Yalnızlık

Bir fırtına öncesi sessizliği yaşayan ruhum, en sonunda bir şeyi keşfetti. Kolay değil 40 yıllık ömründe ilk defa bir şey keşfetti. Yalnızlığımı...
Büyük mutasavvıflar ve filozoflar da keşfetmişler insanın yalnızlığını. İnsan her ne kadar tabiatın ve kâinatın bir parçası olsa da ruhunun bir mercek altına alındığında bu tabiat ve kâinata aykırı düşen unsurlar taşıdığını, dolayısıyla bir yalnızlık çekmekte olduğunu görmüşler.
İşte ben de keşfettim yalnızlığımı. Gerçi Arşimet çıkıp sokaklarda avaz avaz 'buldum, buldum' diye koşmadım. Fakat boğazıma düğümlenen bir hıçkırığın ardından üç beş damla yaşla kutladım keşfimi. Olsun bir eski şarkıda:
'Bu dünyada mutluluk üç beş damla gözyaşı'
Demiyor muydu?
Mutluydum işte.
Bir sokak lambası gibi tek başıma, boynum bükük yalnızlığımı düşündüm geceler boyu.
Gölgemin bile olmadığını hissettim. Gölgemin bile benden kaçtığını gördüm.
Olsun yüce dağlar bile tek başına değil mi?
Ne kadar da benziyoruz dağlarla birbirimize böyle. Onunda başında karlar var, benimde başımda aklar. Onunda yosun tutmuş dereleri, benimde yosun tutmuş gözlerim var. O da yalnız, ben de yalnızım.
O ne güzel şarkıydı öyle. Nihavent yalnızlık şarkısı:
'Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım.
Bir haykırsam belki duyulur sesim,
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım.'
Belki benimde kaderim bu, böyle yazılmış yazım. Yalnızlık üstüne. Sessiz bir filmin en yalnız aktörü olarak bu hayat adlı dramı tek başıma oynamak, hıçkırıklarla alkışlanmak, gözyaşlarıyla ödüllenmek.... Ne kadar güzel değil mi?
Bu nasıl bir duygu böyle Allah'ım. Hani derlerdi büyüklerim 'yalnızlık Allah'a mahsus' diye. Senin yalnızlığın Rab'lığından, eşin, şerikinin olmamasından. Kulun yalnızlığı öyle mi?
İslam büyüklerinin benzetişiyle sanki kamışlıktan koparılmış, vatanını ve aslını özleyen bir ney gibi ruhum inlemekte. Bu kesret âleminde kaybolup gitmek yerine vuslat duyguları ile yanıp tutuşurken gariplikten, ayrılıklardan müşteki bir halde her gün kendi kendimle adeta mahkeme olmaktayım.
Geceyi düşünürüm şehir ışıklar altında kandil kandil parlar. Işıklar raks eder huzme huzme. Gündüz ise bir keşmekeş, bir koşturmaca. Ama her taraf cıvıl cıvıl. Bu kadar varlığın içinde benim yalnızlığım ve benim gibi yalnızlar. Anlaşılır gibi değil.
Yalnızlık yabancılaşmak mı acaba? Ya da yabancılaşanlara karşı direnmek ve hala orijinal kalmak mı? Paylaşamamak mı bozulan değerleri?
Yalnızlık anlatamamak mı kendini, yoksa anlaşılamamak mı?
Ahmet Arvasi üstadımın dediği gibi, yalnızlığım kâinattaki hiçbir mahlûkun kabul etmeye cesaret edemediği emaneti yüklenmenin ağırlığından mıdır? Yalnızlığım eğer yüklendiğim bu emanetin sorumluluğunu hissetmekten, ona layık olabilmenin endişe ve ıstırabı ile yanmaktansa bu yalnızlık ne ihtişamlı, ne kutsi bir yalnızlıktır. O zaman ne mutlu böyle yalnızlara ve böyle yalnızlığa.
Âşık mıyım acaba adı sanı belli olmayan, yüzünü bile hiç görmediğim o güzele. Bundan mıdır yalnızlığım?
Ya da aykırı mıyım içinde yaşadığım bu topluma, kültürel yalnızlık mı çekiyorum.
Bu cevapsız sorular uğuldanıp dururken kafamın içinde ben yalnızlığımla baş başayım. Tıpkı Hayat Arkadaşım adlı şiirimin şu dizelerinde vücut bulan hislerimde olduğu gibi:
'Sana o mektupları yazardım gözyaşımla,
Ne hayaller kurardım ah o cahil başımla.
Şimdi avunuyorum bir hayal dünyasında,
Adı yalnızlık olan hayat arkadaşımla.'
Evet, yalnızlığımı kendime hayat arkadaşı etmişim. Belki de bu yalnızlığımla kendimi bulmuşumdur, kim bilir?

21 Temmuz 2008 3-4 dakika 4 denemesi var.
Yorumlar