Yalaz
Dalgaların peşinden sürüklenen değil dalgaların üstünde içimdeki coşkuyu yüzdüren birisi oldum çocukluğumdan beridir. Her an, içindeki hüzün ve sevinçleriyle eşsizdi. Sıkıcılığa teslim olmak ya da suların üstünde ateşle dans etmek içimizdeki dünyayı nasıl dizayn ettiğimizle doğrudan orantılıydı. Haydi' yi dağlarda Polyanna' yı pembe rüyalarda bırakıp gerçeğin içinde delice yüzmek çılgınca gelse de adına 'hakikat' deniliyordu bu gerçekliğin. Hayal kurmak için kibrit istemiyordu ayrıca. Küçük bir yalaz düşünce dünyamızı şenlendirmeye yetebilirdi eğer yetinmeyi biliyorsak, çoğaltabiliyorsak içimizdeki umutları.
Hayatı bütün derinliğiyle görmek çoğu zaman rahatsızlık verse de detaylara bakmaktan usanmamalıydık. Basit olanı anlamak daha zordur çoğu zaman. Mesela mutluluk çok basit deriz her fırsatta ama anlamakta, hayata uygulamakta zorlanırız. Basitliği dilde zorluğu pratikte kendini gösterir. Basit bir şey neden zordur? Kelime yarışmalarında basit düşünün dediklerinde bile yarışmacının bütün sözlüğü dolaşması kadar dolambaçlı bir hal alır içimizdeki yaşamak duygusu. Hem de nasıl bir yaşamak. Huzuru, mutluluğu içimize çeke çeke. Basiti zor olarak gördüğümüzden mutluluğu para gibi kazanılan bir şey sanırız. Gözyaşının da kahkaha kadar zenginlik olduğunu anladığımız zaman belki daha çok gülüp ağlayacağız ya da hissederek. Yenilgilerimizin başarılarımız kadar anlamlı olduğunu gördüğümüz zaman insan olmanın tadına varacağız...
Yazarak güçleneceğiz. Duyguları ve cesaretleri güçlü olanların işiydi yazmak. İnsanlar birbirlerine bile kendilerini dürüstçe ifade edemezken biz en zorunu seçmiştik. Seçimlerimizin sonucuyduk ve pişman olmak cesurların kitabında yoktu. Yazmak kabuğunu çatlatmanın aynadaki yansımasıydı. Kırktan sonraki basamaklarını daha da ağır çıktığımız ömür merdiveninin hakikatle yoldaş her yeni günü büyük bir fırsattı bizler için. Kırklamak tabirini kırk yaşla sağladığımıza göre hakikat yaşım olan artı üç buçukta keyfim döner gibi. En azından inancım, enerjim, duam bu yönde...Hayat agresifim, depresifim, psikopatım diyerek üstümüze gelse de o çocuksu gülümsememizi bizimle takas edemeyecek. Kendisine değer veremeyenlerin vermeyi bilemeyenlerin diğerine değer veremediği bir toplumda değer duygusunu çalışacaktık belki sayfalarca. Ama sonunda değer kazanacaktı bu kuşkusuz.
Sabah olduğunda hayatı birlikte soluduğumuz insanlar yine kapımızı heyecanla çalacaktı biliyorum. Birlikte var olmanın şenliğiyle bir günü daha sonsuzluğa geçirecektik birlikte. Yine alacaklı gibi kapıda bekleyenler olacaktı bu da günün anlamlı bir başka parçası olarak geçecekti kayıtlara. Memnun ve mutlu olmak istiyorsak memnun ve mutlu olmayı bilecektik önceliğimizi de belirlediğimize göre karanlığımızı kapatmak için etrafımızı aydınlatmak hastalığını terk edecektik. Memnuniyetsiz yapımız başkalarını memnun ettikçe onure olmayacaktı bunu da kendimize itiraf edelim. Mutlu olamıyorsak mutlu olamadığımız için. Şükür edemiyorsak şükretmediğimiz içindir. Hem çok basit hem de çok zor değil mi? Sürekli şikayet edersek şükür dilimizde yapay bir emzik gibi kalacaktı. Hüznü sakız gibi çiğnersek bütün bedenimiz neşe açlığı çekecekti. Şöyle düşünelim kime gidersek o bizi ziyaret edecekti en çok. Ben yüreğimde bütün yolculuklarımı aşka doğru yapmaya devam etmek istiyorum yine ki hüsran da olsam sadece aşk olsun.
İçimde ağır ağır ilerleyen bir kafile. Üç beş deve, üç beş insan. Üç beş çay üç beş hüzün. İçimde tarif edilmez bir neşe. Hesap soran gözyaşlarım ve eyvallahsızlığım kendime bile. Kendim sana diyorum. Çekip gittiğinde benden ben çekip gitmem. Ey kendim senle ben yok aramızda. Aramızda sadece Allah var. Sür develeri Mekke' ye. Buçuk dönerlik keyfim var. Tatmayan ne bilsin?
Heidi'yi severiz .)