Yıllar Geçmiş Farkında Olmadan
Yıllarca aradım durdum, kimselere belli etmeden...Ve kimselere de soramadım. Şimdi sizler soracak gibisiniz; ?'Neyi, kimi ve neden, '' diye. Bunu anlatmak o kadar zor ki. Bilmiyorum anlatabilir miyim? Sadece ipucu verebilirim, merakınıza yardımcı olabilmek için.
İpucu dediysem öyle uzun uzun değil... Şöyle ki: Benden uzakta yaşıyor. Ama her an yan yana sayılırız. İkimizin karşılıklı saygı, sevgi ve arzuyla donanmış bedeni kollarımızı o kadar uzattı ki, birbirimizi sarmalayabiliyoruz
Sessizlikte ıslık çaldık, kimselerin duyamayacağı...Ve kimselere sezinletmeden sessizce tanıştık. Onu ilk gördüğümde kalabalıklar içerisinde yalnızdı, kimsesiz gibiydi. Ben de öyle...Böylece farkında olmadan ikimiz de yılları tüketmişiz. Geri dönüşümüz de yok artık. ''Yıllar geçmiş farkında değilim, ikinci bahar da bitmek üzere. Nerede kaldın ademoğlu diye sual olursa, cevabım hazır. Ne olur bana söyletmeyin. Söylesem de aramızda kalsın, ben hala onun layım...'' Şimdi ikimiz de kimseliyiz. Yani bir birimizin kimsesi...Ben varım. O var. Bir de çocuklarımız... Bütün bunlar bize yetiyor.
Sessizce anlaşmamız ilk olarak gözlerimizle oldu. Bakıştık... Sonra da tanıştık. Anadolu da doğmuş. Orada büyümüş, orada serpilmiş, orada boy atmış. Güzelliği, zamanla yarışarak orada bürünmüş bedenine. Bu yarışı da açık ara kazanmış.
Yani, yıllar peş peşe geldikçe; hem fiziksel, hem de ruhsal güzelliği katlanmış.
Kendimi daha önce fark edebilseydim hayata başlangıcımdan itibaren ilk emeklemelerim ve koşmalarım çocukken onun tarafına olurdu, ne olur ne olmaz kapıverirler benden önce diye.
Kapmışlar ama...Hiç bırakırlar mı? Genç yaşta özgürlüğü yok olup gitmiş. Hayatı önce ikiye, sonra üçe, daha sonra dörde bölünmüş. Şimdi de ben...
Bunu nasıl bilebilirdim ki?
***
Onca yıldan sonra senenin belirli dönemlerinde sık olmasa da görüşme imkanımız olan candan öte iki canız artık. ''Buna da şükür, ya karşılaşmasaydık,'' demekten başka hiçbir şey gelmiyor elimizden. Zaten yapacak bir şeyimiz de yok. Çünkü, yalnız değilken ikimizin de kıyısına ulaşamadığımız yalnızlık havuzunda sürüp giden zihinsel alış verişten yoksunluk, kimsesizlik duygusu ve anlaşılamama elinden geleni ardına koymuyor. Belirli bir yaştan sonra bunlar katlanılması zor bir davranış olarak abide gibi dikiliyor kişinin karşısına. Hani Cahit Sıtkı'nın bir şiirinde geçer; ''Katlanmaksa katlanıyoruz kimselere belli etmeden...''diye, işte onun gibi. Yalnızken bu katlanmalarımızı kafamızdan uzaklaştırmak, dahası yok etmek için senenin bize uygun düşen dönemlerinde bir araya geliyoruz. Her şeyi ardımızda bırakıp, her şeyi göze alarak buluşuyoruz. Kıyısında deniz, yamacında dağ olan ve ilk defa gördüğümüz köylere gidiyoruz. Kimseler bizi tanımazken özgürlüğümüzü yaşıyoruz. Bir bakıma ''Beyin temizliği,'' yani...Böyle olunca da; ''Bir elmanın iki yarısı,'' gibi görüyoruz birbirimizi.
Şimdi iki yaşamın ortasındayız...Aslında ortası da sayılmaz...Biraz sonları... İki yaşam dediysem, ilki doğumdan önceki...Üçüncüsü ölümden sonraki... Kişiler ikinci yaşamlarına neyle karşılaşacaklarını bilmeden birinciden sıyrılıp geliyorlar. Çoğu da değerini bilmeden üçüncü yaşamına göçüp gidiyor. Tabii ki ben de herkes gibi birinciler gibiydim...Hiç bir zaman üçüncüler gibi olmak istemedim. Onun için şu anki yaşantımın değerini daha iyi anladığımı sanıyorum. İşte bu anlayış bana ara da bir her gittiğim yerde bakınıp durmamı telkin etti. İçimden dışa yansımayan telkin gücü yüksek bir ses; ''Beklemelisin, sabretmelisin,'' dedi. Sabrettim, bekledim ve yıllar sonra da ona rastladım. Onun gibi başkası da yoktu ki...Zaten olamazdı da... Hemen birimizi sahiplendik.
Şimdi ruhlarımız o kadar benzer ki, sanki ''Ruh ikiziyiz.'' O kadar coşku ve güvenle bağlandık ki, en gizli yönümüze kadar birbirimize teslim olduk. Hiçbir şeyimizi saklamıyoruz. Her şeyimizi paylaşıyoruz. Kendimizi karşılıklı beğendirmek gibi bir kaygımız da yok. Birbirimizi olduğu gibi kabul ediyoruz. Ben onu kendimi tanıdığım kadar tanıyorum. O da beni... Bu durumda karşılıklı güvenimiz sınır tanımaksızın devam ediyor. Saygımıza ve sevgimize dair özenimiz sıradanlığın sınırlarını çok çok aşmış durumda.
En mutlu insan olarak ömrünüzün yarıdan çoğuna kadar kulaç atıp sonra mutsuzluk denizinde kulaç atmak mı istersiniz? Ya da en mutsuz insan olarak ömrünüzün sonbaharına kadar kulaç atıp sonra mutluluk denizinde kulaç atmak mı istersiniz? '' diye sorsalardı;
''Ben ikincidenim,'' derdim, böyle bir soruya.
***
Hani en sonunda ömrümün yarısı diye söz etmiştim... Hatta yarıyı çok oldu geçeli diye...Kalan günlerim için bana şimdiden kullandığım ömrümün tamamını verdi. Kalanı da verecek...Buna inanıyorum, ona güveniyorum.
''Her karanlığın aydınlık bir yönü vardır,'' derler ya...Bunca yıldan sonra birbirimizin aydınlığı olduk. Haaa.. Adını söylemeyi unuttum. Ama buna hiç niyetim yok. Gerekte yok aslında. Çünkü dikkatli okuyucular bu yazıda onun adını, doğum gününü ve gözlerini açtığı, dünyaya hoş geldiği şehrin neresi olduğunu bulabilirler.
Şimdilik ipucu yeter sanırım. Ama çok az daha yazayım...
Geçen mutsuz günlerimin üzerine bir örtü sermeme yardımcı olup, o günlerimi utmamı da sağladı. İçerisinde bulunduğum şu anki günlerimde ışığıyla hiç zorlanmadan ilerleyebiliyorum. Şimdi ne mi yapıyor? İşte onu söylemem. Söyleyebileceğim tek şey, o beni sahiplendi, ben de onu...Böylece karşılıklı fedakarlığımız çoktan gök yüzüne ulaşmış durumda.
***
Yaşantımızı ayrı şehirlerde sürdürmemiz sorun yaratmıyor. Sevgimiz daha da güçleniyor. Arada bir kavuşuyoruz birbirimize. O kadar güzel ve heyecanlı oluyor ki...Her buluşmamız yeni tomurcuk veriyor. Uzun süre ayrı kaldığımız zamanlar, çiy düşüyor tomurcuğun üzerine. Ayrı şehirde de olsak o benim için yaşıyor, ben onun için...
Duygusal rahatlamanın saygı çemberindeki sevginin tohumundan kaynaklandığını az çok biliyorum. Bildiğim için de onu kendime bağlamaktan ziyade kendimi ona bağlıyorum. Ayrıca ona iyilik etmeyi, onun bana iyilik etmesinden daha çok seviyorum. Kendisini iyi gördüğüm ve hissettiğim zaman bunun bana da yansıyacağından eminim. Bunu ara da bir ona da söylüyorum. Ve farkında olmasa da bu durum bana iyilik olarak geri dönüyor.
Bir tek endişemiz, Edip Ayel' in şiirinde dediği gibi; ''Bir gün gömecekler bizi şehrin varoşunda, boş geçiyor ömrümüz, kaç günümüz kaldı ki şunun şurasında,'' diye konuşmalarımız. Bundan dolayı tartışmayla geçecek olan günlerimizin kaybedilecek günler olduğunu biliyoruz.
O ve ben varlıklı sayılmayız. Parayla pulla da işimiz yok. Ama aç ve açıkta kalma endişemiz de yok. Gözümüz yükseklerde de değil. Bu coğrafyada böyle bir anlayışın filizlendirdiği düşünceler bize yeter diye aynı çizgide el ele ve yürek yüreğe ilerliyoruz. Tek varlığımız çocuklarımız ve karşılıklı saygının tomurcuklandırdığı, renk renk açan çiçeklerimiz.
Anlatılarımda ipucu bulamadınız sanıyorum. Halbuki var. Bulamasanız da hiç zorlamayın kendinizi. Böylece tarihin derinliklerinde kalır; onun adı, doğum günü ve Dünyaya hoş geldiği şehir...
Daha neler yazabilirdim ki? Dün geçti gitti...Yarına çıkar mıyız hiç birimiz bilmiyoruz. Geriye bir tek günümüz var, o da bu gün...Her gün olduğu gibi bu gün de sevilmek çok güzel. Üstelik sarmaşıklar gibi sarmalayan bir duyguyu hissetmek...Doğum günün kutlu olsun canım, bana geçmişimi unutturup güzel günler sunduğun ve böyle günlerin devam edeceğine inandırdığın için.
yaş ,yarım yüzyıla dayanıp ya da geçti mi, sanki pek çok şeyi daha iyi kavrar oluyoruz. Ben her cümleni anladım ve içime sindirdim abi. Kalemin elinde kalsın daima. sevgiyle kalsaın