Yaprakları Aşk Rengi

Düşen bir yaprağın son mevsiminde,
Güneşi saklamaktayım yüreğimde
Bir tek sen üşümeyesin diye.



Elbette ki bekleyişim, gidişin kadar sessiz olmadı. Yalnızlığın soğuğunda, sessiz kalmak kabullenmektir ve bilirsin ki her kabulleniş, sonunda ölümü getirir. Ama ben ne senin gidişini kabullenmek istedim ne de göğsümde senin mezarını taşımak. Bu yüzden seni yaşayabilmek için avuntularla ısıttım yüreğimi, küfürler savurdum seni götüren her bir adın adımına. Sensizliği taşıyamayan bardakları vurdum duvarlara, kendimi ise yola. Onlarda artık en az benim kadar yaralı sensizliğin yollarında. Bu yüzden bekleme gül yapraklarını, artık adımlarında cam kırıkları, adında ise gözyaşlarım var.


Can kırgınlığı, cam kırıkları gibidir ancak dokunduğunda anlarsın ne çok acıttığını.



Senli olan fotoğrafların, hep ben olan tarafı renksizdi. O yüzden kaldırdım tozlu sandıklara. Dostlarım ise çok cahilmiş, senli olan sorularında anladım, uğramaz oldum masalarına. Nefeslendiğimiz, nefes nefese geldiğimiz park da bir soğuk ki sorma, oturmaz oldum banklarına. Sevdiğin şarkıların notaları düştü dilimden, dinlemeyişim o yüzden. Bunları diyebilsem de inanma sen bana çünkü...

Seni eskitmemek için renklerimden feda ediyordum ve yitiyordum kendimden. Kendi isteğimle yokluğa düşüyordum. Düşmek alışkın olduğum bir şeydi, hele ki senden sonra ama yitmek, düşmek gibi değildi. Sensizlikte seni yaşayacak bir ben olmaması, beni ilk kez senden daha önemli kılıyordu. Bu yüzden kaldırım tüm fotoğraflarını sandıklara.
Dostlarımız ise gerçekten cahilmiş, biz bunu neden daha önce göremedik? Çok mu meşguldük birbirimizin gözlerinde? Senli olan soruları sorarlarken, göremediler eksik olduğumu. Peki, eksik olduğumu göremeyenler nasıl tam bir dost olabilirdik ki? Bu yüzden uğramadım masalarına ve uzak düştüm her birine.

Ağustos ortasında, kasım soğukluğunu yaşatan ise, sensizlikti. Bu yüzden parkta esen rüzgâr da en az yapraklar kadar masum. Ellerim ellerinde değilken bir üşüme geliyordu tenime. Ellerin ellere değdiğinde ise bir titreme düşüyordu yüreğime ve merkez üstü sen olan depremler yaşıyordum bu parkın her bir bankında. Belki de bir artçıyı bile kaldıracak kadar umudum kalmadığından oturmaz oldum parkın banklarına.

Senin o aşk şarkıların ise iyi gelmiyor benim nemli gözlerime. Yakışmıyor rakı kokan sohbetlerin şereflerine. Efkâr masasında işi ne yaşam sevinçlerinin. Ağzımda bir avuç küfür varken anamam senli olan hiçbir şeyi sadece ararım sende kalan her şeyimi.

Korktum... Seni yaşamaya çalışırken; ölüm gibi karanlık ve donuk bakıyordu gözlerim. Terk etmişliğine düşürdüğüm ay tutulmasında, iki yabancı olmuştum aynada. Biri ben, öteki sen diyordu. Zaten bu iki düşman, ölümün yaşam ile olan kavgasını doğurdu ömrüme. Ben, hiçbir zaman cesur olamadım senin kadar, ne gitmeyi göze alabildim ne de ölmeyi. Yaşamı seçtim, ben diyeni yakın gördüm korkaklığıma. Yani unutmaya karar verdim, senle olan her şeyi.



Avuçlarıma bıraktığın tüm dikenleri, açtığın yaranın dikişlerine ektim. Belki bir gün, bir gülüşün düşer yüreğime ve bir gül doğar gözlerime.

30 Kasım 2014 3-4 dakika 7 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (2)
  • 9 yıl önce

    Sevda üzerine güzel bir yazı gayet akıcı. Hüzün serpintileri var aralarda ki aşkın yaralarını iyileştirmek en zor olan bir şey. Kutlarım tekrar içtenlikle Erdem bey...👍

  • 9 yıl önce

    teşekkür ederim ahmet bey beğenmenize sevindim🙂