Yemeğin Bozulmadığı Bir Dünya Bozulmuştur
Kedi yemediyse, ben de yemem.
O sabah otelde kahvaltıya indim. Et sucuk vardı. Görüntüsü düzgündü, rengi yerindeydi. Ama içimde bir kuşku vardı, güven eksikliği gibi. Bir parça koparıp bahçedeki kediye verdim. Koku aldı, baktı, döndü gitti. Yemezse yemesin diyecektim, diyemedim. Çünkü o yemediyse, ben neden yiyeyim?
Aynı şeyi bir ay önce elmayla yaşadım.
Pırıl pırıl bir elma. Parlak, kıpkırmızı. Alıp mutfağın köşesine koydum, unuttum. Günler geçti. Mevsim değişti. Ama o elma hâlâ oradaydı. Ne buruşmuştu, ne çürümüştü. Ne sinek konmuştu, ne kurt girmişti.
Bir meyveyi kurt yemiyorsa, insan yememeli. Çünkü doğa hep doğruyu söyler. İnsan hata yapar, doğa asla.
Sonra anladım.
Biz artık bozulmayan şeyleri yiyoruz. Küflenmeyen yoğurtlar, bayatlamayan poğaçalar, kokmayan tavuklar…
Bu gıdalar insan için değil, raf için üretiliyor. Tüketici için değil, satış için.
Ve biz de yavaş yavaş buna alışıyoruz. Oysa eskiden annem yoğurdu yapar, üç gün içinde ekşirdi. Tavuk pişince lif lif ayrılırdı. Ekmeği ertesi güne kalmazdı. Koku olurdu, ses olurdu, lezzet olurdu.
Şimdi ne var?
Sadece sessizlik. Plastik bir yiyoruz.Doyuyor muyuz, yoksa sadece doluyor muyuz?
Kurtların, kedilerin, sineklerin yemediklerini yiyoruz.
Ve buna yaşam diyoruz.
Oysa yaşam bozulur. Gerçek olan çürür. Zamanla şekil değiştirir. Kendi ömrünü yaşar.
Ama şimdi, ölmeyen yiyeceklerle yaşayan bedenler taşıyoruz. Ve buna da "modern hayat" diyoruz.
İnsan eline aldığı elmanın ya da ekmeğin ne zaman yapıldığını tahmin edemiyorsa, kaybolmuştur.
Bozulmayan her şeyde bir eksiklik vardır. Koku eksiktir. Ruh eksiktir. Zaman eksiktir.
Ve bir gün midemiz değil, kalbimiz hazımsızlığa uğrayacak.
Belki de her sabah, tabağa değil, kediye bakmalıyız önce.
Çünkü doğa yalan söylemez.
Ve hayatta kalmak başka şeydir, gerçekten yaşamak başka.
Turgay Kurtuluş