Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Devrim Motifleri

— min. okuma: 6-7 dakika
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Devrim Motifleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun roman ve hikayelerinde Türk Devrim Motifleri, aslında bir devrin değişim öyküsüdür. Bu öykü, emperyalist baskıya başkaldırının, kukla idareye karşı bir ihtilalin, barışın, cehaletle, geri kalmış müesseselere karşı verilen mücadelenin öyküsüdür.

Devrimlerin şöyle bir gerçeği vardır; devrimlerin karşısına daima karşı devrimler çıkar. Atatürk de bu devrimler için yola çıkarken, Osmanlı Devleti, padişah iradesine ve şeyhülislamın fetvasına karşı ve buna dayalı karşı devrimci güçlerin fitnesi karşısında canını ortaya koymuştur. Yine Prof. Dr. Ergün Aybars'a göre her devrim karşı devrim hareketine maruz kalır ve bunu yapanlar başarıya ulaştıkları takdirde bu hareketi başlatanları hain kabul ederler. Yani Atatürk başarısız olsa idi ya Osmanlı Padişahı, tarafından ya da isyancı güçler tarafından hain ilan edilcek ve belki de sonu ölüm olacaktı. Her büyük harekette olduğu gibi bu harekette de canını ortaya koyabilecek gerçek devrimcilere ihtiyaç vardır. Bu devrimin kahramanı şüphesiz, her şeyini ortaya koyan kişi olacaktır. Bu kişi de Mustafa Kemal Atatürk'tür.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun kimi zaman romanlaştırarak kimi zaman hikayeleştirerek bize aktarmaya çalıştığı hareket işte bu devrim hareketleridir. Kah İstiklal Savaşı'nı romanlaştırarak karşımıza "Yaban" ismiyle çıkardı, kah milli mücadeleyi hikayeleştirerek karşımıza "Milli Savaş Hikayeleri" ismiyle çıkardı. Fakat çoğunlukla gönlündeki ve gerçekleşmiş devrimin öyküsünü anlattı. Atatürk'ü kendi ismiyle monografileştirdi. Cumhuriyet sonrası başkenti bize "Ankara" romanıyla sundu.

Yüreği gerçek vatan sevgisiyle dolu, İstiklal Savaşı'nın en yoğun yaşandığı bölgelerde, gazeteci olarak görevli bulunmuş, devrimlere tek tek şahit olmuş ve yaşamış olan bu insanın eserlerinde, şu gerçekle yapyalın olarak baş başa kaldık. Bütün güçlüklerine rağmen devrimlerin büyüklüğü.

İşte bu büyüklük ki bize "Tam Bağımsız Milli İrade"yi yaşattı. Devrimlerin büyüklüğünü anlamak için şu anektodu hatırlamakta yarar görüyoruz.

İsmet Paşa, kişilerde okuma-yazma bilme özelliğini çok büyük bir erdem olarak kabul ederdi. Okuma-yazma bilmeyenlerin devlet hizmetine alınmasına karşı çıkardı. Hatta, Çerkez Ethem'in Kuvay-ı Seyyare'sinin düzenli orduya katılıp, katılmaması konusunda Batı Cephesi komutanı olarak fikri sorulduğunda; onlar için "Bunların yarısı okuma bilir yazma bilmez, yarısı yazma bilir okuma bilmez." diye niteleyerek düzenli orduya alınmamaları konusunda olumsuz fikir beyan etmiştir. O İsmet Paşa ki, vaktiyle Osmanlı Genelkurmayı'nda Enveriye Nizamnamesi'nin dildeki yaptığı karmaşalıklara şahit olmuş ve Harf

Devrimi konusunda yapılacak değişikliklerin, aynı sonucu doğuracağından endişe duymuştur.  Atatürk'ün kendisine Latin harflerinin kabulü ile ilgili sorduğu soruya karşılık "Paşam insanları ve kurumları tekrar bir kargaşanın içine sürüklemeyelim." diyerek Harf Devrimi'ne şiddetle karşı çıkmıştır. Fakat Atatürk bütün bu karşı çıkmalara rağmen, Latin harflerinin kabulünü sağlamış, bu sonuç okuma-yazma oranlarını artırmış, ülkeyi aydınlığa doğru, toplumu da aydınlanma toplumuna doğru bir adım daha yaklaştırmıştır.

Büyük devrimci, büyük riskleri göze alandır. Eğer Atatürk baştan beri riskleri göze almasa idi, büyük olmazdı. Atatürk ilercilik ve inkılapçılık adına en yakın dava arkadaşlarının karşı çıkmalarına rağmen, bazı devrimleri gerçekleştirmiştir. Fakat üzüntü vericidir ki; bu devrimlerin ruhunu anlayamayan bazı dava arkadaşları ile yolları ayrılmak zorunda kalmıştır. Samsun'a çıktıktan sonra kendisine "Emrindeyim" diyen Kazım Karabekir Paşa, sınıf arkadaşı Ali Fuat Paşa, Refet Paşa, Adnan Adıvar ve daha bir çokları. Büyük olmak kolay değildir. Hele Atatürk olmak hiç kolay değildir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu da eserlerinde bu devrimci ruhun büyüklüğünü anlatır. Bir ömrü gazetecilik-yazarlık, Kurtuluş Savaşı'nda gözlemci-gazetecilik ve Atatürk'ün çağrısıyla İstanbul'dan Anadolu'ya geçiş, milletvekilliği, dış temsilcilik, Türk Dil Kurumu üyeliği ile doldururken, Atatürk ilkelerine ters düşüldüğü gerekçesiyle, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nden ayrılış. Bu ayrılış bize bir gerçeği anlatıyor. Hayır, hatta yüzümüze çarpıyor.

Demek ki Atatürk'ün ölümünden sonra gerek kişisel gerekçelerle, gerekse "Milli Menfaaetler" gibi gerekçelerin arkasına sığınarak Atatürk ilkelerinden devrimlerinden sapmalar olduğu gerçeği. Yakup Kadri'nin eserlerinde genellikle işlemeye çalıştığı tema budur. Ankara romanında gelecek ile ilgili beklentilerini açıklarken, Atatürk devrimlerinin yaşandığı bir Türkiye beklentisi, aydınlanmış, pırıl pırıl, kadının çalışma hayatındaki seyrine ulaşmış, diliyle, kılık-kıyafetiyle, yaşayışıyla çağdaş bir kimliğe bürünmüş Türkiye. Yakup Kadri bize şu mesajı iletiyor. "Ey Türk Halkı, özlemleyeceğin Türkiye tablosu budur. Bu Türkiye'ye ulaşmak için dünden gelen bütün imkanları kullan ve çağdaş medeniyetler düzeyi üzerindeki yerini al. Gelecek sizindir, gelecek aydınlık Türkiye'nindir."

Yakup Kadri, bütün bunları söylerken yarı bağımsız olmayı daime eleştirmiştir. Gerek kültürel ve gerekse ekonomik anlamda tam bağımsızlık. Particiliğin devlet organları üzerinde hakim olmasını Atatürk zamanında da eleştirmiş, fakat bu eleştirilerini Atatürk'ün düşüncelerine karşı değil, parti uygulamalarına karşı yapmıştır. Yakup Kadri, Panorama'sında Atatürk Devrimleri'nin ne kadar yaşandığını, ne kadar yaşanmadığını gözler önüne sererken, gerekçelerini sıralamıştır. Bu gerekçelerle gösterdiği hedeflerle aydınlık Türkiye'nin önünü açmaya çalışmıştır. Yakup Kadri,  Türk Devrimi'ne karşı oluşan muhalefeti karışık ve düzensiz olarak kendi içinde tutarsız olarak görür. Bazen "İnkılap kanunları bir yazıymış…" şeklinde içine düşmüş olduğu üzüntüyü Atatürk'ten sonra içine düştüğü çaresizlikten anlıyoruz. İnkılabın sonuçlarının çabuk görülmediği zamanlar için ise "Inkılap denilen şey bir günde olmuyor." diyerek, sabır ve dinamizme işaret ediyor. Yakup Kadri, Türk Devrimi'nin yaşanması konusunda bazen endişeye düşmüş olsa da, büyük bir ciddiyetle bunun içinden çıkılabilecek bir durum olduğunu bize göstermiştir. Meydana gelen olumsuzlukların nedenlerini ve çözümlerini gerekçeleri ile birlikte sıralamıştır. İstiklal Mücadelesi esnasında suçladığı, Milli Mücadele'ye karşı gösterilen duyarsızlığından dolayı halkı suçlarken, Cumhuriyet sonrası dönemde Atatürk Devrimleri'nin uygulanması noktasında gösterdiği duyarsızlıkla aynı kefeye koymuştur. Halkı küçük gördüğünü söyleyenlere karşı, kendisini de suçlayan bir tarzla; "halkın bilinçli olarak geri bırakıldığını" halk adına kendisini suçlayanların halk için kılını dahi kıpırdatmadığını, fakat iş konuşmaya gelince en büyük halkçı kesilmelerinden yakınmaktadır.

KAYNAK:
Dr. Cemile DURAN ŞAHİN
(Yüksek Lisans Tezi)
Dokuz Eylül Üniversitesi
Atatürk İlkeleri ve İnkılapTarihi Enstitüsü

Paylaş:
Yorumlar