Yol Arkadaşı

Köprünün tam ortasında durdu, arabasından indi, bembeyaz köpükler içerisinde
akan suya baktı, arabasına geri döndü, atları yularından çekti, iyice yolun kenarına yanaştı, koşumlukları açtı, yem torbalarını çıkardı, atları yemledi ve
suyun başına indi. Sudaki köpükleri tutmak istiyordu, bir iki taşı basamak yaparak, suyun tam ortasındaki büyük kayanın üzerine çıktı, çömeldi, ellerini suda oluşan köpüklere doğru uzattı, kristal bir küreği tutuyormuş gibi köpükleri avuçladı, su buz gibi soğuktu, ayağa kalktı, tekrar taşları kullanarak kıyıya çıktı, doğruca arabasına gitti.





Soyunmaya başlamış, bir don bir gömlek kalmıştı, gerisin geri döndü, üzeride
kalan atletini de çıkardı ve akan suya attı kendini. Suyun en derin yerine doğru yüzüyordu, köprünün ayaklarına doğru iyice yanaştı ve birden; ?aman Allah'ım? diye bağırdı, besbelli korkmuştu, bir ara dengesini kaybetti, suyun altında kayboldu, ani bir hamleyle suyun üzerine çıktı ve kıyıya doğru hızla yüzmeye başladı.





Aramızda yüz metre kadar mesafe vardı, bende ona doğru koşmaya başlamıştım.
Nefesimin darlığından kalbim küt küt atıyordu, elinden tuttum ve kıyaya doğru
çektim, tir tir titriyor konuşamıyordu, koluna girdim ve arabanın yanına götürdüm, ayağındaki uzun paçalı donunu da çıkardı, eski bir battaniyeye
sarındı ve boylu boyunca arabaya uzandı.





On sekiz yıl sonra dönmüştüm memleketime ve ilk geceyi Kars'ta geçirmiştim.
O sabah erkenden kalktım ve Kars Çayı üzerindeki köprüye kadar yürüdüm.
Amacım erkenden köyüme varmaktı, tam köprüye varmıştım ki arkamdan

seslendi:

ne tarafa hemşerim?
Tiknise dedim
-Atla o zaman dedi
Bir an arabasına binip binmemekte tereddüt ettim, nasıl olsa daha erkendi,
otobüsü bekleyebilirdim.
Hadi atla, atla dedi
Ve ani bir hamleyle kendimi arabanın üzerinde buldum.
Nereli olduğunu sormadan;
-Oluklu Köyündenim dedi.
-Memnun oldum, ben de Tiknisliyim derken; sesimin titrediğini hissediyordum.
Oluklu Köyüyle köyümüz düşman köylerdi, onlar Kürt, biz ise Türkmendik.






Kınalı Köprüye varıncaya kadar hiç konuşmamıştık, adlarımızı bile
söylememiştik bir birimize.
Suyun başına vardığımızda adım Fevzi Cahit dedim.
O da Mehmet dedi ve böylece tanışmış olduk.
Henüz giyinmemişti Mehmet. Battaniyenin içinde öylece yatıyordu.
-Üşüteceksin Mehmet, dedim
-Ben alışkınım hemşerim
-Hava bayağı ayazlı ama
-Olsun olsun ben yeniden gireceğim suya dedi, kalktı ve üzerindeki
battaniyeyi bir tarafa attıktan sonra tekrar suyun başına indi.
Ben onu kenardan seyrediyordum. Suyu kucaklar gibi yapıyor ve
kendini çayın buz gibi soğuk sularına bırakıyordu. Bir ara Şüşen de
burada olsaydı keşke dediğini duydum.
-O da kim hemşerim?
Eşim dedi
-Hayrola onu da mı sokacaktın bu soğuk suya?
- Yok, yok nasıl yüzüyorum görürdü, benim suda yüzdüğüme inanmıyor da.
Sen ayaklarının üzerinde yürüyorsun diyor? en azından sen onu yüzdüğüme
inandırırdın
-Şüşen sana inanmıyor mu?
-İnanmıyor
-Sen yanmışsın hemşerim
-He vallah
-Hadi yeter artık Mehmet, çık da yolumuza devam edelim.
-Tamam, tamam çıkıyorum, fakat su o kadar güzel ki insanın canı hiç
çıkmak istemiyor, sen de girseydin keşke ağabey.
-Ben alışkın değilim Mehmet, yollarda hasta olmak istemiyorum.



Atları koşmuş yeniden yola koyulmuştuk, bir zaman daha sessizce
ilerledik, Mehmet;
-Şimdi sen köylerimiz düşman diye benim de bir düşman olduğumu
düşünüyorsundur değil mi?
-Olur mu öyle şey Mehmet, insanlar düşmanlıklarla mutlu olamazlar,
düşmanlıklar toplumları bir fare gibi kemirirler ve mutsuz insanlar
topluluğu haline getirirler, kaldı ki okumuş, mektep-medrese görmüş
insanların, düşmanlıkları ortadan kaldırarak toplumlarını huzur ve asayişe
davet etmeleri gerekmektedir. Hacı Bektaşi Veli Hazretleri ne diyor
biliyor musun
-Bilmiyorum Ağabey, ne diyor?
-Hacı Bektaşi Veli Hazretleri diyor ki ?GELİN CANLAR BİR OLALIM?
Bizler kardeşiz Mehmet, atalarımız ve dedelerimiz yıllarca birlikte yaşamışlar
bu topraklar üzerinde, biz neden düşman olalım ki?



-Haklısın Ağabey, ben de aynen senin gibi düşünüyorum ancak bunu
kimselere anlatamıyorum, insanların gözünü kan mı bürümüş ne?
-İnsanlar mutluluğun ne olduğunu bilmiyor da ondan Mehmet.
-He vallah bilmiyorlar



Sohbetimiz tam da ilerlemişti ki köyümüzün yol ayrımına geldiğimizi
fark ettim.
-İşte geldik Mehmet, ben burada inmeliğim, sana çok, çok teşekkür ederim.



Mehmet arabayı yolun kenarına çekti ve durdu, bir hamlede arabadan atladı
ve bir dost gibi boynuma sarıldı, ben de ona sarılmıştım, Mehmet, san ki kardeşini bir yere uğurluyormuş gibi hüzünlenmiş ve gözleri dolmuş bir
halde bakıyordu yüzüme.
-İzmir'e yolun düşerse bana da uğrar olur mu Mehmet?
-İnşallah Ağabeyi...



Kars'tan amcamlar için aldığım bir kutu lokumu uzattım Mehmet'e
-Bunu benden taraf Şüşen ve çocuklara götürmeni istiyorum
-Olmaz ağabeyi, vallah olmaz...
-Darılırım Mehmet, hem emaneti götüremem diye bir şey olmaz biliyorsun
-Ağabey beni mahcup ediyorsun
-Mahcuplaşmak erdemliktendir Mehmet
-Sağ ol Ağabey, bu kısacık yolculukta bana çok şey öğrettiniz,
kısmet olursa tekrar görüşürüz değil mi, ne zaman geriye döneceksin?
-Bir hafta sonra...



Vedalaştıktan sonra ayrıldık, Mehmet kendi yoluna, ben kendi yoluma...



Bir hafta nasıl gelip geçmişti anlamamıştım, sanki dün gelmiştim, bu gün
geri dönüyordum. Amcam;
Birkaç gün daha kalsaydın oğlum? diyerek söylenip duruyordu, bir taraftan da
-Haydın artık otobüsü kaçıracağız
Yengem ise
Tamam herif, iki ayağımızı bir pabuca koyma, oğlanın valizini hazırlamayalım mı? derken, elinde bir paketle Mehmet içeriye girdi.
Şaşırmıştım, ne diyeceğimi bilemedim, ?Mehmet? dedim ve öylece kaldım.
-Sana yol azığı getirdim ağabey, Şüşen kardeşin gönderdi.
-Sağ olasın Mehmet, Şüşen bacımı görmek isterdim ama nasip değilmiş,
inşallah bir dahaki sefere...
-Şüşen'in ve çocukların çok selamları var sana, iyi yolculuklar diliyorlar.
-Sen de benim selamlarımı götür Mehmet, bir daha ki gelişimde Şüşen bacımı
mutlaka ziyaret edeceğim, bunu da söyle.

Amcam da yengem de şaşırıp kalmışlardı, gerçi amcam Mehmet'in Oluklu
Köyünden olduğunu biliyordu ama Mehmet beni nereden tanıyordu, anlayamamıştı.
Durumu amcama kısaca anlatınca, amcam rahatlamıştı ve artık arabaya binme zamanımız da gelmişti.
Kısa bir vedalaşmanın ardından ayrılmıştım köyümden, ayrılış o ayrılış, yıllar yılı bir daha kısmet olmadı köyüme dönmek...
Ne Şüşen bacı beni tanıyabildi,
Ne de ben Şüşen bacıyı...



Ozanca/İzmir














Fevzi Cahit Çiçek



Ozanca/İzmir

19 Kasım 2015 6-7 dakika 1 denemesi var.
Yorumlar