Zamana Bakış

21. yüzyıla girdik, değişen ne oldu diye bakınca maziye; değişen tek şeyin araç olduğu, amacın yine aynı olduğunu görürüz. İlk ilkel insandan günümüz modern insanına ise sadece giyim ve kuşam değişmiştir. Değişmeyen tek şey değişimdir yine. Teknolojinin insan hayatına girmesi, birçok yenilik, refah ve kolaylık getirmiş ama insanların ?bencil' tavrı yine sahneye çıkmış; teknolojiyi kendi tekeline alıp kâr gütmüş, bir ıstırap mekanizması yapmıştır teknolojiyi. ''Köle canlı alet, alet cansız köle'' mantalitesi bitmiş, insan, aletin bir parçası olarak algılanmıştır.

Günümüz insanına dönersek, insandan ne kopartırsam kâr mantığı ile hareket etmektedir. Hormonlu ve hastalıklı organik tarımla elde edilen sebze ve meyveleri piyasaya sürmüş, vatandaşı hasta etmiş ve ilaç üreterek insanları soymuştur. Durum her sektörde aynıdır. Küçücük bir işi maliyetinin 30/35 katına yapmaktan hiç utanmayıp, vatandaşın gözünün içine baka baka derisini yüzmektedirler. Alan aldı, çalan çaldı geriye bir deri bir kemik kaldı. Bir yaralı döşten gayri nem kaldı türküsü zamanımızın sosyal bir ağıdı ve çığlığı olmuştur. Olay mecaz ve şiirsel anlamdan sapmış, insanın taa bağrına saplanmıştır. Eş, dost ziyaretlerinde içilen çayın tadı, tavı değil, maliyeti konuşulur olmuş, misafirin en iyisi, en az oturan, masraf çıkarmayan olmuştur. Komşu komşunun dostu değil, kurdu olmuştur. Eski cemiyet, yapılan çıkarsız sohbet çok uzakta kalmış, insanlık vicdanını kapitalizmin kan kusturan, alçak oyunlarına figüran yapmış, kararmış ruhunu ise banknotların içine gömmüştür. Olan her zaman alın teri akıtan işçiye olmuştur. İnsan hayatının bu kadar ucuz, emeğiyle rezil olması, yerlerde sürünmesi hiçbir dönemde bu kadar olmamıştır. Sabahları beş dakika işe geç kalmanın lafını yapan, akşamları 30/40 dakika bedavadan çalıştırıp adi sadistliklerini gün yüzüne çıkartıp tatmin olan büyük insanlar vardır. Orta çağ aygıtı olan saat, zamanın ve işyerinin endüstriyel efendisi haline gelmiştir. Oysa dünyadaki bütün her şeyin sahibi emeğindir. Üst sınıf insanı olan Emerson şu vicdani kelimeleri söyleyebilme cesaretini göstermişti; "Ben bir işçinin, elde edilecek herhangi bir kazanç için gözden çıkarılmasını kabullenemem. Bir işçinin benim onurum, rahatım hatta mensubu olduğum o sözde yüksek sınıf için olsa bile harcanmasına göz yumamam. Bırakın ürettiği kumaş kötü olsun; yeter ki insanlar daha iyi olsun. Bir insan ürettiği şey daha iyi olacak diye harcanamaz." Ama günümüzün saygıdeğer insanları bu emekçi sınıfını kendi yarattıkları ağır şartlarda kullanıp harcamış, sonra da zamanın kötü koşullarında kendi kaderine bırakmıştır. Daha sonra vaazlar vererek, kadere karşı çıkmanın günah olduğunu, her duruma şükür etmenin sevap, cenneti kazanma yolunun sabır ve bedeni harcamak olduğunu savunmuşlardır. Öbür dünyada rahatlık ve cennet umudu ile bol bol umut senetleri verilmiş ve eylem ruhu köreltilmiş, afyonlu bir toplum haline getirilmiştir emekçi sınıfı.



Ve doğuştan -vicdan-sız doğan bazı büyük insanlar şöyle haykırıyordu zamana !

Demokrasi güçsüzlerin zayıflığını örtmüş, büyüklerin gücünü zayıflarla bir etmiş, sendika bir bit gibi üst-insanların başına tünemiş, ahlak denen iki yüzlülük seviyesizlerle karakter sahiplerini eşit kılmış, adalet denen köhne zihniyet ekonomik dengeyi talep etmiştir... Bu ne rezalet efendiler; olamaz, olamaz! Alt sınıfın bozuk kirli kanı, bizim gibi asil, tereyağı-balla beslenmiş pak kanıyla nasıl bir olabilir?

Varın siz düşünün bu asilliğin nereden geldiğini?

12 Kasım 2009 3-4 dakika 6 denemesi var.
Yorumlar