Yeşil Çamın Kozalakları

Eski müzikleri dinliyoruz günümüzde eski filmleri izleyip o günleri özlüyoruz. Peki gerçekten özleyip imrendiğimiz o günler mi, yoksa o günlerin insanları mı? Ben o günlerin insanlarına imrendiğimizi düşünüyorum... Saflıklarına, tertemiz bakışlarına, aralarında kötüleri varsa da elbet, bütün varlıklarıyla onlara direnmelerine... Bütün varlıkları bir tutam olsa da hatta...

Kaç kere izlediğimizi bilmediğimiz filmleri bir daha bir daha izleriz bu yüzden ve bazı sahneler akıldan çıkmaz, mesela 'Yaşar Usta'

'Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana, ekmekle oynamak. Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak. Ama nasıl yakışmaz. Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören. Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Hıh!.. Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim bey. Sen mi büyüksün. Hayır ben büyüğüm, ben, Yaşar Usta. Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiç bir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun. Dokunma artık aileme. Dokunma çocuklarıma. Dokunma oğluma! Dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni. Anlıyor musun? Vururum ve dönüp arkama bakmam bile.'

Kaçımız unutabildi ki bu sahneyi, kaçımız unutabildi Gençliğe Hitabe'yi ezbere okuyan Hababam Sınıfı'nı... Kaçımızın o anda içi kabarmadı ya da ezbere bilmediği için utanmadı. Kaçımız benim gibi gizlice odaya kaçıp bir okul kitabından Gençliğe Hitabe'yi okumadı.

O eski zamanlara değil elbet ama o insanlara özeniyoruz işte, okulları kapatılınca bir bahçeyi sınıf yapan hababama, yedi düvel üstlerine gelse de silaha süngü takıp yürüyen askerlere, dağları delip su getiren, çölleri aşan âşıklara. Onlardaki azme imreniyoruz... Çünkü korkuyor günümüzün insanı, direnmekten, karşı koymaktan, paradan, güçten... Hatta sevmekten ve sevilmekten bile korkuyor... Hatta çok sevmeyi bile yakıştıramıyorlar kendilerine, gerçekten sevmeye başlayanları gördüklerinde, 'sen bir hayali seviyorsun' diye söyleniyorlar. Eski zamanın aşkı, eski zamanın azmi, eski zamanda kaldı sanıyorlar. O direnci gösterenlere inanmıyorlar o yüzden.

Ne farkımız var o insanlardan, Einstein'dan Mahmut hocaya, Kerem ile Mecnun'dan Mustafa Kemal'e, hangisinin bir günü 24 saatten fazlaydı ya da hangisinin hayatı kolaydı? Hayatınca bilime nimetler sunan Albert Einstein küçük oğlunun akıl hastası olmasıyla kahroldu, dağları delen Ferhat, ilk gördüğünde Şirin'ini tanımadı, ardından külüngünü kendine vurdu...

Bizim içinde hayat kolay olmayacak elbet, etrafına ışık olurken kendi içinde kahrolan, dağları onun için delerken sevdiğinin yüzünü unutan olacağız ama vazgeçmeyeceğiz sevdadan. Yaşanan hayatın ufacık bir köşesi olabiliriz, akıp giden zamanda minicik bir kum tanesi ama bizler insanoğluyuz, o insanların torunları. Onlar 'Yeşil Çam' olduysa eğer, bizlerde 'Yeşil Çamın Kozalakları'
Biz olmasak da ayak izlerimizi hatırlayacak bu dünya, sırf bu umutla bile korkmadan yaşamalı, eski filmlere imrenen değil, onlar gibi olmaya çalışan insanlar olmalıyız. Hayatın karşısına çıkmalı "Ben Büyüğüm" diyebilmeli...

03 Nisan 2010 3-4 dakika 24 denemesi var.
Yorumlar