiğinde sokakları sesler bölerdi. Yukarı mahalleden bir trampet, yanındakinden bir davul, aşağı mahalledeki borazanlara karışır, gösteride çalınan tüm aletler ses verirdi. Önceden yıkanmış, uçları tüylü püsküllü, beyaz tören ipleri , kaolle parlatılmış, pırıl pırıl borazanların üzerine özenle sarılır, uçları taranır, ağızlıklar kurulanır, temizlenirdi. Koca koca boydan büyük ziller bezlerle ayna gibi yapılır, tın tın sesleri kontrol edilir, zaman zaman da kulak dibine kadar gelip muziplikle cıslatılırdı. Hele trampetler. Bembeyaz iplerle süslenmiş bu büyülü sese sahip aletler, yürüyüşün emir komuta zincirindeki en önemli unsurlarından olurlardı.
Bembeyaz ayakkabılar, elbiseler, şapkalar giyilir, tozdan çamurdan ve her zaman yapılan yol muzurluklarından uzak durarak, kazasız belasız okula varılır, gösterinin yapılacağı Bahariye Caddesine otobüslerle gidilirdi. Gösteri boyunca kenarlara dizilmiş anneler, babalar, büyükanne ve büyükbabalar, çağırılan haberli habersiz tüm insanlar onları seyrederdi. Yürüyüş yapan her çocuk geçiş boyunca zımba gibi olurdu.
Tören bittiğinde ve evlere dağılma zamanı geldiğinde ise tam bir şenlik, her kafadan bir ses, her balkondan da bir karşı ses, sussunlar, rahatsız etmesinler diye, ama çoğunlukla hoşgörüyle, hafif serzenişlerle, fazla uzatmadan...

Denize kendimiz giderdik, taze ekmekler arasına kaşar, çarliston biber koyar nevaleyi hazırlardık. Paletler, pilli radyolar, habersiz kaçışlarda adalar, Heybeli, Büyükada. Birkaç arkadaş dalar çıkar akşama kadar oynardık. Deniz temiz, pis farketmezdi, efsunlanırdık. Hortumlarla yıkanır aklanırdık.

Öyle televizyona boğulmuş, herşeyin zamanı belirlenmiş bir dönem değildi, belli başlı şeyler vardı çocuklukta. Sokakta oynamak, maç yapmak, yılan çizip gazoz kapağını çamurla doldurmak, yerlerde, yollarda diz üstünde sürünmek, yağmur yağınca nemli toprakta çivi oynamak, misket oynarken kapış yapmak, ağaçlara çıkmak, bahçelere girmek, duvarlarda oturmak, daha heyecanlı, daha ilginçti, daha güzeldi.
Ağaçların, çalıların yanlarından geçerken gözlerle incelenen dallar, saplar. Düzgün Y şeklinde bir tane bulunduğunda ise hazine bulmuş gibi hemen atılmalar, başkası almasın diye. Akıl işte, kabuğunu soyup ateşe tutmalar, daha sert daha dayanıklı olsun diye. Lastiğini takıp sapanı arka cebe sokmalar. Sanki vur desen kuşu vuracakmış gibi bir afiller, cafalar. Şimdi ise hepsi ne kadar önemsiz...

Güneş artık aralardan gözüküyor, kısa bir süre düşüyor toprağın üzerine, bahçeler daha soğuk, yalnız, gölgelerde. Ağaçlar olabildiğince az, yeşillik elden uçmuş, kenarlara sıkışmış. Sokaklarda kediler, köpekler dolaşmıyor, tek tük bulsan da senden kaçıyor. Eve beşyüz metre mesafede de olsa okul, servisler var artık, yol arkadaşlığı tükendi. Meyvalar ise sadece manavlarda, marketlerde, sabit pazarlarda. Çocuklar... gitgide doğadan uzaklaşıyor, kapanıyor, yalnızlaşıyor.

Yabancılaşıyoruz, yabanlaşıyoruz....

11 Kasım 2010 4-5 dakika 8 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 12 yıl önce

    Horoz şekeri de yedim , leblebi tozu da ...🙂 evet biz de konvoy hainde giderdik okula aynen ...servis falan hak getire yazları istanbulda denize girilirdi ; güneye inmeye gerek olmazdı

    çocukluk ve gençlik yıllarıma götürdünüz beni ; aynı yıllarda yaşayınca 🙂

    çok içten ve sıcak bir yazıydı ...çekti içine ...sağolun 😙

  • 8 yıl önce

    Kendi adıma seviniyorum muhteşem bir çocukluk yaşadım ama , ne yazık ki günümüz çocukları için aynı şeyleri söyleyememek çok acı çok

    paylaşım için teşekkürler Erkin beyud83eudd20ud83eudd20ud83eudd20