Zamanın Nehri Benliğin Keşfi
Zaman, avucumuzdaki kum taneleri gibi sessizce kayarken, bir gün fark ederiz ki elimizde tuttuğumuz şey sadece anıların gölgesidir. İnsanoğlunun en büyük yanılgısı, zamanın kendisine ait olduğunu sanmasıdır. Oysa biz, zamanın değil; zaman bizim sahibimizdir.
Her şafak vakti, uyanışla beraber yeni bir sayfa açılır ruhumuzda.Geçmişin gölgesinden kurtulmak, belki de özgürlüğün ilk adımıdır. Çünkü gerçek arayış, adımlarla değil, bakış açımızla ölçülür.
Kayıplarımız, aslında bir çeşit kapıdır. Her kaybedilen şey, aynı zamanda bulunacak yeni bir şeyin habercisidir. Bir yaprak düşer ağaçtan, toprağa karışır ve baharla birlikte yeni bir filiz olur. Doğanın bu döngüsü, belki de bize en büyük dersi verir: Hiçbir şey gerçekten kaybolmaz, sadece form değiştirir.
Gün batımını seyrederken, güneş gözden kaybolsa da, ışığı hala içimizdedir. Kaybettiklerimiz de böyledir; gözle görülmez olurlar, ama ruhta hissedilirler. İnsanın en büyük yanılgısı, kaybın son olduğunu sanmasıdır. Oysa her son, yeni bir başlangıcın tohumudur.
Öz benliğin keşfinde, en zorlu patikalar genellikle en değerli manzaralara çıkar. Acı, sevincin bir yüzüdür sadece; karanlık, ışığın yokluğu değil, ışığın henüz gelmemiş olma halidir. Karanlık bir odada bile, bir mum yakmak tüm mekânı aydınlatır. İçimizdeki ışık da böyledir; en karanlık anlarda bile, tek bir düşünce tüm ruhu aydınlatabilir.
Sular nasıl denize doğru akıyorsa, ruh da hakikate doğru akar. Nehirler durdurulamaz, yolunu değiştirebilir ama akışını asla durduramaz. İnsanın ruhu da böyledir; engeller karşısında yön değiştirebilir, ama özündeki arayışını asla durduramaz. Bu arayış, bazen bir dağın zirvesine tırmanmak gibi zorlu, bazen bir deniz kenarında yürümek gibi huzurlu olabilir. Ama her adım, bizi kendimize biraz daha yaklaştırır.
Zaman, bir çember değil, bir spiraldir. Her dönüşte aynı noktaya gelir gibi görünürüz, ama aslında her defasında biraz daha yükseğiz. Bu yükseliş, farkındalığımızın artışıdır. Her deneyim, her acı, her sevinç bizi biraz daha yükseltir, eğer ondan öğrenmeyi bilirsek.
Bir gün gelir, tüm kayıplarımızın aslında birer hediye olduğunu anlarız. Kaybettiğimiz her şey, bizi biraz daha hafifletir. Ve bu hafiflik, ruhumuzun özgürce uçabilmesi için gereklidir. Çünkü kuşlar gibi, biz de ancak yüklerimizi bıraktığımızda uçabiliriz.
Hayat, bir serüvense eğer, bu serüvenin amacı varış noktası değil, yolun kendisidir. Her adım, her nefes, her an... Hepsi birer hazinedir. Ve bu hazineleri görebilmek için, şimdide olmak gerekir. Ne geçmişin pişmanlıklarına, ne de geleceğin kaygılarına kapılmadan, sadece şu anın içinde var olmak...
Bir çay bardağı düşünün, içi dolu. Eğer bardak doluysa, yeni bir şey alamaz. Zihnimiz de böyledir; önyargılarla, geçmiş deneyimlerle doluysa, yeni bir şey öğrenemez. Ruhsal derinleşme, önce bardağı boşaltmakla başlar. Bildiklerimizi bir kenara bırakıp, yeniden çocuk gözüyle bakmayı öğrenmekle...
Zamanın nehri dönüşü olmayan bir akıştır. Her an, bir daha yaşanmamak üzere geçip gider. Ama bu geçicilik, anı değersiz kılmaz, tam tersine ona paha biçilmez bir değer katar. Çünkü bir daha asla tekrarlanmayacak olan şey, en değerli olandır.
Ve belki de, en büyük kayıp, hiç yaşamamaktır. Güvenli limanımızdan çıkmadan, derin sorgularımızla yüzleşmeden, kırılmadan, düşmeden, kalkmadan, ağlamadan, gülmeden... Sadece var olmak değil, gerçekten yaşamak... İşte asıl varoluş budur.
Her birimizin özünde, keşfedilmeyi bekleyen bir evren var. Bu evrenin sınırları, korkularımızla çizilir. Korkularımızı aştıkça, manevi evrenimiz genişler. Ve genişleyen bu evrende, zamanın ve kaybın anlamı değişir. Artık kayıp, bir son değil, bir başlangıçtır. Zaman, bir düşman değil, bir öğretmendir.
Hayatın en büyük sırrı belki de şudur: Gerçek zenginlik, sahip olduklarımızda değil, sahip olduklarımızla ne yaptığımızdadır. Zaman da böyledir; önemli olan ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımızdır. Ve kayıplar da böyledir; önemli olan ne kaybettiğimiz değil, o kayıptan ne öğrendiğimizdir.
Bir gün gelecek, hepimiz birer anı olacağız başkalarının zihinlerinde. O gün geldiğinde, geride bıraktığımız izler, aslında kim olduğumuzu anlatacak. Bu izler, sahip olduklarımız değil, dokunduğumuz hayatlar olacak. Çünkü sonunda anlayacağız ki, özümüzdeki arayışın amacı, kendimizi bulmak değil, kendimizi vermektir.
Turgay Kurtuluş