Yangında İlk Kurtarılacak Düşlerim

Çağlayanın altında kalmış bir ot gibiyim, eskiden kalma anılarımın silik çizgili ortasından kırılmış mutluluk siluetlerini izliyorum siyah beyaz fotoğrafları yüzümdeki acı tebessümle renklendirmeye çalışırken... Hayatımda kimseye yer yok gibi hissediyorum ve bezen ölüme gebe kalmış duygularım gibi istiyorum sanki hayatımdaki kimsesizliği. Nedense çocukluğumdan beri kimsesizliğimle birlikte değişmeyen tek duygudur beni sahiplenmemeleri isteğim... Çünkü kim beni sahiplenirse ben hiçbir ruhun hayat sahnesinde gölgemi bile bırakmadım ve yaşadığım aşklarımda kaldı ruhumun bedeninde bir çağlayan gibi kanayan izlerim.

Kimi zaman haykırdım aslında, beni bana bırakın diyerek ve sakın sahiplenmeyin yoksa ben sınırlanıyorum, zincirlenmiş hissediyorum, özgürlüğümü sevdanızın ellerine esir bırakmışım gibi yaşıyorum ve o zaman işte ben ben olmuyorum diye. Artık ne içtiğim sigaradan ne seviştiğim kadınlardan haz alıyorum ve nedense yaşamın içinde insanların ucuz arzularını gördüğümde uzaklaşıyorum, kendi kabuğuma çekilmek en iyisi gibi geliyor. Beni boğuyor artık konuştuğum ruhlar, her biri bir şey söylüyor ve ben en çok beni benden habersiz sahiplenenlerden nefret ediyorum.

Gözlerine aşktan sürme çektiğim öykümsü kadınlarım her geçen gün beddualarıyla bana bir ok atıyor ve ben her gün en çok sevdiklerimce yaralanıyorum. Şimdi tek isteğim var, kendi halimde tek başıma yaşamak ve uzaklarda kimsenin bilmediği bir sahil kasabasında bir balıkçı barınağında yüzünü bile görmediğim bir kadına mektuplar yazmak istiyorum. Bir sigara daha yakıyorum, dumanında bana gülen bir ben görüyorum, sonrasında içtiğim kadehimdeki şaraba bakıp, delisin oğlum sen diyesim geliyor içimden.

Bu içini boşalttığım kaçıncı kadeh bilmiyorum, kokumun sindiği yer yatağımda dünyadaki aç insanlardan habersiz bir kadın yatıyor sere serpe... Çocuklar açlıktan ölüyormuş, sağ elinin verdiğini sol elin bile duymayacakmış, nikah düşse de nikahsız bir kadın ruhunla bedenini teslim ettiğinde günahmış, dünya yanmış umurunda olmayan o kadının saçlarını ellerim yerine rüzgar okşuyor... Ve ben çekip bir fırt daha sigaramdan, onun o melek yüzüne bakıp gülümsüyorum sadece kendime...

Yollara vuruyorum kendimi, uzak şehirlere kime gittiğimi bilmeden yol alırken ardımda binlerce güzel köy bırakıyorum, binlerce çeşme ve onlarca kadın bırakıyorum o çeşmelerin başında aşklarına bir bardak su vermek için bekleyen...

Artık kendimi bulamıyorum, yitirdim renkli düşlerimi yazdığım solgun kağıtların bedeninde rüyalarımı.... Şiirler beni anlatmıyor, yazılar aşkı söylemiyor, dudaklarım aşk şarkılarının kederini gizlemiyor içsel bir sesle... Sonra uykudan o derin ukusundan uyanıyor kadın, teni yerine ellerimin mısraları okşadığı cılız sarımtrak ışığın altında okşadığım kâğıtları kıskanırcasına, hani aslında sevdanın yazılması gereken sadece bedenim ve ruhum dercesine, yaklaşıp ardımdan omuzlarımdan salıp kollarını, beni bir mengeneye sıkıştırmışçasına hissettirdiğini, beni zincirlediğini bilmeden sarılıyor ve mühürü bırakıyor yangın dudaklarının ateşiyle yanaklarıma...

O an elimdeki bardağı sıkıyorum içindeki şarabın kanım renginde olduğunu düşünmeden, kırmak istercesine sıkıyorum ama o bırakmıyor beni, sarıldıkça sarılıyor ve omuzlarımda bir yangın bırakıyor gecenin bir vakti... Sonrasında onun mavi gözlerinde sevişirken ölüyorum ve gömüyorum onun yalancı çığlıklarına ruhumu...

Geceler oluyor, sabahlar oluyor ve ruhların sesleri yükseldikçe yükseliyor, susun diyorum bazen, susmuyorlar ve bu beynimdeki fısıltı beni yok ediyor. N'olur beni bana bırakın artık, ve tüm insanlık, insanların o düşünceleri sizin olsun ve bana onların düşünceleri yüzünden zincirlerle gelmeyin, kelepçelemeyin ellerimi, bırakın beni bana bırakın da yazayım yoksa delirmek üzereyim.

Kimseler bilmiyor doğum günümün ölüm günüm olduğunu, kimseler bilmiyor o zamanlar geldiğinde hicranın hançeri saplandığında canı acıyan bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra hatta sesi kısılacak kadar bağırarak ağladığımı... Bilsinler de istemiyorum.

Ellerime bulaşan son aşk kokusu da gitti az önce, yıkadım ellerimi, ve yaşlarımla sildim yazdığım kelimeleri... Sabah olurken, iri gözlerini gözlerime diken kadın anlam veremiyor mutsuzluğuma... Gecenin karanlığında bana beklediğini yahut umut ettiğini veremediğini düşünerek içi içini yiyor ama bilmiyor onu bir kitap gibi okuyabildiğimi gözlerinden.

Çok yoruldum, beni sevgilerim yordu beklide... Çok üzüldüm, çok kırıldım bu hayata ama hayat ben kendimi kaybettiğim zamanlarda bile yapılması gereken işleri sıralıyor. İçim yanıyor ve yangında ilk kurtarılacak düşlerim cayır cayır yanıyor. Ben siluetimi alıyorum sevdiklerimden... Şehri gören yerden aldığım mezarımın parasını nasıl ödeyeceğim diye düşünüyorum, yine geldi taksit zamanı... Yaşamak kadar zormuş ölmek... Ve bunu söylediğimde tüm insanlar bana göremediğim yüzleriyle birlikte duyurdukları o yalancı cümleyi kuruyorlar; 'Ben seni anlıyorum.' Yalan...

25 Haziran 2011 4-5 dakika 49 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar