Kitaptan Uyarlanan Psikoloji Temalı 4 Film

— min. okuma: 5-6 dakika
Kitaptan Uyarlanan Psikoloji Temalı 4 Film

Sinema, birçok sanat dalı gibi edebiyattan da çok uzun zaman sonra ortaya çıkmıştır. Kitle iletişim aracı olarak bilinen sinema edebiyattan ve tiyatrodan beslenmiş olup günümüzdeki konumunu almıştır. Ancak yine de bazı noktalarda çok fazla eksiği olduğu bilinmektedir. Bu eksikliğin en önemlilerinden biri ise kitaptan uyarlanan filmlerde görülmektedir.

Görsel anlamda yeni ve farklı eserler üretmenin oldukça güç olduğu dile getirilmektedir. Edebiyatın kurmaca yapısından esinlenen senaryo yazarları ise bu güçlü durumdan bir nebze olsun sıyrılmaya çabalamaktadırlar. Fakat her şey kağıt üzerinde yazıldığı gibi ilerlemiyor, görselliğe istenilen şekilde aktarılamıyor. Senarist ile yönetmenin belirlemiş olduğu düzlemin dışına çıkan oyunculuklar, düşünsel durumlar filmin daha öncesinde kitabını okumuş olan seyircileri doyurmaktan uzaklaşabilmektedir.

Romantik içerikli eserlerde bu durum istenildiği düzeyde film ortamına aktarılabiliyorken psikoloji alanında ise istenilenlerden uzak bir çizgide film içeriği izleyiciye verilmektedir. Romanın sahip olduğu sanatın gereklilikleri ile sinemanın bağlı olduğu anlayış bir bakıma farklılaşmayı da ortaya koyuyor denilebilir. Ancak yine de kimi kitaplar başarılı bir şekilde film olabiliyor ve okuyucusuyla izleyicisini yakın biçimde tatmin edebiliyor. Bu kitaplar arasında öznel olarak yorumlanacak olursa başarılı şekilde filme aktarılanlar; Koku (Patrick Süskind), Otomatik Portakal (Anthony Burgess), Nietzsche Ağladığında (Irvin D. Yalom) ve Guguk Kuşu (Ken Kesey).

1- Koku: Bir Katilin Hikayesi (2006)

Patrick Süskind, 1985 yılında yazdığı Koku kitabında kokunun tarifini anlatır gibi derin bir iç görü ile kitabı yazmıştır. Kitabın içerisinde yer alan baş kahraman ve hayatı aslında soyut özelliklerle hissedilebilecek bir yapıya sahip olarak algılanmaktadır. Stanley Kubrick romanın film haklarını yıllarca elinde bulundurup uyarlanmaması gereken filmlerin listesinde tutmuştur. Fakat Tom Tykwer bu işin üstesinden gelebilmiş usta olarak nitelendirilebilir.

Koku kitabının içerisinde betimlenen Dünya’da yer alan nesne ve onların biçimleri ile renkleri değil kokularıdır. İnsanların sahip oldukları kokular ve düşünce yapıları bile birbiri ile ilişkilendirilmiş şekilde okuyucuya hissettirilmektedir. Romanın baş kahramanı ne hissediyorsa aynı biçimde kokulara karşı duyarlılık okuyucularda da ortaya çıkabilmektedir.

Filmde ise durum tam da beklenildiği düzeyde ele alınmıştır. Dünya’da yer edinmiş olan nesnelerin renkleri, güzellikleri ve çekicilikleri beyaz perdeye uyarlanmıştır. Sinemada kısa süre içerisinde kokunun çekiciliğini keşfetmek zor olduğundan bu tarzda bir çabayı makul görmek yerinde olacaktır. Kitabın özünde aykırı davranılmış olsa da Koku filmi ile biraz gerilim biraz da cinayet konularının harmanlanması filmi çekici kılmaktadır.

2- Otomatik Portakal (1971)

Otomatik Portakal 1961 yılında Anthony Burgess tarafında yazılan distopik bir eserdir. Psikoloji biliminin 2. Dünya Savaşı etkilerinden sonra ortaya atmış olduğu çözüm yöntemlerini, bireyi, toplumu ve nefreti yakından incelemeye fırsat tanıyan roman okuyucuları üzerinde oldukça derin etkiler bırakmayı başarmıştır. Okuyucunun okurken rahatsızlık duyduğu, modern insanın sorunlarını görmesine yardımcı olduğu bu eser kült olarak adlandırılmaktadır.

1971 yılında Stanley Kubrick tarafından beyaz perdeye aktarılmış olan eser okuyucularının ardından izleyicilerinde de derin etkiler bırakan alışılmışın çok ötesinde bir film olarak ortaya çıktı. Bozulmuş olan toplumun en küçük yapı taşı sayılan ailede çözülmelerin baş göstermesiyle beraber bireyin meyil ettiği şiddeti çarpıcı şekilde gözler önüne sermektedir. Kitabın kendisi gibi film de önemli bir ahlaki sorunu ortaya atmaktadır; “Kişinin şiddete meyli değiştirilir mi yoksa doğasında olduğundan değişime uğratılamaz mı?” Bu sorudan çok daha fazlası yönetmenin ve sıra dışı senaryonun etkisi ile kitabı kadar filmi de merak uyandıracak türdendir.

3- Nietzsche Ağladığında (2007)

Irvin D. Yalom 1992 yılında kitabına konu ettiği ünlü modern zaman filozofunun üzerinden 92 yıl geçtikten sonra kitabını yazdı. Nietzsche, o büyük aşkı çekici Salome, Psikanalizin kurucularından sayılan Breuer ve henüz genç olan ancak geleceği parlak görünen Freud arasında geçen felsefenin derinlikli hissedildiği, bireyin ve soyut dünyasının ruh bilimi açısından derinlikli incelendiği bir kitap olarak okuyucularını oldukça etkilemiştir. Sağlık sorunlarından şikayetçi olan büyük filozofun yaşamını mahveden ümitsizliği yani kaygısı kitabın ana konusunu oluşturmaktadır.

Yönetmeni ve aynı zamanda senaristi olan Pinchas Perry kitabın film halini sinemaya aktarmayı başarmıştır. Farklı fikirlerin, hasta-doktor ilişkilerinin ve ünlü filozofun yaşamış olduğu duygusal çöküntünün derin incelemesini film içerisinde bulmak oldukça mümkündür. İkili diyaloglar arasında kurulu olan köprüler izleyicinin bakış açısıyla şekillenmektedir. Felsefenin göreceli yönünü hissetmek isteyenler filmi tüketmekle kalmayıp teorik psikoloji ve felsefeyi de alma imkanına sahip olacaktır.

4- Guguk Kuşu (1975)

Ken Kesey 1962 yılında modernleşmiş sosyal düzene çok farklı bir bakış açısını ele alan romanı Guguk Kuşu’nu yazdı. İnsan ile toplum arasındaki bağların kurulmasında etkili olan dinamikler ile insanın sahip olduğu etiketleri sorgulayan bir dille aktarmaktadır. Akıl hastanesi içerisinde geçen olaylar toplumdan dışlanmış olan farklı mekanda düzenin nasıl işlediğini, akıl hastalıklarının gerçekten akıl hastalığı konumunda olup olmadıklarını ele alan bir eserdir. Başkahraman hayatı boyunca standart bir düzene sahip olmamış kişinin hastanedeki ilişkilerini aktarıyor. Guguk kuşları kuşlar arasında duygusuz olmaları ile bilinen bir kuş türüdür aynı zamanda baş kahraman da bu tarzda bir yaşamı yansıtmaktadır. Modern dünyanın getirmiş olduğu standartlaşmanın gerekliliği kitapta oldukça irdelenmektedir.

Miloš Forman ve duayen oyuncu Jack Nicholson iş birliğinde beyaz perdeye aktarılmış olan film, kitabın içeriğine paralel hareket ederek verilmek istenen mesajı izleyiciye aktarmayı başarıyor. Sistem karşıtı olan başrol kitaptaki gibi özgün bir hayatın sefasını sürerken sistemin onu kendi içine çekmesiyle beraber yaşadıklarını izleyiciye aktarmaktadır. Film, uyum kavramının içten gelen bir itki olmasından öte sosyalleşmenin ve toplumla yaşamanın bir kuralı olarak görülmeye başlandığı dönemlerde, modern hayatın öz eleştirisi olarak gündem haline gelmiştir.

Paylaş:
Yorumlar (2)