Yaşam Savaşı
Dünyaya gelebilmek bile bir mücadele sonucu kazanılan bir zafer. Evet, doğum; ilk zaferimiz. Ve sonrası... Öncelikli olarak vahşi doğa kanunları; hayatta kalabilmek! Söylerken çok kolay görünse de doğuşumuzdan itibaren başlıyor öğretiler, ezberler, kurallar ve işin en zor tarafı çıkarımlar... Yani durmadan işleyen bir makina gibi sürekli bir çaba içerisindeyiz yaşayabilmek uğruna. Eskisi kadar kolay da değil her şey yani aslında teoride daha kolay görünüyor ama pratiğe gelince anlıyoruz zorluğunu. Evet, artık herşeye sahibiz; daha kaliteli bir yaşam, daha çağdaş nesiller, daha çok seçenek, daha modern bir hayat... Ama bu buzdağının görünen kısmı, bir de sular altında kalan tarafı var ki birçoğumuzun aklının sınırları buna erişmeye yeterli değil. Düşünmek yeterli aslında ama düşünebilen daha doğrusu düşünme eylemini gerçekleştiren kaç kişi var bu devirde? Akıl bize sunulmuş bir mücevher; onu hayatımızın odak noktası yapıp; aydınlık, parlak bir hayat sürmekte bizim elimizde, hiç kullanmadan, ezbere yaşayıp hazineyi tüketmekte. Şaka değil, bence düşünmeyen insanlar yaşlılık dönemlerinde hastalıklara daha kolay yakalnıyorlar. Düşünen, üreten, okuyan, gelişen beyin; işleyen demir misalidir. Zaten hüzünler de hep boşluğumuzdan yakalar, bir uğraşımız yoksa bu bizi boş düşüncelere sevk eder, boş düşünceler ise insanı benliğinden uzaklaştırıp, bunalıma iter. Ama elbette herşey eskisi kadar insana bağımlı gelişmiyor, tüm bunların yanında birçok dış faktör gerekiyor maalesef. Toplumumuzda insanlar artık kendini oluşturamıyor birey olarak, bunun içinde sağlıklı bireyler olamıyor, sağlıklı bir toplum yapısı oluşmuyor, sağlıklı ilişkiler kuramıyoruz. Yalnızlığımız da bundan kaynaklanıyor, fuzuli kalabalığımız da, iç savaşlarımız da. Ne öğretiliyor temelde bize; yemek-içmek, çalışmak, aile kurmak, evlat sahibi olmak dışında. Hayatın kalıpları tamam da, peki ya içindeki boşluklar? Çalışıyoruz ama neden istediğimiz noktada olamıyoruz hiçbirimiz; çalışmaya başlarken kaçımız amacımıza yönelik bir doğrultuda yön veriyoruz çalışmalarımıza? Aile kurmak basit; iki ayrı cins insan, bir çatı, birkaç eşya herşey tamam mı yani? En doğru zamanı, en doğru insanı bulmanın önemini benimsemiş kaç aile var toplumumuzda ya da evliliği ebeveynlerinden gördükleri yerine daha blinçli yürütmeye çalışan kaç genç var toplumumuzda? Çocuk sahibi olmak mı önemli, kaliteli, kişilikli evlatlar yetiştirebilmek mi? Kaç kişi bunun ayrımına varmış durumda? İşte böyle mutsuzuz hepimiz. Hep birşeyler eksik hayatlarımızda. Yalnızız ve gitgide kimsesizleşiyoruz! Neden peki?