Yarın Katili

Gecenin sessizliğinde kapın çalınır, irkilip korkarsın... Karanlığın içinde bakarsın sesin geldiği yöne, küçük ve titrek adımlarla ilerlersin kapıya... Açıp açmamakta bir an durursun, nefesin gırtlağınla dilin arasına düğümlenir, elin titrer uzandıkça... Usulca çalan kapının tokmağını tutup çevirirsin! Menteşelerin acı gıcırdamasıyla aralayıp gözlerini kaldırıp bakarsın, ne olduğunu anlamaya çalışırsın, neler olduğunu! Neden çalındığını... Çok önceden kapatmış olduğun gözlerini açmak istemezsin, daha belki de ardındaki yaraların dikişleri düşmemiştir, pansumanı tamamlanmamış kirpiklerin ağır ve yorgundur... Neden geldiğini soramazsın, sorsan da kareli blok notunda kırmızı kalemle çizdiğin "bir daha izin verme" lerin ve hemen bitişiğinde pusulası bozulmuş kâğıttan gemilerine takılır gözün... Uzun geceler sarılıp pınarlarının sindirdiği leylak kokularına sarınmış yastığının "kapat kapıyı" fısıldaması ilişir kulağına... ßir elin kapıda, bir elin geride bırakılmış vedanın yüz tuttuğu hoş geldin de... Alıp buyur edersin köşesinden çatlamış, rengi solmuş, biraz da unutulmuş gece lambasının yanındaki koltuğuna... Dinlersin "niye geldin"lerini... Anlattıkça, usul usul mırıldanırsın bildiklerini, bilmediklerini, bilmek istemeyeceklerini, zorla canına bildirilenleri...

Gün ışır, yastığından yorgunluğuyla kaldırdığın gözerinle geceden kalma anlatılmışlıklar durur, tabağına alırsın, teker teker lokmaların tadına bakarsın istemsiz tek şekerli çayının eşliğinde, belki yanına birde sigara yakarsın... Derin bir soluk alıp "yok olmaz" sofranı kaldırırsın, ruhunda acılarının haritasını açarsın gün ilerledikçe, parmak ucunu bile değdirsen yanacağın yollardan geçirirsin gözlerini... Nerelerden geldim, nereleri arşınladım notlarını bir daha bıkmadan bir daha alırsın ama kulağında kapı sesi, beyninde pansumanı tamamlanmamış yüreğinin sesi sarar ruhunu... Her gün rutin olarak tozunu aldığın raflarına yönelirsin, önce dünü alır silersin, sonra bugünü, sonra boşlukta elin yarını arar! ßelki de unutmuşsundur koymayı ama ya çalındıysa? "ßulurum elbet" telafisi kahveni kırık çerçeveli pencerenin kenarından yudumlarsın, aralardan gelip tenini üşüten rüzgâra aldırmazsın... Kapağını açtığında içinden küçük bir balerinin çıkıp, çalan melodiyle dans ettiği "yarın" kutusunu düşünürsün, içine kedini koyup koymadığını anımsamaya çalışırın... Üzerine duvarlar şarkı söylemeye başladığında bunalıp pencereden atlarcasına kapından çıkarsın... Yol kenarındaki küçük kediyle bakışırsın, adımlarına yarenlik eden bahar yapraklarına mırıldanırsın, sahili hoyratça kucaklayan dalgalara bırakırsın damlalarını... Küçükken tüm korkularından seni koruyan battaniyen gibi seni gün sarmaya başlar, öncesinde saçlarına damlamış ama fark etmemiş oluşuna kızmış yağmur damlası aniden burnunun ucuna damlar, sonra alnına, sonra omzuna... Gökyüzüne çevirirsin gözünü, gri oluşuna aldırmadan koca bir aydınlıkla sana sırıtan bulutlara tebessüm asarsın açılmaz yürek şemsiyenle... Yüreğine basılıp geçilmişliği hatırlarsın ve seni şad eden yağmur tanelerine basmak istemez adımlarını yavaşlatırsın... Herkes kaçarken sen iliklerine kadar yudumlarsın huzur kadehinle yağmuru... Unutulmuş bir ağacın parçası olmuş bir kaldırım taşına oturursun en aymaz çocukluğunla bakarsın batan güneşe, bir taş atsam ulaşır mı haylazlığını ısırırsın dudaklarına... Güneş ise sana "bugün olmaz" la veda edip üzerine çeker denizi...

Yatağının başucunda uyuklayan kitabını alırsın avuçlarına, kulağına notaları takarsın... Kapı!.. Günler sonrasında bu sesi özlemişliğin heyecanla koşturur ayaklarını... Geceyi gündüze, gündüzü geceye çalan "evet"lerini alırsın içeriye, gözlerine bakarsın pansumanını yaparken, unutursun acısını, hissetmezsin ağırlığını, fark edemezsin "yarın" kutusunun yerine konulduğu anı... Ama birlikte açıp tebessümle izlersin ve müziği ile dans edersin "yarın" ın...

Kolay kolay cesaret edilemeyip tekrar tekrar isteyerek seçtiğin yalnızlığının asılı olduğu yürek kapının örümcek ağı ile kaplanmışlığını bile fark etmezsin, saçların arasından doğan güneşin tebessümünü alırsın kahvaltına, öğle yemeğinde ise yastık altından çıkardığın yüreğini, akşamlarına duymadığın/unuttuğun kendini okursun... Satır satır... Nota nota... Yudum yudum...

Kaburganda yetiştirdiğin papatyalarını asarsın perdelerine, çatlamış çerçeveleri denizkızlarının şarkıları ile kapatırsın, köşesi çatlamış birazda eskimiş lambanı dudaklarından dökülen şarkı ile donatırsın, vazonda ümitlerin rengârenk açar, ocağında ise hayallerin kepçelenir damak tadınla... Sarhoşluğun fark etmemeye başlar birçok geceye demlenen maskeleri, fark etsen dahi "yanılıyorumdur" perisiyle silersin fikirleri… Üşümeden ve terlemeden eskittiğin mevsimler geçer, şeytanlara ruh dilini dökersin, maskelerin arkasında dolananların sırrını vermezsin acıtsa da seni, içine akıttığın gözyaşlarınla kaç yalanı süslemiş makyajları sildiğini sayamamaya başlarsın... Kaldırımın uçurumlarından atlarsın ve yağmur damlalarında boğulmaya başlarsın, mum ışığında ruhunun ucunu tutuşturur, kurak toprakların vebalini dahi üstüne almaya başlarsın... Sırf "iyi olsun" duaların ile cehennem yangınlarını avuçlarsın...Dokunmaz sana… İyi olacaktır "yarın" kutusundaki katilin...

Yavaşça gökyüzündeki havariliğinden ruhunun bodrum katı körlüğüne inersin, bütün atmosferi yarıp gelmek isteyenleri parçalamaya başlarsın kulağındaki "kapı sesi" ile... İhanet edemezsin kendine, olmayan maskeni çıkartamazsın derinlerden, takamazsın ruhuna prefabrik sözleri, vaatleri… Sen cemresindir ve o ise toprak, sabırsa bereketinizdir... ßiraz beklese ardınızda baharlar olacağını anlayamazlığına bir nefeslik giyotini yerleştirmiştir...

Sevgin "su" o ise istediğinde yudumlamak için el, istediğinde çamurlaştırmak için ayak...
Ne istediğini bildiğinde ya seninle "bahar" olacaktır şarap tadında yudumlanan ya da sensiz yaz boyasına sürülmüş "ölümlü" kahkalara valse bırakacaktır ruhunu...… Ne cehennem ne de cennet rüzgârları dokunur artık sana... Hepsini asmışsındır duvarlarına.... ßakarsın tüm benliğin ile yoğurup özünü damlatıp "var" ettiğin senle olan parçana...

ßilirsin; ateşe sürekli bakıldığında ateşin ışığının büyüleyip bedeni sardığını... Altın gibi değerlin olmaya başlayacağını ama asıl ışığın seni büyüleyen ateşin ışığının olmadığını... Yeni pansumanlara serdiğin kipriklerin bilir asıl sıcaklığın ve ışığın "güneş" olduğunu... ßilirsin... ßildirirsin... Tüm varlığın ile "yarın"larını içindeki katili ile birlikte pencerenin kenarına koyup güneşini izlersin...

08 Kasım 2008 6-7 dakika 13 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar