Amerikalı 23

bulamayan,beş yaşından beri sera içinde,domateslerle salatalıklarla ve biberlerle büyüyen,onlar gibi erken yaşta olgunlaşıp azıcık kızardıklarında dallarından kopartılan yaban ellere yensin diye gönderilen evlatlar...Hayatı serasından ibaret sayan ve hatta sanan,koca yanına varınca ızdırabı bitecek avuntusu ile oyalanan,oysa ki babadan kurtuldum derken koca zulmü başlayan,on beşinde bilemedin on altısında kucağında,sırtında ve de karnında üç bebe ile kırk derece sıcakta,domates çapalayan,hayattan bir bok anlamayan,yaşadı mı yaşamadı mı belli olmayan kadınlar.Kahve köşesinde sabahlayan kocasını bekleyen...Domatesinin tomaronunu veren,canından bezince de azıcık kendi içiveren,baktığı büyüttüğü domates fidelerinin dibinde köpüre köpüre ölen gencecik kadınlar...Aklına geliverdi işte,bu kadınların çilesi hiç bitmiyordu işte,ister güneydoğu olsun,ister batı Akdeniz hiç fark etmiyordu.En çok da genç insanların ölümüne üzülürdü.Gencecik dal gibi,sapsarı bir surat,aralık kalmış gözler...Hayattan bir şeyler istemişte alamamış sonra da küsmüş gitmiş bir alacaklı. Ya da babasının av tüfeğini başına dayayıp da bir solukta tetiği çeken o uzun kemikli eller. Uzamış kirli tırnakların içinde hayata tutunmak için verilmiş mücadelenin belli belirsiz kırıntıları,umutların solmuş tomurcukları....Yapmayın çocuğum demek isterdi onlara...yapmayın kardeşlerim,kalkın bakın kendi halinize...siz ister misiniz kendinizi bu halde görmek...kıymayın şu tatlı canınıza,üzmeyin ananızı babanızı.Aklına belediye binasındayken tesadüfen gördüğü bir olay geldi.Adam evlenecekti,yaşı geçkindi,yanında ise yaşı geçkin ama yinede adamdan az genç bir kadın duruyordu.Gündelik kıyafetleri üzerlerindeydi.Belli ki tarladan çıkıp gelmişlerdi.Nikah muamelesi için belediyeye gelmişlerdi.Başkan nikahlarını kıydı.Adam kadının parmağına bir alyans taktı,alyans kadının parmağına olmadı.O da aynı yüzüğü serçe parmağına taktı.Oradakiler sordular,neden karının parmağına göre yüzük almadın,bu yüzük kimin?O da şöyle cevap vermişti.Bu yüzük intihar eden eski karımın yüzüğü...şimdi buna da yeni bir yüzük alamam,belki sonra...çok sonraları duymuştu ki o yeni aldığı kadında intihar etmişti.Hem de tomoron içerek.Köpük köpük...köpürerek.Kimi isteyerek gidiyor bu dünyadan,kimi ise sopayla değnekle kovalanıyor,o da yetmiyor top ile tüfekle dehleniyor. Bak çorbacıya,fışırdayarak gitti. O'na sorulsa bir yetmiş sene daha isterdi herhalde. Eee dünya malı bir deryaydı ve onlar bu deryayı yutmalıydı.Ama gel görelim derya onları yutmaktaydı.Bu hep böyle olmuştu.Göz kapakları iyice ağırlaşmıştı,üstünde tonlarca ağırlık vardı.Uyanık kalmak için çok uğraştı,başaramadı...
Uyandığında Erdoğan'ın karakolun bahçesine giriş yapmaktaydılar.Ne kadar uyuduğunu kestiremiyordu,ama çok olmasa gerekti.Erdoğan arabadan atladı.Tüfeklerini aldı,nöbetçiye verdi.
-Benim şimdi çalışmam lazım,şu Amerikalı kimmiş bulmam lazım.
Suat ağzını güçlükle açtı,yorgunluktan konuşamıyordu,sanki dünyayı cam bir fanus içinden seyrediyordu.
-Tamam gelişmelerden birbirimizi haberdar edelim.Hadi hoşça kal.
Yeniden koltuğa kaykıldı.Gözlerini açmadan Niyazi ile konuştu.
-Gidelim Niyazi hadi gidelim...karakola gidelim.
Niyazi ağır manevralarla karakolun bahçesinden dışarı çıkarken Suat çoktan uyumuştu.
Niyazi'nin üçüncü seslenmesinde sesini duyurdu.
-Suat kalk hadi geldik aloo.
Suat yattığı yerden başını kaldırdı.
-Geldik mi nereye geldik?
-Senin karakola geldik nereye geleceğiz,hadi kalk.
Suat yattığı yerden usulca doğruldu.Gözlerini ovuşturdu.Niyazi arabayı karakolun bahçesine sokmuş park etmeye çalışıyordu.Jandarmaların yorgunlukları gözlerinden okunuyordu,belli ki onlarda bütün gece uyumamışlardı.Zaten bütün gece faaliyet vardı.İkisi de kamelyadaki koltuklara oturdular,bir jandarma onlara çay ve fırından yeni çıktığı her halinden belli bol susamlı simitlerden getirmişti..Suat çay ve simide teklifsiz yanaştı.Bir yandan simitleri ağzına sokuşturuyor diğer yandan da eli ile Niyazi'ye gel işareti yapıyordu.Niyazi gülerek baktı.
-Afiyet olsun ben müsadenle Şevval'in yanına gideyim.
Suat bir yandan boğazına takılan simidi yutmaya çalışırken kafasını kuşlar gibi eğerek sordu.
-Ne var kuzum sizin aranızda?
-Bir şey yok.Ama olmasını dilerim.
-Anlamıştım zaten,bir bahaneyle kızı da yanına getirttin,seni kurnaz seni.Onun da sana bakışını fark etmedim değil hani.
-Hadi ya nasıl bakıyordu bana.?
Suat keyiflenmişti.Arkadaşının ilgisini çekmişti sonunda.Merakını daha da arttırmak için cevap vermedi.Niyazi sorusunu yineledi.
-Daha ne olsun be adam kadın ağzının içine düşüyor.Bir telefon ile taa nerelerden kalkıp özel arabası ile geliyor.Para aldı mı bu iş için senden?
-Yoo.
-Eee?
-Yahu daha ne olsun,sen bu kadını kendine aşık etmişsin be birader.
-Hadi canım sende oturduğun yerden beni yiyorsun.
-Ben simit yiyorum da biz böyle lak lak ederken alay komutanı bizi yiyecek.
-Haklısın, bakalım akşamdan sabaha bir gelişme var mı
-İyi tamam, ben de burada biraz araştırma yapayım bakalım şu Amerikalıyı tanıyan var mı?
-Hadi işin rast gelsin.
Niyazi ayağa kalktı Masanın başından uzaklaşmadan evvel tabağa uzandı.Yarım simidi aldı ağzına tıktı.Fiyakalı arabasına bindi.Dala dili dala dili diye ses çıkartan kornasını öttürerek dışarı çıktı.Uzayıp giden sahil yolunda tatilciler mevzilenmiş denize girmeye başlamışlardı bile.
-Bu ne acele kardeşim deniz kaçıyor mu,durun bakalım daha güneş uyanmadı,bakın bütün mahmurluğu üzerinde...
Kendi kendine konuşuyordu.Yol boyunca öbekler halinde kurulu çadırların yanından geçerken içinde yatan tatilcileri düşündü.Şöyle bıyıklı göbekli,çizgili pijamalı atletli adamlar ve onlara hizmette kusur etmeyen kadınlar,reisler,oturan boğalar.Piknik tüpleri ve de hiç sönmeyen rakılar,deve pişirilebilecek kapasitede korlar,buz gibi rakılar.Bir de attın mı arabanın kasetçalarına Orhan babayı değme keyfe gitsin.Tabi anasını satayım tatil dediğin böyle olur,neymiş öyle beş yıldızlı oteller,yediğin önünde yemediğin yarın önünde tuhaf isimli yemekler,şekilsiz havuzlar,konsantre içecekler,şişede sular.Allah'ın suyu bile şişede...Bir bardak su getirir misiniz,derhal efendim,büyük mü olsun küçük mü.?Su oğlum su istiyorum ne büyüğü ne küçüğü,doldur bir sürahiye getir bir de bardak kana kana içelim. Yoook olmaz ille de şişede olacak steril olacak,ya çok soğuk olacak içemeyeceksin dişlerin kamaşacak,ya da hoşaf gibi olacak kanamayacaksın.Hay boyunuz devrile.Oysa çadırdakiler öyle mi bak.Kurmuşlar çadırlarını dere boyuna,işte su ister iç ister çim.Rakını da soğutursun,karpuzunu da çatlatırsın.Serbestsin.Şu iş biter bitmez tatile çıkacaktı.Söyleyecekti Şevval'e de , gelirse gelirdi.Niye gelmesindi ki..Tamam çok samimi değillerdi ama tanışmışlardı ya canım,söylerdi.Kaç yaşına gelmişti işte,bunu mu söylemekten çekinecekti. Söylerdi .Kaç yaşına gelmişti işte,bunu mu söylemekten çekinecekti.Şimdi gidince söyleyecekti. Öldürsündü pezeve..kler birbirlerini nasıl olsa en son kalanı da onlar öldürürdü,tertemiz çıkarlardı işin içinden.Bitirsinler birbirlerini ....Bak millete ,başını camdan çıkarttı,mayosu kıçında havlusu sırtında denizden çadırına doğru ilerlemekte olan bir ihtiyara bağırdı.
-Nasıl baba deniz soğuk mu?
İhtiyar eli ile lokum gibi işaret yaptı.
-Hay babayın düşmanına...geçirmişsin kafana hasır şapkayı,kıçında da alacalı bir don...Memlekette de kasım kasım kasılırdın kim bilir ben iş adamıyım ya da bürokratım diye...Burada araba çarpsa da devrilsen bir köşeye adam mı öldü ite mi çarptık bilemedik derler de yanından geçip gidiverirler,senin de fiyakan ve de cilalı karizman alacalı donun gibi yerle bir olur.Başını camdan dışarı bir kez daha çıkarttı,geriye doğru bağırdı.
-Babaaaa kıçının çatalı görünüyor...
Kendi abuk sözlerine kendide güldü,uykusuzluk ve sıcak başına vurmuştu.Bu yol da ne kadar uzadı diye düşündü.Radyo kanallarını karıştırdı.Yunan kanallarından başka bir şey duyulmuyordu frekansların arasında.Kasede elini attı,yuvasına ittirdi.Belki de bin kez dinlediği ve her sözünü her susunu ezbere bildiği melodi doldurdu cafcaflı arabasının içini.Ses sistemini özel yaptırmıştı ve bir tam maaş vermişti bu iş için.Sanatçı ile beraber o da başladı şarkıyı söylemeye.Hastane artık köşede görünüyordu.Kapının önünde park halinde duran Şevval'in arabasını fark etti.Demek ki kadıncağız gece gidip almıştı arabasını meydandaki otoparktan.Hemen yanı başına park etti.Uzattı boynunu arabasının içine baktı.İşte oradaydı,şoför mahallinde uyuyordu.Onun arabasının camına doğru yaklaştı,bir süre seyretti.Nefes alışverişi buradan bile belli oluyordu.O da ne ,horluyor muydu ne?.Yok canım daha neler.Kulak kesildi,hırlıyordu canım küçük hırıltılar...
-Ulan benim çadırda da böyle horlarsa vay halimize...
Şevval gözlerini açtı,başını kaldırmadan Niyazi'ye baktı.Gülümseyerek eli ile içeri gel işareti yaptı.Niyazi arabanın kapısını açtı,içeri girdi.
-Ne güzel uyuyordun..
-Ya..uyumanın da güzeli mi olurmuş.Az biraz uykumu alayım da dönecektim.
-Ne zamandır yatıyorsun.
-Çok olmadı az evvel yattım.
-Ne yaptın sabaha dek.
-Erkan ile konuştum.
-Ne sonuca vardın?
-Akşam dediklerimden farklı bir şey yok.Bununla yaşamayı öğrenecek.
-Yeni bir şey var mı?
-Hayır yok zaten o da az evvel uyudu,siz ne yaptınız.
-Ohoo neler yapmadık ki...uzun hikaye.
-Anladım istihbaratçısın ya...
-Evet öyle...Bak sana ne diyeceğim.
-Ne diyeceksin?
-Şu işlerim bitince tatile çıkmayı düşünüyordum.
-...?
-Sen tatil yaptın mı?
-Burası tatil memleketi unuttun mu?
-Olsun tatil memleketinde olmak tatil yapmak anlamına gelmez ki bak ben daha ayağımı suya sokmadım.
-Bir şey anlatmaya çalışıyordun.
-Ha evet ben tatile çıkmayı düşünüyordum,senin de böyle bir niyetin var ise beraber çıkalım mı diyecektin.
Şevval Niyazi'nin gözlerinin içine bakarak konuştu.
-Yani bana çıkma teklif ediyorsun.
-Evet öyle.
-Çok ani olmadı mı bu.?Bana düşünmek için biraz zaman ver.
-Şimdi mi düşüneceksin.Ben dışarı çıkayım mı?
-Hayır Niyazi bu işlerin bitene dek.
-Tamam sen düşün
Bu sözlerin ardından arabanın içinde abuk bir sessizlik oldu.Oysa ki Niyazi'nin dudakları alev alev yanıyordu.Ama o bunu susuzluğuna yordu.
-Ben müsadenle içeri gireyim de kantinden bir şeyler alayım,sen de ister misin yiyecek ya da içecek.?
Şevval hayır anlamında başını iki yana salladı.Dudaklarındaki hınzır gülümseyiş Niyazi'yi şaşırttı.Bu kız neden gülüyordu,acaba komik bir şey mi söylemişti.Arabadan aşağıya indi,hızlı adımlarla hastaneden içeri girdi.Koridoru geçince jandarmaları gördü.
-Naber gençler ne yapıyorsunuz?
-Sağ olun iyiyiz.
-Ne oldu bizim yaralılar?
Erkan iyi de Rüstem daha ayılamadı.Doktorlar bütün gece uğraştılar,yaşayacakmış.
-Ne zaman kendisine gelir diyorlar?
-Birazdan..
-Aman iyi,kantin nerede biliyor musunuz?
-Aşağıda merdivenin altında.
Niyazi merdivenleri koşarak indi.Kendinin de anlayamadığı manasız bir telaş vardı içinde.



KISIM 9



Suat odasında telefon ile görüşme yapıyordu.
-Orhan nasılsın?
-İyiyim abi ama ben bittim.
-Neden?
-Abi nedir bu olaylar ya kaç senenin olayı sanki bir geceye birikmiş,
-Sen bizi bir görsen başımıza neler geldi neler.
-Evet geçmiş olsun ben gelemedim ekibi gönderdim.Oradalar değil mi?
-Bilmiyorum ben de operasyondan yeni geldim.
-İyisin değil mi?
-İyiyim çok şükür,sen ne yaptın bizim şu olayları,analiz yaptın mı?
-Evet abi yapıldı,parmak izleri bizi sonuca götürdü.
-Nedir durum ne çıktı.?
-Erkan'a ait bir parmak izi yok,çocuk doğru söylüyormuş.
-İzler kime aitmiş?
-Şu denizde cesedini bulduğumuz adama.
-Tahmin etmiştim.Demek o öldürmüş Süheyl'i
-Evet abi parmak izleri bıçaktakilerle aynı,bundan şüphemiz yok.Yalnız mezarcının hakkında hiçbir iz yok.Deniz suyu bütün izleri yok etmiş.
-Bir olay çözülmüş görünüyor desene.
-Evet öyle görünüyor.Bu mezarcı işini ne yapacaksın?
-Bilmiyorum.Amerikalı diye birinden bahsediliyor,onu araştırıyorum.Komşu karakolun mıntıkada işlenen cinayetten senin haberin yok değil mi?
-Var var abi oranın ekibi ile de görüştüm.
-O zaman bu olayların birbirleri ile bağlantılı olduğunu fark etmişsindir.
-Evet o kesin de ne gibi bir bağ var onu çözemiyoruz...abi beni Alay komutanı çağırıyormuş şimdi kapatmam lazım,ben seni sonra ararım.
Telefon elinde kalakalmıştı Suat.Birinci olayın faili bulunmuştu ama olayların üzerindeki sır perdesi halen yorgan misali sımsıkı örtülüydü üzerlerinde.
-Ulan azıcık ışık be,hadi ışık yok bari biraz hava...yorganın altında boğulacağız.
Yan tarafta masanın üzerinde uyuklayan jandarma Bülent uyanmış yeniden tıkırdayarak çalışmaya başlamıştı.Birden heyecanla başını kaldırdı.
-Komutanım buldum galiba
Suat ayağa kalktı.
-Ne buldun?
Bilgisayarın başına geldi rakamlara baktı.
-Komutanım bakın rakamları görüyor musunuz?
-Evet.
-Bakın her harfle alfabeyi bir kaydırmış ve şifrelemişler.Çok basit bir işlem yani.
-Nasıl yani?
-Bakın birinci harf A harfi ya,buna bir demişler,ikinci harf örneğin B ya...alfabede kaçıncı bu harf?
-İkinci.
-İşte bir fazlasını 3 rakamını basmışlar.Bir sonraki ise bir fazlası .29. rakamı bulunca başa atlamışlar Her harf silsilesinde bir fazlası.Karışık gibi ama basit.
-Bravo sana ne çıkıyor yazıda.
-Komutanım burada üç yüz karakter olması lazım ama on beşi yok.
-Tamam doğrudur,o kadın almış bu paraların üzerinden,kalanı oku.
-Ben bunları yazıcıdan çıkartayım komutanım.
İşte şifreli not önündeydi.Yazılanları bir solukta okudu.
-Urla K 17 c1 26300-12300. Urla K 17 c2 11200-11000
Urla K 17 c3 13500-11000. Açı ortayı ağaç tablette belirtilen üç noktanın açı ortayı ile birleştirilecek.Ortaya çıkan iki nokta üçüncüsüne muhtaç,unutma o grite,grit manyetiğe,manyetik ise çobana muhtaç,üç nokta seni doğrudan .................................al cherci'nin som altından heykeline.
-Vay dingiller vay bu resmen bizim kullandığımız haritaların koordinatlarını veriyor yahu.
-Ayağa kalktı.Duvarda asılı bölge haritasının başına geçti.Elindeki minkale ile verilen üç noktayı buldu,keçeli kalem ile işaretledi.Üç nokta eşkenar bir üçgen çıkartmıştı ortaya.Üçgenin açı ortayını aldı.Ortaya çıkan notla bölgenin en yüksek tepesinin Dumanlı dağın zirvesini gösteriyordu.
-Birinci nokta bu anlaşılan.İkinci ve üçüncü noktalar nerede acaba?Bu üç nokta bir araya getirilecek ve mezarın yeri bulunacaktı.Vay adiler.
Yalnız Suat'ın anlayamadığı bir şey vardı.Yüksek sesle düşünmeye devam etti.
-Neden bunlar tek yerde yazılı değil.O tahta tablette,bu paralarda ve çoban şifresinde.Bunu kim böldü böyle.Bu mevzuular halen çok karışık
Haritanın üstüne iyice abandı.Her noktayı karış karış inceledi.Çoban ile ilgili bir şey bulamadı.Noktalardan bir eldeydi ama ikinci ve üçüncü kayıptı.Bu üç nokta birleştirilip de
Açı ortayı bulunursa aranılan her ne ise bulunacaktı.Anlaşılan o ki bu Amerikalıda bu noktaların koordinatları yoktu.Yani şiddetle bu koordinatlara muhtaçtılar....


KISIM 10

Suat'ın cep telefonu çalıyordu.Aldı numaraya baktı,numara gizlenmişti.Açtı.
-Buyurun?
-İyi günler Suat bey ben Amerikalı.
-Ben de sizin telefonunuzu bekliyordum mistir Amerikalı.
rkası yarın...

14 Mart 2010 14-15 dakika 39 öyküsü var.
Yorumlar