Yazmak Üzerine
Yazı, yüce yaratıcımızın biz insanlara bahşettiği muazzam bir nimet ve yaşananın bir kitabesi, izdüşümüdür. Kulaktan kulağa dolaşarak varlığını sürdürebilen hakikatler, asil sözler ve kültürel değerler geçen uzun asırlar arasında ezile ezile ciddiyetini ve gerçekliğini kaybederken, mürekkebin kıvrak kavisleri arasında yeniden hayat bularak daha uzun süre insanlığın dimağında yer edebilmiştir.
Hiç düşündük mü neden acaba yazı ilk insandan asırlar sonra ortaya çıkmıştır? Madem bukadar önemli idi, neden yaratıcı ilk insanla beraber yazıyı da yaratmadı da asırlar ötesine attı? Çünkü yazmak bir süreç ile ortaya çıkar. Her şeyden önce düşünmesini öğreneceksin, sonra zaten sen yazmak istemesen bile yaşadığın olaylar ve hafızanda ağırlık yapan bilgi birikimin dışarıya akmaya başlayacak ve bildiklerini paylaşacak insanlar bulamadığın anda ise seni yazmaya zorlayacaktır.
Peki nasıl yazmalıyız, bunun bir kuralı yok mu? Elbette var. Fakat bence yazmada ki en büyük kural kuralsız yazmaktır. Yazmak yaşamın dışına çıkmak, yuvarlak dünyadan uzaklaşıp uçsuz bucaksız hayaller aleminde fikirlerle dans etmektir. Kalbinden diline dökülenleri beynine fısıldayıp, akıl terazisinde tartarak kaleminin ucuyla yaşamın dışından söküp getirdiklerinin siyah incileriyle beyaz dünyayı süslemektir.
Yazdıklarıyla farksız konularda fark yaratabilmek ve herkesin kullandığı kelimelerle ama herkesten farklı yazabiliyor olmak insanı her zaman farklı kılar. İnsan her şeyden önce kendisi için yazmalı ve yazmaya kendinden başlamalı. Her insan farklı bir dünyadır. Kendi dünyasında kendini keşfedebilmek adeta dominonun bir taşını çekmek gibidir ve böylece bütün insanları yani insanlığı ve kâinatı anlayabilecek ve en güzeli anlatabileceksin.
Bir sınırı ya da bir boyutu yoktur yazmanın. Hani ‘dilinin döndüğü kadar’ denilir ya işte sende kaleminin çizdiği kadar, kâğıdının son satırına kadar, günlük olsun yıllık olsun, ister roman ister şiir, düşüne bildiğin her şeyi yaz. Sessiz bir çığlıkla haykır dünyaya doğrularını fakat gerçeklerden şaşmadan, hakikati aşmadan.
Ne susmak yakışır bize ne de boş ve gereksiz konuşmak. Bize yakışan tek şek korkmadan, çekinmeden ve sıkılmadan yazmak. Okuryazar demek ne demektir zaten? Sadece okumak ya da sadece yazmak değildir tabiî ki. Adı üstünde okur ve yazar. Madem okuryazar bir milletiz o halde en az okuduğumuz kadar da yazmalıyız.
Ve Ozan ÇELEBİ’nin çok sevdiğim bir şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum. Yazan insanlarımızın ( özellikle gençlerimizin) daha da artması dileğiyle daha aydın ve bol yazılı günler diliyorum.
YAZMAK ÜZERİNE
Yazmakla başladı anlamak
İç çekip rahatlamak
Dünyayı daha iyi sorgulamak
Sonra içindekileri daha iyi haykırmak
Yazmakla başladı anlamak
Sevgiliye sevdiğini daha iyi vurgulamak
Dünyayı kendi çapında kurgulamak
Her bir filmin içinde oynamak
Sonra her bir yazıda kahraman olmak
Yazmakla başladı anlamak
Buz tutmuş yüreğini ısıtmak
Her defa acıyan kanayı tekrar acıtmak
Sonra o yaraya tuz basmak
Yazmakla başladı anlamak
Her biri satırı yaşadıklarınla imzalamak
Kelimelerin arasına sevgiliyi saklamak
Her bir satırda rüzgar gibi esmek
Sonra sevgiliyi aramak
Yazmakla başladı her şeyi anlamak
İçinde ne varsa esmek
Satırlarda kendi porteni çizmek
En güzel melodiyi dinlemek
Sonra sonuna kadar huzura ermek
Ozan Çelebi