Yetke Ya Da Otorite 4

Yine bir insan hakları kapsamında olan mülkiyette elbette toplumsallaşmanın bir sonucudur. Önce emeğe sahip çıkmanın, sonra da emeği özelleştirmenin bir sonucu olaraktan özel mülkiyetle mülksüzleştirilme ortaya çıkmıştır. Yani mülkiyetin özelleştirmesi bir toplumsal sonuçtur. Ve mülkiyete değin bütün ilişkisel düzenleşmeler de, toplumsal otorite anlayışının yasallaşmasını ortaya koymuştur. Mülkiyete değin yapacağınız bir talep de, zorunlu bir toplumsal demokratik girişimin konusu olacaktır.

Yine bir insan hakları olan 2. Maddedeki; ırk, renk, etniklik dinsel inançsal anlayışların hiç birisi dahi toplumun konusu değildirler. Toplum, otoritesini ikiye ayırması ile ırk ve etniklik, dini inanç ve dinsel kanaatler ve kader; toplumun konusu olmaktan çıkartılmışlardır. Tüm bunlar, sosyal hayatın ya da halk alanın otoritesinde olan, sosyal bir yaptırımın konusu olan sosyal alanın öznellikleridirler. Toplumsal huzur söz konusu olmadıkça, sosyal hayatın otoriteleri bunları grup cemaat yapıları içinde düzenler. Ve giriştirirler.

Yani bu tür sosyal yaşantılaşmayı içeren insan haklarının, sosyal oluşumlar içerisinde bir tek otorite kaynakları yoktur. Sosyal hayatta, birçok farklı ve çatışan otorite kaynağının olması, birçok dini ve etnik yapıların olmasından kaynaklanır. Demem şudur ki, kimi insan hakları düzenlemesi olan hüküm ve yaptırımlar; toplumsal hayatı ve toplumsal otoriteyi direkt ilgilendirmezler. Ve yine toplumsal hayatın içinde uygulanması bağlamında, kişinin ırki, dini vs. oluşları toplumu ilgilendirmez. Bunlar demokratik hakmış gibi toplumsal otoriteden talep edilemezler. Daha açığı bunların kendisi bir sosyal halkçı otorite yaptırımıdırlar. Bunların yerleri ve talepleş ilme girişimleri de, her zaman halktır.

Tüm yazılarımda toplumsal alanla, halksal olan sosyal yaşantısal alanı, ya da insan insan ilişkileri olan öznel yaşantılaşma alanını, birbirinde ayırmanın özeni içinde oldum. Bunların birbirine olan onlarca kez çeşit aykırı farklarını ve işleyişler alan, zemin devinmesi aykırılıklarını belirttim. Bütün dikkatleri buraya yoğunlaştırmak ve bir toplumsal yurttaş, evrensel yurttaş bilinci edinmenin gereğine olanca dikkatleri çekmek istedim.

Toplumsal otorite, her iki alanı da düzenler. Ve toplumsal otorite her iki alanın mutlak egemenidir de. Ancak toplumsal otorite, halksal alanı düzenlerken toplumsal işleyişler gibi en ince ayrıntısına değin kurallara bağlamazlar. Toplumsal otorite toplumda hoşgörücü olmazken, halksal alanda anlayışlıdır. Toplumun ve sosyal hayatın genel geçerli yasalarına aykırı olmadan halkın kendi kendisine serbest girişmeleri ortaya çıkar. Halkın kimi pek çok devinmesi, kendi serbestlik ve oluşumu içindedir. Bu özellik toplumun işleyişin içinde yoktur. Toplum üretim ilişkileri alanıdır. Sosyal hayat, bir tüketim ilişkilerinin yaşantılaşması ve kişisel eğilimleri doğrultusunda, öznenin kendisini gerçekleştirmeleri alanıdır.

Bu nedenle insan hakları; hem sosyal hayattan yansıyabilen kimi haklardan ve kimi toplumsal hayattan yansıyabilen hakları da, belirten, bir üst küme bileşenli; evrensel bilinçtirler. Uygulanması, ayrı ayrı iki alanın içinde olacaktır. Kimi kez de kimi haklar iki alanın kesişim kümesinde olacaktır. Bu nedenle istenildiği gibi giyinme ve başörtüsü, insan hakları beyannamesinin 12. Maddesindeki özel hayat kapsamı ile sosyal hayatın içindedirler. Hem 2. Ve 18. Maddedeki kişinin dini, vicdanı kanaatler içinde olması ile yine sosyal hayatın içindedirler.

Sosyal hayatı düzenleyen yasalarla, toplumsal hayatı düzenleyen yasaları birbirinden ayırmayı hep bilmeliyiz. İki farklı yasayı, aynı anlamda kullanmamalıyız. Kişiler öznellikli haklar ve edinimler toplum içinde demokratik talep olamazlar. Söz gelimi, benim inancım var diyen biri, sosyal hayatın babalara olan saygısı çerçevesinde, asistan bir babaya uzman bir evlat, emir vermesin diyemezsiniz. Babanın buyuramaması benim inancıma, geleneğime göreneğime aykırıdır diyemezsiniz. Bu gibi görüşlerinizi bir hak olaraktan toplumda talep edemezsiniz. Aynı şekilde de, uzman bir evlat; sosyal yaşamda da, artık baba oğul formasyonu içindedirler. Toplumsal formatlar da, burada geçerli olmaz. Üstelik insan hakları bildirirsi, toplum hukuku gibi oldukça soyuttur. Sosyal ve toplumsal alanlardan giriştirilmeden nesnelliği ortaya çıkarılamaz. Hukukun somutlanması onun toplumsal ve sosyal hayatta gerçeklenmesi ile olasıdır.

Bir toplumu oluşturmak için dinsel anlayışınız, ırksal anlayışınız ve etnikçi anlayışınız hiç gerekmezdir. Bir telefonu, bir otomobili ırki, etnik ya da dinsel anlamalarınızın bir muktedir oluş özelliği sayesinde bulmuş ve kullanıyor olunmasının bir ayrıcalığı ve üstünlüğü içinde değilsinizdir. Aksine toplumsal güç olmanın ve toplumlar arası ilişkilerin değiş tokuş ilişkileri sayesinde, herkeste ortak olan bilinç özellikleri ile emek girişmeleri ile bilgisayarı ya da uçağı veya ilacı oluşturup kullanıyorsunuz. Bu nedenle toplumsal olan, nesnel öznelliklerlen (otorite yaptırımla), sosyal olan, öznel öznelliklerin (otorite yaptırımını) karıştırmayınız. Toplumlar, tüm insanlardaki ortak özelliklerin farklılaşan nitel emeklerinin nicelci özelliklerinin işbirliğini ortaya çıkaran potansiyellerdir. Bir otomasyoncu olgulaşmada, düğmeye basmanız için etnik (dini-ırki-soya ilişkin) anlayış içinde olmanız, toplumun umurunda bile değildir. Ama sosyal hayatınız da, bu etnikliğinizi tüketmeniz üzerinedir.

Dil ve siyaset gibi insan hakları da hem toplumsal otoriteyi, hem sosyal otoriteleri ilgilendirir olan bir girişmesi vardır. Buralarda sosyal otoriteler toplumsal otoritelere gevşek bağlıdır. Zorunlu olmadıkça toplumsal otorite, etnikliği düzenleyici olmanın gayretinde olmaz. Toplumların genelde ve zorunlu bir evrensel kelime ve kavramları da içermeye matuf olan, iletişmeci bir gelişmeci dili vardır. Bu dil vakti ile bir etnik yapıya ilişkin toplumun dili de olabilir. Bir dilin süreç içindeki, egemenliğinde keyfilikler değil (ki öznel değerlemelerle bu böyle bile olsa), bu girişmede tarihi nesnelci zaman sürecinin olgulaştırdığı zorunluluklar burada etkilidir. Bu da bir toplumsal kultürün ortaya çıkardığı uygarlıkları o dilin yansıtır olması gelişmişliği ile ancak olasıdır.

'Atı alanın, Üsküdar'ı geçmesi' kabilinde çabuk davranan bir etnik yapının dili, toplumun dili olmaz. Fetih edenler feth edilirler. Yani işgal edilen, işgal ettiğinin kültür ve toplum dili ile de, bizatihi işgal olmak zorundadırlar. Tarihi gelişme içinde toplumsal kültürünü ve toplumsal dilini üretmiş kültür dilleri, zorunlu toplumun dilidirler. Değilse etnik bir haktır diye, güdük kalmış, tarihi kültür evrimini tamamlamamış bir dil, lütfen denişle, toplumun dili olamazlar. Zaten bir toplumun olan özgün dili de; hem yerleşilen coğrafya kültürlerinin diliyle; hem de, gelişmelerin dünya konjonktürselliği içinde, iç içe geçmesinden ötürü, teknoloji ve kültür, bilim dili ithali ile o toplumun dili olmaktan çıkmaktadırlar.

Sürecek

14 Haziran 2010 6-7 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar