Zerreden Zirveye

Bir gün Sakarya'nın ruhumu daraltan havasından kendimi kurtarmak için kampüsteki Süleyman Demirel kütüphanesinin en üst katındaki kantinin balkonuna çıkıp kantinciden bir bardak çay istedim. Orası o kadar havadar, manzaralı ve yüksek bir yerdi ki, Sakarya üniversitesi kampüsünün en güzel yerleri sapanca gölüyle beraber ayaklarımın altında kalıyordu ve içim varlıklara tepeden bakmanın bir garip huzuruyla doluyordu. Ne zaman canım sıkılsa ve ruhumu gezdirip dinlendirmek istesem bu zirveye çıkarım.
Yine böyle bir zamanda kantincinin getirdiği çayımı yudumlarken bacak bacak üstüne atıp oturduğum sandalyeden sapanca gölünün derinliklerine baktım. Böylesine büyük bir gölün içinde kim bilir ne kadar küçük canlılar vardır, ne büyükler onları görür ne de onlar küçüklüklerinin farkındadırlar. O kocaman gölün dibindeki küçük balık, kendisinden daha küçük olan avının peşinde kuyruk sallayıp solungaçlarını açıp kapatırken gölün yüzeyinde sandalda oturup kancasına takılması için kendisini bekleyen sabırlı avcının farkında bile değildir. Zavallı balık, keşke birileri ya da bir şey ona bu avcının onu saatlerce beklediğini haber verse!
O sırada, gölün az yukarısında elinde dürbünüyle bu sandalda oturan balıkçıyı gizlice gözetleyen üniformalı üç adam gözüme çarptı. Yaptıkları hareketler o kadar ilginç idi ki, gören karşıda Çanakkale boğazını geçmek üzere olan düşman kuvvetlerini seyrettiklerini sanır. Neden acaba diye düşünmeye kalmadan henüz av mevsiminde olmadığımızı hatırladım. Belediye zabıtası olan bu adamlar birkaç dakikaya kalmaz zavallı avcıyı kıskıvrak suçüstü yakalayacaklarını fark ettim. Ne gariptir bu sefer de balıkçıya acıdım. Keşke birileri ona zabıtaların kendisini gözetlediklerini haber verse diye düşündüm.
Sonra birden kampus dolmuşlarının çarşıya kalktıkları durağın hemen önündeki yeşil çimlerin üzerinde sere serpe uzanmış geçleri fark ettim. Onlarda heyecanla altlarındaki tepede sipere yatmış olan zabıtaları seyrediyorlar ve aralarında gülüşüyorlardı. Hareketleri ve kahkahaları o kadar utanç verici ve acınası vaziyetleri öylesine komik idi ki, onların hallerinden kızaran yüzüme hafif bir tebessüm gelmişti. Zavallı zabıtalar gençlerin ağızlarında dalga konusu olduklarının farkında bile değillerdi. Keşke birileri onlara yukardan gençlerin kendilerine güldüklerini haber verse de ona göre davranıp kendilerini komik duruma düşürmeseler diye düşündüm gençlerin kahkahalarını seyrederken.
Birden, sapanca gölünün dibinden merdivenleri çıkar gibi basamak basamak kendime doğru geldiğimi fark ettim. En son seyrettiğim gençlere kendilerinin, yukardan bakan birisinin gözünde ne kadar komik duruma düştüklerini haber versem mi acaba diye düşünürken o ana kadar aklıma gelmeyen bir düşünceyle irkildim. Bulunduğum yerin kampüsün en yüksek yeri olduğunu yeniden hatırladım ve teyit etmek için başımı kaldırıp yukarıya doğru baktım. Sadece bulutlardan ibaret olan gökyüzüne bakarken beni seyreden başka birisinin olmadığını görmem beni rahatlattı.
Çayımdan son bir yudum daha alıp balkondan ayrılmaya hazırlandığım sırada kendi kendime, "keşke birileri, eğer benden yukarıda birisi beni seyrediyorsa bana haber verse" diye fısıldadım. Derhal gider onu bulurum ve bu alçak yerlerde komik duruma düşmemek için nasıl davranmam gerektiğini ondan öğrenirdim diye düşünürken kampüsümüzün nadir rastlanan büyüklükteki camisinin minaresinden yükselen ezan sesi kulaklarıma ve sonrada yavaş yavaş bütün bedenime ulaştı." ALLAHU EKBER- ALLAHU EKBER" (Allah büyüktür, Allah büyüktür). Çıkmak üzere olduğum kapıdan en son oturduğum sandalyeye geri dönüp, oturduğum yerden yüzümü semaya çevirip ezan bitinceye kadar dinledim. Sonra, benden yukarıdakini bana haber veren bu sesin geldiği yere, camiye doğru ,ona halimi arz etmek ve nasıl davranmam gerektiğini öğrenmek için koşar adımlarla zirvenin karanlık, bencil koridorlarından toprağın aydınlık, huzur verici yeşil yüzüne indim.

10 Şubat 2011 3-4 dakika 8 denemesi var.
Yorumlar