Ama O Tek Düştü

Şehirlerarası otobüs durduğu an, en önde olmanın verdiği avantajı da kullanarak, siyah çantasını alıp ön kapıya yöneliverdi. Basamakları inerken çok heyecanlıydı. Yıllar önce, öğrenciliği bittiğinde üzülerek ayrıldığı şehre şimdi iş bağlantıları için geliyordu. Derin bir nefes aldı. Ciğerlerine çekti çok sevdiği şehrin havasını.

Açtı aslında. Yolda kahvaltı etmemiş, tahinli çörek yemeyi düşünmüştü; sıcak, safi dem, şekersiz bir bardak çay eşliğinde. Eskiden de öyle yapardı. Okula gitmeden, bir pastaneden tahinli çörek alır, yanında çayını yudumlardı. Ya da her yerde bolca olan büfelerde sıcacık bir şeyler yaptırır, hemen oracıkta midesine indirirdi.

Yürüyordu ve hayallere dalmıştı. Kordon hala kokuyor muydu? Az ilerde Balıkhane'nin önünden geçerken yine keskin çığlıklarla 'Taze balığa geeeel!' seslerini duyacak mıydı? Konak'ta belediye otobüslerinin tümünün kalkış yeri olan meydanda yine kargaşalar var mıydı?

Servisi beklemedi. Karar vermişti taksi ile gidecek ve bu hayallerine bir an önce ulaşacaktı.

Bir taksiyi çevirdi, şoförün yanına oturdu. 'Kordon tarafına gidelim, beni balıkhanenin önünde indir.' dedi. Şoför tuhaf tuhaf baksa da bozuntuya vermedi, anlamıştı. Yol boyunca konuşmadı şoförle; geçtikleri yerleri seyre dalmıştı. Yüreği kıpır kıpır, içi coşku doluydu.

'Buyurun, geldik!' dedi taksici. Adam çevreye baktı, 'Hani balıkhane?' gibi bir ifade takınınca şoför gülümseyerek; 'Tam buradaydı işte!' dedi.

Şubattı, soğuktu, yağmur hafiften çiseliyordu. Olsun... Kordon boyunca yürümeye başladı. Eskilerdeki herşeyi arıyor bulamıyordu. 'Bir de ters tarafa yürüyeyim' dedi. Konak tarafına doğru yürürken 'Hani eski güzellikler?' sorusu beynini kemiriyordu. Durdu aniden. Açtı ve iştahı kaçmıştı. Hala güzeldi İzmir. Hatta belki eskisinden de güzeldi; ama kendisi eskiyi, anılarını istiyordu.

Bir taksi çevirdi tekrar. Gezmek, artık O'na bir işkence gibi idi. Bu kez arka koltuğa oturdu takside. Bakmayacaktı hiçbir yere. 'Büyük Efes Oteli' dedi şoföre. İş görüşmesi için oraya randevu vermişlerdi. Öğrencilik yıllarında hiç girmemişti bu otele. En büyük otellerindendi İzmir'in. Dıştan seyrederdi.

Lobiye geldiğinde beklendiğini gördü. Uzun uzun görüştüler. Görüşme bittiğinde öğle yemeği zamanı da geçiyordu ve artık açlığı iyice belirginleşmişti. Görüştüğü kişilerle birlikte otelde yedi yemeğini.

Artık yalnızdı yemekten sonra. Saat zaten 14.30 olmuştu ve 17.00 otobüsüne bilet almıştı. Otelde, lobide zaman geçirmeye karar verdi. Dışarıda müthiş yağmur ve soğuk vardı. Oturdu bir koltuğa, sade kahve söyledi.

Kahvesini yudumlarken, anılar gelip geçti gözlerinden kare kare... Kordonda gezerken şımarık kızların uzun ve düz saçlarını, peruk olup olmadığını kontrol için çekişlerini ve acıyla bağırışını, kızların gülümseyerek özür dileyişlerini anımsayıp tebessüm etti.

Artık eski zamanlarda, hayallerdeydi... Bazen gülümsüyor, bazen geriliyordu. İçtiği kahve ve sigaranın sayısının bile farkında değildi. Saatine baktı; 16.30 olmuştu. Artık otogara gitmeliydi. Kalktı koltuktan...

Lobi loş ve romantikti. Parlak olmayan ışıklarla süslemişlerdi. 'Akşam olmuş bile' dedi içinden. Bir taksi çağırmalarını söyledi resepsiyona ve kapıya yöneldi. Orta bölmede bir boşluk ve etrafında koltuklar gördü. Boşluktan geçip kapıya yönelmek istedi. Adımını attı, ayağının altında su hissetti. 'Buraya su mu dökmüşler ki?' diye içinden geçirirken, su dolu bir boşluğa düşmekte olduğunu anlayıp kendini kurtarmak istedi ve hemen yanı başında siyah bir karaltı şeklindeki sütun ya da direk denilen yükseltiyi gördü. Son çaresi idi ve bunları saliselerle düşünüyordu. Sarıldı siyah direğe. Ne oluyordu ki? Direk de yıkılmış, kendisinin altında kalmıştı.

Gözü göremiyordu. Hissettiği ise; direk altta ve tamamen suya gömülmüş bir halde, kendisi de tam olarak, boylu boyunca direğin üzerindeydi. Yumuşacıktı alttaki direk ya da kolon. Hafif de sallanıyordu. Acele çıkmalıydı bu durumda; otel çöküyordu. Öyle ya! Direk, bir sarılmayla kopup, altına düştüğüne göre, mutlaka deprem ya da bir patlama olmuştu.

Kendisine doğru kalabalığın geldiğini gördü. Kimi kahkahalarla gülüyor, kimi 'Kurtaralım kadını!' diyordu. Ama kadın nerede idi ki? Demek ki bir de kadın düşmüştü ve durumu acildi. Ama madem acil durumlu bir kadın vardı, o halde birçokları neden gülüyorlardı kahkaha ile?

Gözlerindeki suları avuçlarıyla sildi ve açtı gözkapaklarını... 'Eyvahhh!' dedi bağırarak. Manzara öyle kötü idi ki...

Lobide yarım metre derinlikteki bir havuza düşmüştü. Düşmemek için sıkı sıkı tutunup direk sandığı siyah karaltı ise bir kadındı ve o kadın şu an boylu boyunca suyun içinde, sırt üstü yatıyor, nefes alamıyordu... Kendisi de kadının tam üzerinde hareketsiz duruyordu. Her haliyle suçsuz olan bayan, bir de kendisinin ağırlığını taşımak zorunda kalmıştı.

Önce kendisini elinden tutup kaldırdılar. Sonra kadını çıkardılar. İkisinin de üzerinden kilolarca su akıyordu ve sağlam ne bir evrak, ne de para kalmıştı... Kadının sinirleri bozulmuş, adama sarılıp ağlıyordu. Müthiş bir manzara idi. İçinde kilolarca su taşıyan iki insan sarılmış, kadın ağlıyor, adam teselli ediyordu kendi haline bakmadan. Dışarı çıksalar buz gibi hava vardı ve bu ıslaklıkla kırbaç gibi vururdu üzerlerine.

Ütü odasına geçirdiler adamı ve kadını. Bir de ütü verdiler. Çünkü yedek giysileri yoktu ikisinin de. Adam ve kadın hem gülerek, hem üzülerek ütülerle giysilerini çıkarıp kurutmaya çalışıyorlardı. Kadının durumu daha bir korkunçtu. Diyordu ki; 'Beyefendi siz İstanbul'a gideceksiniz ve unutacaksınız. Ben bu halimle eve gidip eşime ne diyeceğim? Otelde bir adamla havuza düşüp sırılsıklam olduk diyemem herhalde!'... Daha sözü bitmemişti ki; sinirleri bozulmuş şekilde ikisi de gülme krizine tutuldular.

Anlamışlardı ki ütü ile kurumaz. Zaten bilet de berbat olmuştu ve geçersizdi. Adam arkadaşını çağırmaya karar verdi. Çocukluk arkadaşı vardı İzmir'de. Dışarı çıktılar; telefon açmak için resepsiyona ilerlerken bir garson yanaştı ikisine de.

-Efendim hiç üzülmeyin... 4 gün önce aynı yerde Nejat Uygur da düşmüştü... Ama O, tek düştü!
...................................

Yarım saat sonra arkadaşı gelmişti. Kadınla vedalaşmak üzere tokalaştıklarında, ikisi de sanki anlaşmış gibi aynı cümleyi söyleyip, aynı kahkaha tonu ile çınlattılar etrafı...

-Ama O, tek düştü...

20 Temmuz 2010 6-7 dakika 27 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (6)
  • 13 yıl önce

    Kaçıncı kez okuduğumu bilmiyorum ama, yine o keyfi tadarak okudum. Dudaklarımda gülümseme hiç gitmeden

    Harikasınız Turgay Bey

    sevgiler, saygılar

  • 13 yıl önce

    İnsanoğu beşer,şaşar da düşer de.Allah kazalardan belalardan korusun.Ama öykünüzdeki düşüş tatlı ve masumca olmuş,keyifliydi okumak.Kaleminize sağlık.Selamlar.. Saygılarımla..

  • 13 yıl önce

    Güne düsen öykünün sahibine tebriklerimle.👑

  • 13 yıl önce

    tebessümle hatırlayacağınız bir anı olmuştur umarım günün yazısına tebrikler 🙂

  • 13 yıl önce

    Öykümü güne getiren Seçki Kurulu'na ve yorumlarıyla destekleyen arkadaşlara teşekkür ediyorum... Saygılar...