Absürt Senaryonun Mutlu Sonu
Ömer hakimlik stajını yeni tamamlamış, görev yerini,yani hayatının geri kalanını belirleyecek kurayı çekeceği salonda, sırasını beklemektedir.
Bu öyle bir bekleme ki insanın dilini damağına yapıştırır kalbini kafesinden çıkarır,nefesini keser insanın..
Ömer tüm bunlarla baş edebilmek için düşünmeye başlar.
Geçmişini düşünür bir an ve gözleri dalar.
Acılar, üzüntüler ve bilinçaltında yürüdüğü yolda ayaklarına batan hayal kırıklıkları.
Ömer henüz yeni doğmuş avuç içi kadar bir melekken annesi onu ücra bir semtin yıllanmış minaresinin gölgesine bırakır.
Kanını canını oraya bırakıp gider o kadın çünkü
Ne Ömer'i doyuracak ekmeği nede sıcak tutacak bir evi yoktur.
Babası kıraathanede konken oynarken çıkan kavgada vurulup öldürüldüğünde annesi henüz 3 aylık gebeydi.
Köşede bucakta biraz birikmiş olan parayla borçlar ödenince dokuz ay kıt kanaat geçer ve Ömer gelir dünyaya.
Ömer dünyaya gelir gelmesine ama dünya onu kabullenip bağrına basar mı pek bilinmez.
Çünkü doğduğunda sağlık sorunları onu hastalıklı bir bebek yapar aylarca küvezde yaşadıktan sonra hastaneye biriken borçla birlikte kaçarlar.
Annesi son çare olarak onu bir camii avlusuna bırakıp gider.
Romatizma hastası yaşlı bir kadın eşiyle birlikte yürüyüşe çıktığı sırada Ömer i görür.
Kundağında parlayan gözleriyle adeta bir nur topudur Ömer.
Yaşlı çift önce geçip gitmek ister
Fakat kadın vicdanıyla yaptığı savaşta yenik düşer ve dönüp bir hamlede kucaklar Ömer'i
İki katlı ahşap evlerine gelene kadar hiç konuşmazlar
Önce Ömer'in altını değiştirir kadın sonra bir güzel karnını doyurur
Karnı doyan Ömer annesinin yokluğunu hissetmeden dalar huzurlu uykusuna.
Ve yaşlı çift birlikte düşünmeye başlar
Ard arda doğan iki oğlan çocukları yıllar önce evlenip şehir dışında yuva kurmuşlardır
Ancak bayramlarda uğruyorlardır anne ve babalarının yanına.
Acaba bu çocuğu alıp büyütsek mi diye düşünürler fakat epeyce artmış olan hastalıkları ve yaşlılıklarıyla burun buruna gelince çocuğu polise vermenin en iyisi olacağına karar verirler.
Şehir merkezindeki karakola götürüp istemeyerekte olsa Ömer'i verirler.
Polis hukuki işlemleri tamamladıktan sonra Ömer'i kimsesizler yurduna götürür.
Orda Ömer bakımsız ve hastalıklı bir bebeklik geçirir.
Dört yaşına geldiğinde yurttaki diğer çocukların kitaplarından okumayı ve yazmayı kendi kendine çözer.
Harflerin karşılık geldiği sesleri öğrendiğinde ilk yaptığı iş yurdun kapısındaki büyük tabelada yazanları okumak oldu.
Tabelada ?Kimsesizler Yurdu' yazıyordu.
O ana kadar kimsesiz olduğunun farkına varmamıştı oysa
Bir an yer göğe gök ayaklarının altına indi sanki
Korktu, ürperdi yüreğinin bir yerlerindeki eksikliği hissetti
Neydi acaba o?
Yiyemediği bir pamuk şekerin eksikliği mi
Yoksa binemediği bir bisikletin eksikliği mi
Bunun cevabını ise yurttan ilk kaçtığı gün öğrenebildi
Yurttan ilk kaçtığında 6 yaşındaydı gittiği parkta gülen çocuklar gördü, gözlerinin içi parlayan mutlu çocuklar
Ve baktı ki bir el bu çocukların elinde, sırtlarında birer kanat,onları sarıp sarmalayan
Buna anne diyorlardı ve her deyişlerinde göğüslerinde güvercinler uçuşuyordu
Ömer işte o an anladı sol yanındaki derin eksikliği
Ömer'in sıcacık elleri kocaman kanatları olan bir annesi yoktu
Tüm bu acı ve eksikliklerle geçirdi günlerini
Okula ilk başladığı gün yurtta görevli kadın onu bırakıp gitti
Uçmayı bilmeyen bir serçe gibi kaldı Ömer annelerinin kucaklarında ağlayanlara rağmen o ağlamadı tuttu kendini.
Ama aynı şeyi sınıfta ?kimsesiz' olduğunu söylediğinde başaramadı o an patlayan kahkalar, Ömer'in kalbindeki mayınında patlamasına sebep oldu.
O gürültüyle kırıldı gözlerinin donmuş yaşları
Bulutlara benzetti Ömer gözlerini kapkara bulutlara
Ve sonra kuruyana kadar göz kapakları ağladı, ağladı.
Kimsesizliğiyle geçilen alaylar ondaki azmi güçlendirdi.
Her geçen gün biraz daha artıyordu Ömer deki başarma arzusu
Ve bu yolda emin adımlarla yürüyordu.
Büyüyordu Ömer serpiliyordu her mevsim yeşerip sararan bir fidan gibi
Girdiği her ortamda adaletin eksikliğini fark ediyordu, annesinin eksikliğinden sonra hissettiği tek eksiklikti bu.
Her zaman doğruyu söylemekten yana oldu, sınıfında yapılan en ufak bir haksızlığa karşı çıkıp hakkın yerini bulması için elinden geleni yapıyordu.
Ömer'i sevmeyen birkaç sınıf arkadaşı sınıfta yapılan hırsızlığı Ömer in üzerine atarak alnına bir kara leke gibi yapıştırdılar bu olayı.
Ömer kendisine iftira atıldığını anlatmak istese de öğretmenleri tarafından hırsız olarak bilinmesinden kurtulamadı.
Bir gün okul çıkışında üç çocuğun savunmasız saf bir çocuğu sıkıştırıp para almak istemesine şahit oldu.
Çocuk haksız yere tartaklanıyor, küfre maruz kalıyordu.
Ömer daha fazla dayanamadı mağdur olan çocuğu kolundan tutup çekti ve evine gitmesini söyledi.
Daha sonra çocuklara yaptıklarının yanlış olduğunu söyledi. Bu sırada okuldan çıkan öğretmenleri gören çocuklar uzaklaştılar.
Bir sonraki gün o çocuklar Ömer'in yolunu kesip feci bir şekilde dövdüler.
Öyle ki seksenlik bir amcanın attığı hafif tokatlar olmasa Ömer'in bayıldığı kaldırımdan kalkacağı yoktu.
Ömer kalktı ve yurdun yolunu tuttu yurda vardığında yurt müdürünün gülen bakışlarının ardında bir şeyler arasa da bulamadı.
Müdür elini Ömer'in omzuna koyup onu odasına aldı.
Odada yaşlı bir çift vardı onlarda Ömer'e gülen gözlerle baktılar.
Müdür konuşmaya koyuldu.
Bak Ömer bunlar Sema Hanım ve Ahmet Bey. Seni evlatları olarak himayelerine almak istiyorlar.
Bundan sonra ki yaşamını çok daha düzenli ve huzurlu geçirebilirsin dedi.
Ömer sadece başını salladı.
Aynı akşam işlemler tamamlandı ve Ömer yeni ailesiyle birlikte yeni evine gitti.
İlk günler pek yemek yemiyor, konuşmuyordu.
Onu çok sevdiğini hissettiği ailesinin üzüldüğünü görünce kendini ailesine verdi.
İlerleyen günlerde daha sıcak ve rahat olmaya başladı.
Fakat her zaman bir sınır vardı ailesiyle arasında.
Ömer'in başarılı olma ve iyi yerlere gelme azmi bu sınırın kalkmasına sebep oldu.
Ömer ailesine bağlanıp derslerine yoğunlaştı.
Başarıyla geçen lise döneminden sonra hukuk fakültesini kazandı bu sırada şiirler ve denemeler yazarak içini döküp rahatlıyordu.
İleride birde kitap çıkarmayı düşünüyordu.
Ömer aynı düzen ve tertiple Hukuk fakültesini hiç sınıfta kalmadan derece ile bitirdi.
Hâkimlik stajını yapmak üzere genç ve yeni evli bir adam olan Akın Bey'in yanında çalışmaya başladı .
Akın Bey çok iyi kalpli bir insandı.
Ömer'in sorunlarıyla ilgileniyor ve ona her yönden destek oluyordu.
Stajını yaptığı süre zarfında Ömer'in anneliği vefat etti. Bu Ömer'de derin bir üzüntü yarattı. Ama babasının verdiği destek ve başarma azmiyle kısa zamanda toparladı.
Ömer hakimlik stajını tamamladıktan sonra girdiği sınavla hakim olmaya aday oldu
Kurayı çekmeye giderken babasının ellerinden öpüp helallik istedi ve yola koyuldu
Nasıl geçtiğini bilmediği yol onu kuranın çekileceği salonun kapısına kadar getirdi.
Sandalyesine oturur,biraz bekleyip düşündükten sonra o an gelir ve görevli memur Ömer in adını okur.
Ömer beklerken daldığı hülyadan silkinerek uyanır ve büyük bir umutla hâkim yardımcısı olarak görev yapacağı yeri belirleyecek kurayı çekeceği masaya doğru ilerler.
Kurayı çektiğinde titreyen elleri kâğıdı tutamıyordu bile zar zor açtı kâğıtta Ankara yazıyordu yaldızlı harflerle.
Ömer babasını da alarak Ankara ya taşındı
İşinde başarılara imza atarak iyi paralar kazanıyordu
Mahkeme koridorlarında en çok konuşulan oydu.
Yeni taşındıkları evlerine sık sık ziyarete gelen Aysel vardı bir de hayatında
Aysel'e karşı daha önce hiç kimseye hissetmediği şeyler hissediyordu
Onu gördüğünde kalbi hızlanıyor göğsünü delercesine atıyordu, yanakları al al oluyor,kanı kaynarcasına titremeye başlıyordu elleri.
Aysel hemen hemen her akşam birkaç tabak yemek getirir Ömer in umutlarını gömdüğü gamzeleriyle geçer mutfağa onlara yiyecek bir şeyler hazırlardı.
Git gide bağlandı Ömer Aysel'e
Fakat Aysel tam bir İroniyle uzaklaşıyordu Ömer den
Her gün lüks bir araba Aysel'i evinden alıyor gece geç saatlerde yine aynı araba geri bırakıyordu
Ömer kıskançlık ve merakın verdiği hiddetle neredeyse aklını yitirecekti.
Bir gün dayanamayıp açılmaya içindekileri söylemeye karar verdi
Ve Aysel'i yemeğe çıkmaya davet etti
Yemeğe gidecekleri akşam geldi çattı
Ömer yemek yiyecekleri yer olarak Beypazarı'nda tren garının hemen yanında ki orta halli bir restoranı seçti.
Erkenden gitti Ömer buluşacakları yere.
Aysel in kendisinden önce gideceği aklına bile gelmemişti
Rahat adımlarla içeriye girdiğinde Aysel i gördü ve çözüldü dizlerinin bağı
Bir an oradan çıkıp gitmeyi düşündü ama içindeki ses buna engel oldu
Sandalyesini çekip oturdu
Hoş geldin dedi Aysel baskın bir ses tonuyla
Ömer de hoş bulduk dedi içinden konuşurcasına
-Ne yemek istersin,bak menü önünde.
+Neden bu kadar sesli bir yer seçtin.
-İstersen önce içeceklerimizi isteyelim
+Hem içerisi hep sigara dumanı,çok rahatsız edici
Başka dilleri konuşuyorlardı,sanki hiç tanışmamış iki insanlardı
Ömer bir an istersen başka bir yere gidelim demeyi geçirse de içinden,vazgeçti
Biraz daha yüksek ses tonuyla
-Ben seviyorum burayı,insanların bitmek bilmez beğenmişliklerinden,homurdanmalarından eser yok burada.Çünkü kimseyi duymuyorsun. Bu şiddetli gürültü kendimi bulup, rahatça düşünmemi sağlıyor.Etrafta sadece dudaklarını oynatan fakat sesi çıkmayan insanları görmek hoşuma gidiyor,dedi.
İlk anki heyecanı biraz dinmiş dili çözülmüştü.
Aysel dudaklarını oynatmaya başlayarak
+Neyse senin iç dökme seanslarını bir kenara bırakalım, beni neden çağırdın buraya?
Bir süre nefes almadı Ömer gerçekten onu neden çağırdığını unuttuğunu sandı bir an ama gözleri gözlerine değdiğinde çağırmasının nedeni dışında yaşama nedenini dahi hatırladı.
Ben dedi, durdu.
Sonra tek nefes alıp daldı içinden çıkmak umuduyla duygularına.
-Ben senden hoşlanıyorum Aysel.
Aslında bu kadar basitde değil çünkü bunun adı hoşlantıdan çok aşk sanırım.
Senin yanında olunca bir başka oluyorum.
Mutluluk şahdamarım kadar yakın oluyor sanki
Adını duyduğumda ölümsüzlüğü icad etmişçesine seviniyorum
Ben sende kendimi buluyorum Aysel dedi.
Aysel hiç düşünmeden konuşmaya başladı.
+Düşündüğün şeyin olmasını bekleme.
İlk başlarda bana cazip geldin,evet.
Çünkü paran var dış görünüşünde idare eder ama sende beni yiten bir suskunluk bir eziklik var.Hem hayatımda birisi var benim.Seninle kesinlikle olmaz deyip.
Büyük bir ustalıkla kalktı ve gitti.
Daha önce hiç bu denli yıkıcı bir gidiş görmemişti ömer
Zira yıkıldı,parçalandı..
Ondan sonraki günler daha sık gelmeye başladı o restorana, aynı masaya aynı sandalyeye aynı gürültüye bağımlı oldu.
Girdiği depresyon nedeniyle izine çıktığı bir ayı her gün içki içip kör kütük sarhoş olarak geçiriyordu.
Bir ay dolduğunda bu rutin günler devam etti,Ömer işinden oldu.
Kısa zaman sonra babasını kaybetti
Artık eski Ömer den eser yoktu
Sakalları birbirine karışmış
Üstü başı tertipsiz evi darmadağındı.
Parası tükenmişti,işsizdi.
Ömer daha fazla yazmaya başladı şiirlerini kalın bir defterde tutuyordu
Her yazdığı şiire bir imza bırakıyordu, bileklerinden.
Jiletle kestiği damarlarından akan kanın bir damlasını imza olarak kâğıda damlatıyordu.
Bu fazla deliceydi.
Boynunda bir dövme vardı 16 yazıyordu
16 Ömer in Aysel'e açıldığı,hayatın kapılarının da Ömer'e kapandığı günün tarihiydi.
Duvarda bir Attila İlhan portresi ve tam üzerinde belli belirsiz bir yazı
'Aysel git başımdan ben sana göre değilim ölümüm birden olacak seziyorum' yazıyordu.
Yüzünde 16 derece bir yanık gibi duruyordu yalnızlık
Gökkuşağının ne renk olduğunu siyah beyaz televizyonlardan öğrenmiş bir çocuk kadar soluktu beti benzi, renksizdi ezber yaşamı.
Onu seven bir annesinin olmamasından hiç şikayetçi olmamıştı.
Hatta bunu bir avantaj olarak görüyordu bazen.
Toplumdan ayrı kılıyordu bu onu.
Aylar boyu anneme karnında rahatsızlık vermiştim.Borcum vardı.
O da borcuma karşılık sevgisinden mahrum bıraktı,haklıydı.
Diyordu hiç göremediği annesi için.
Ömer tanrının B planıydı ve bundan haberdar olan insanlarında. Bir kadının mesela.
İçinde A planı işleyen plan bozulursa B planına geçecek olan herhangi bir kadının. Mahalledeki tekel bayisinin de öyle.
Örneğin işleri kötüyse B planını uygular;
Şarapları rafın Ömer'in en gözüne batacak yerine dizerdi.
Bunun gibi şeyler işte.
Hayat her gün bir yumruk atıyordu ağzının ortasına ve kırılıyordu dişleri.
O ne kadar kanlı, psikopat bir kahkaha atarsa o kadar yaşadığını hissediyordu.
Her gün suratına yumruk yemekten memnunda çünkü bu yaşadığı anlamına geliyordu.
Aysel ona gelmemeyi istemişti böylece sürükleyerek idama götürmek istiyordu onu devlet.
Bütün dualar ölmesinin gerekliliğinden bahsediyordu.
Ve tanrının bir hak yanlısına yapılan tüm haksızlıkları sadece izliyor olması garipti.
Bazen diyordu ki Ömer;
Belki bu yağan yağmurlar Tanrı nın beni izlerken yediği çekirdeklerin kabuklarıdır.
Tüm bu absürt senaryonun en heyecanlı yerinde bir ambulans sesiyle kıstığı gözlerini açtı Ömer.
Çok severdi acıklı siren sesini,hele hicazdan çaldı mı,deymeyin keyfine.
Fakat bir de insan sesleri gelmeye başladı.
Ölü taklidi yapmayı düşündü.
O düşünürken kapısı çalındı,açtı.
Karşısında beyaz giysili insanlar vardı.
Bizimle gelin dediler
Gideceğimiz yerde içki var mı diye sordu Ömer
İstemeyeceğin kadar çok var dediler
Ömer çıplak ayaklarıyla indi merdivenleri ve bindi ambulansa
Mahallelinin Ömer in ev sahibinin evden gelen kokulardan rahatsız olup şikayet etmesinden önce Ömer in durumundan haberi yoktu.
Bir kadın sordu
Neyi varmış Ömer'in
Küçük bir çocuk afacan sesiyle bağırdı
Üşütmüş galiba,aklını.
Ömer bunu duyunca tebessümle güldü.
Gittikleri yerde Ömer'e birkaç iğne ve birkaç ilaç verdiler.
Beyaz bir gömlek giydirdiler
Fakat gömleğin kolları arkadaydı
-Bir şeylerin ters gittiğini hissetmiştim dedi Ömer kendi kendine.
Sonra doktor girdi penceren loş ışığın vurduğu odaya.
İyi misin Ömer diye sordu
Ömer'in gözlerinde hayalet görmüş gibi korku ile hiçbir şey görmüyormuş gibi boş bakışlar yer değiştiriyordu.
Ben iyiyim doktor, iyiyim.
Sanırım biraz önünden gitmişim yaşanılası hayatın ve bu yüzden bu bok çukuruna düştüm
Ama artık kansız, beyaz bir gömleğim var
Artık iyiyim sağa çektim bekliyorum, dedi.
Birkaç ay sonra kendini astığı banyoda, göğsüne asılı bir notla ölü bulundu.
Ben iyiydim,sağa çekmiş bekliyordum ki arkadan çarpan beyaz bir beygir uçuruma düşmeme sebep oldu,şimdi çok daha iyiyim..