Analık Mimarlıktır

Virane'nin sokağına sapınca, köşede Azime Hanım'la karşılaştık. Evinden çıkmış, elinde küçük para cüzdanı ve filesiyle bakkala gidiyordu. Selam verdi. Define selamını aldı ve:

_ 'Nerelerdesin sen? Neredesin kaç gündür? Seni çok merak ettim. Dışarıya falan da çıkmadın. İki hafta olacak. Merak ettim. Başında bir iş mi var, hasta falan mı oldun?'

_ 'Yok, ağabey. Ekmek alıp döneyim; gelir, anlatırım. Ah, sorma başıma gelenleri!' dedi ve yoluna devam etti.

Define'ye dert anlatan, sadece biz değildik. Onun bilge kişiliği, insana insanca davranışı, çevreye güven telkin ediyordu. Mahalleli de onu seviyor, sayıyordu. Komşu hanımlar, genç kızlar arada gelip, hatırını soruyor, oturup biraz konuşuyor, rahatlıyorlardı.

Azime Hanım da arada sırada dedenin yanına gelir, onunla biraz dertleşir, bir kahve içer giderdi. Fakat epeydir gelmez olmuştu. Kapı pencere de açmıyordu. Onu merak ediyorduk ama söylenmeyen şeyleri deşmek, meraklılık iyi bir şey olmadığı için araştırmıyorduk.

Arkadaşlar, bahçeye geçip, devam eden turnuva heyecanıyla tavla oynamaya koyuldular. Define, tezgâhını kapının önüne çıkardı. Üzerine malzemeleri koydu. Sigara paketini ve çakmağını da cebinden çıkarıp, masanın üzerine bıraktı. Meşhur minderli sandalyesini çekip, oturdu ve işini yapmaya başladı. Dede, Kapalıçarşı'daki hediyelik eşya satan bir dükkândan sipariş almıştı. Yüz adet biblo yapması gerekiyordu. O, insan ve hayvan figürlerini oluşturacak olan parçaları oyup, hazırlıyor, ben yapıştırıp, boyuyordum. Ben de karşısına geçip, oturdum.

Azime Hanım, ekmeklerle ve meşrubatlarla dönüp, evine girdi. Birkaç dakika sonra elinde büyükçe bir poşetle çıktı. Biraz sararmış, solmuştu. Gözleri çökmüş, bitkin bir haldeydi. Poşeti masaya bıraktı:

_ 'Hayırlı akşamlar! Kolay gelsin ağabey!'

_ 'Hayırlı akşamlar olsun! Nerelerdesin sen? Geç otur şuraya bakalım! Bizi merakta bıraktın.'

_ 'Poğaça yaptım. Çocuklara meşrubatla birer ikişer dağıtıverin. Oğlum okulunu bitirip geldi ya. Beraberce kutlayalım.'

_ 'Meraklandım, kimseye de soramadım. Anlat bakalım, ne oldu? Neler oldu?'

_ 'Tam karşındayız. Duymamış olamazsın. Nezaketen bilmezlikten geliyorsundur. Kıyametler koptu ya! Gece yarısı camlar aşağıya indi, sabaha kadar bağrış çığrış, kapılar çarpıldı, çanak tabak havada uçtu. Evde ne var ne yoksa kırıldı. Avizelere, duvar saatine kadar... Küllükler, aynalar... Kırılacak ne varsa...'

_ 'Çok oldu, bir gece ?şangır' diye bir ses duydum, uykumun arasında, benim odanın camını kırdılar sandım. Sonra dinledim, baktım, başka tıkırtı yok, tekrar uyudum. Gece üç falandı. Fakat sürekli bağıran ve hep aynı sözleri tekrarlayan bir genç erkek sesi geliyordu. Sarhoştu galiba. Çünkü dili dolaşıyor ve bozuk plak gibi diyip diyip, aynı şeyleri diyordu... Sonra uyumuşum. Sabah ezanı kalktığımda ses yoktu. Namaza gittim. Birkaç gece daha benzeri sesler geldi. Sonra azaldı ve bitti. Bir haftadır ses yok.'

_ 'Sorma başıma gelenleri! Camlar indi ya! Bağırmalar, kavga dövüş!.. Bazı geceler, saatlerce bağırdı! Birkaç gece içip içip geldi, yapmadığını bırakmadı!.. Zil zurna sarhoş!.. Laf anlamaz, söz dinlemez!.. Benim kocam da kavga dövüş yapardı ama içkisi yoktu. Ağzına koymazdı. Kokusunu duysa, midesi bulanırdı. Ailemde içen de yoktu. Babam arada ziyafetlerde hatır için bir kadeh rakı içecek olsa, hemen çıkarırdı. Bünyesi kaldırmazdı. Ağabeylerim de içmezler. O nedenle ben hayatımda sarhoş avutmadım. Babasının yanında okudu ya, adam bunu da bunalıma sokmuş. Ne olduysa olmuş, bu çocuk içkiye alışmış.'

_ 'Senin sesini hiç duymadım. Kapı dışarı da çıkmadın. Sadece o mu bağırdı? Benim bildiğim, kavga karşılıklı söz düellosudur.'

_ 'Tabi duyamazsın. Bana konuşma hakkı vermedi ki!'

_ 'Ne demek? Senin evinde sana tahakküm ediyor ha? Anneye?'

_ 'Evet, sorma! Hem de nasıl!.. Senden saklım gizlim yok zaten. Halimi biliyorsun. Biz on üç yıl önce ayrıldık. O zamanlar bu oğlum daha dokuz yaşındaydı. Kızım da yedisindeydi. Kocam o zamana kadar, bu iki çocuğumu da bana düşman olarak yetiştirdi. Evliliğimiz boyunca bana dedi ki:

_ 'Bu çocukları sana düşman edeceğim!.. Göreceksin! İhtiyarladığında, ölüyor olsan, sana bir bardak su vermeyecekler!'

O zaman küçüklerdi. Yeni yürümeye başlamışlardı. Çocuklara:

_ 'Yerden kaldırabildiğiniz kadar büyüklükteki taşları alın, vurun ananızın kafasına!' derdi.

_ 'Olur mu öyle bir şey? Annelere el kalkar mı? Bir baba evlatlarına böyle şeyler der mi? Anasını döven evlat, babasını öldürür!'

_ 'Kendi eziyet ettiği yetmezmiş gibi bir de bunlara gerilla eğitimi verdi. Neyse, ayrıldığımızda bu iki çocuğu kaçırdı. İki yıl boyunca evlatlarıma hasret kaldım. Bu süre zarfında bunları iyice fitlemiş, bana düşman etmiş. İki yılın sonunda mahkeme nihayetlendi, hâkim çocukların velayetini bana verdi.

Yanıma aldığımda bir süre buna benzer taşkınlıklar yaptılar ama o zaman daha küçük oldukları için disipline edebildim. Giderek beni tanıdılar. Et tırnak, birbirinden ayrılır mı? Her şey normale döndü ama ben baba düşmanlığı aşılayarak kısas yapmadım. Ana ya da baba ile evladın arasını açanın da yeri yatağı yok! Allah'tan korktum.

Merinos'ta çalıştım, çocuklarımı okuttum. Bu oğlan Ankara Yükseliş Mimarlık Mühendislik Mimarlık bölümünü kazandı. Baba da oralı ya; orada, onun yanında okudu.

İlk iki yıl geldi gitti yanıma, bir iki hafta kaldı. Bir şey yoktu. Öğrenimi süresince sadece para istedi benden. Ne zaman istediyse, buldum buluşturdum, gönderdim. Sorun olmadı. Fakat son iki yılda, kız da okumaya başlayınca, ona o kadar para gönderemez oldum. O yıl babası emekli olmuştu. Emeklilik ikramiyesini de almıştı, bir çocuk değil miydi bakacağı? Rahat rahat bakabilirdi. Tamamen göndermezlik de etmedim. Az ya da çok, arada yine gönderiyordum.

Bu yıl diplomayı aldı, mimar olarak döndü. Ben ne bileyim düşman olarak, ayyaş olarak döndüğünü? Ben, ?oğlum okusun, istikbalini kazansın' diye para gönderdim. O kadar parayı da içsin diye göndermedim. Yemedim içmedim, ?elin günün yanında boynu bükülmesin' diye gönderdim.'

Azime Hanım, gözlerinden akan yaşları silmek için mendil aranmaya başladı. Çantamdan kâğıt mendil çıkardım, uzattım. Kim bilir kaç gündür ağlıyordu bu ana! Daha gözlerinden akmadan, burnundan gelmeye başladı. Anasından emdiğini, burnundan getirmişti ya oğlu!

_ 'Sabahlara kadar ışığın hiç sönmedi. Gece teheccüt namazına kalkarım, ışığın yanar. Sabah namaza kalkarım, ışıkların yanık... ?Bu saatlere kadar neden oturuyor? Acaba nesi var?' diye merak ettim. Sen gelmeyince, demeyince, kimseye de bir şey soramadım.' dedi, Define.

_ 'Deli gibi dantel örüyorum! Sabahlara kadar. Elim tığı tutamaz olana, gözlerim allak bullak görene kadar... Hırsımı örmekten alıyorum! Söylemek istemiyordum ama ağabey, ben oğlundan dayak yiyen bir kadınım!..' derken hıçkırmaya başladı.

_ 'Nasıl bir evlat o öyle? Neden söylemedin bana? Neden yardım istemedin? Onunla konuşurdum. Nasihat ederdim. Yüz, yüzden utanır. Bir faydam olurdu!'

_ 'Kol kırılır, yen içinde... Söylemezdim yine de... Nasıl denir? Nasıl anlatabilirdim? Evlat! Hem, istesem de söyleyemezdim ki! Sabaha kadar başımda dikildi ve beni susa durdurdu! Tehditler, gözdağı vermeler, neler neler!..

Kimseye bir şey demedim. Sabırla alttan aldım. Annem derdi ki ağabeyim bunaldığı, o demir ütüyü yere vurup kırdığı zamanlarda:

_ 'Delisi olan, derdini çekecek. Nasıl kedinin tüyünü başından kuyruğuna kadar okşuyoruz, başından kuyruğuna kadar sıvazlayacağız. Sabırla yumuşatacağız. Tüyler, tersine sıvazlanmaz! İnadına gitmeyeceğiz. Zamanla fırtına diner, sular durulur. Sabırla koruk, helva olur.'

_ 'Anne koruk helva olur mu?'

_ 'Olur, olur. Olgunlaşır, üzüm olur. Üzümü sıkarlar, kaynatırlar, pekmez olur. Onu unla kararlar, helva olur.' derdi.

Osmanlı kadınıydı annem. Çok görmüş geçirmiş! Onun ağabeyime yaptığını yaptım. O bana hakaret ettikçe, küfrettikçe ona tatlı dille konuştum. Sakinleştirdim, sevdim, okşadım aksine. Israrla iyi sözler dedim. Elimde biraz param vardı. Bu ay artanım... Onu verdim:

_ 'Git kendine giyecek bir şeyler al. Kaliteli olsun. Yakışır oğluma. Artık talebe değisin. Koskoca mimarsın.' dedim.

O benimle kavga ederken, tabakları bardakları kırarken, sevdiği yemekleri yaptım. En çok en çok sevgiyle baktım gözlerine. Zamanla onu kazandım ama bir de bana sor!

Keyfimden dantel örmüyorum. Bu ördüklerimi sattığım falan da yok. Kızın çeyizi desen, çoktan bitti. Dantel, derdimi alıyor benim. Her ilmekte zikir yapıyor, Allah'tan sabır ve yardım dileniyorum. Ritmik hareketler benim ruhuma sükûnet veriyor.

Evde iki sözcükten cümle kurma hakkım vardı. O da kendi duyacağım kadar alçak bir sesle... Kız bağırsın, bir şey yok. Kendisi sabaha kadar bağırsın, kırsın, döksün, vursun, kıyameti koparsın, bir şey yok; her gece altı saat bağırsın, o zaman kimse duymaz, yer yerinden oynar, bir şey yok; ben mutfakta, ocağın başında normal sesle konuşsam, ta arkadaki kahvehanede oturanlar duyar:

_ 'Sus, konuşma! Sinirleniyorum! Bak kızıyorum! Şimdi içmeye gideceğim!'

Böyle bir psikopatlık sadece bana... Kıza falan, başkalarına bir şey yok. Baba görevlendirmiş.

_ 'Git böyle yap, şöyle yap!' diye değil de hep aleyhimde konuşarak...

Çocuk fitil olmuş. Uzaktan ateş alıyor, ?barut' mu desem? Çok zorladı beni ama seslenmedim. Bana vurduğu gün, ben onu kendi yatağıma yatırdım, sırtını, bacaklarını kulunçlarını ovdum, sevdim, okşadım. Onu kazandım ama anlatırken bile mahvoluyorum! O zamanlar kimseye söyleyemedim. İçime attım.

_ 'Pencereleri açma! Bu kapı kapanmayacak!' diyordu.

Televizyonu masanın üstünden sürüklüyor, kenara kadar getiriyor, yere atacak! Patlayacak, yanacağız, ev yanacak!.. Zil zurna!.. Kendini bilmiyor! Ne yaptığının farkında değil! Televizyon düştü düşecek!.. Kalktım, tutup yerine koydum. Arkamı döndüm, yerime oturacağım; bir yumruk geldi, sol böbreğimin biraz yukarısına! Neye uğradığımı şaşırdım, çöktüm, olduğum yere!..

Ben bu davranışları hak etmedim. Çocuklarımı bana düşman edemeyecek! Müsaade etmeyeceğim! Hislerimi ifade etmesini bilirim ben. Mektep medrese görmedim ama hayat okulunu başarıyla bitirdim; kendimi hemen hemen her konuda yetiştirdim. Annelik konusunda da...

Oktay geldi, dedi ki o camı çerçeveyi indirdiği gün bana:

_ 'Beni kovman için yapıyorum. Haydi, kovsana beni! At sokağa, haydi! Polis çağır!.. Bağır, komşuları çağır da kurtarsınlar seni benim elimden! Babama postala beni! Hayırsız bir evlat doğurmuşsun.'

_ 'Asla!.. Beni dilim dilim doğrasan, kıyma makinesinden geçirsen, asla sana kıyamam! Ben anayım!.. Bir ana yavrusuna kol kanat gerer! Onu sokağa atmaz! Ne olursa olsun, bağrına basar! Ben seni çok seviyorum!' dedim ama gözlerimden yaşlar boşandı!

Gözlerime baktı. Gözlerimden sevgisinin boşalışını gördü. İşte günden beri dostuz. Birden fren yapmadı tabi ama her gün biraz daha yumuşak ve olumlu tavırlar sergilemeye başladı. Oğlum, ilk binasının planını yanlış çizmişti. Yırttı attı. Güzel ve sağlıklı bir plan çizmeyi başardı. İçkiyi azalttı ve bıraktı. İki paket sigarayı yarıma indirdi. Evden çıkmıyor. Mutfakta etrafımda dolanıyor. Şakalar yapıyor, eskisi gibi. Gülüyor, eğleniyoruz. Odasında kendisini geliştirmeye çalışıyor.

Bu başarının yarısı benimse, yarısı da onun. Demek ki iyi bir temel atabilmişim vaktinde. Asıl mimarlık, evlat yetiştirmektir. Çünkü en önemli yapı, insandır! Ana, çocuğunun mimarıdır.

İlk geldiğinde adeta bir zırdeliydi. Anlatamam! Kimseye diyemedim!

_ 'Galiba oğlum delirmiş, şizofren ya da uyuşturucu müptelası galiba.' diyemedim. Bekledim. Sabrettim. Ona sabırla kendimi ifade ettim.

Eskiden can ciğerdik. Sol dizimde büyüttüm. Beş dakika kızıma fırsat vermezdi oraya oturması için. O kadar severdik ki birbirimizi ve o kadar iyi anlaşırdık ki babası kıskanır, ortamı terk ederdi!

Bunu çok döverdi. Beni o kadar kötülemiş ki çocuk zırdeli olarak geldi. Geleli on beş gün oldu. Çok şey değişti ama ben de bittim!.. Kapı dışarı çıkmadım. Hep örgü ördüm, içinde bulunduğum durumu düşünmemek için. Ev için, mutfak için gerekenleri alt komşuma aldırttım. Onun da yardımı oldu. Ona anlatmadım ama duydu. Anlamıştır da tekrarlamamam, tekrar üzülmemem için sormamıştır. Onun da başında. Onunki ıslah olmaz. Eğitim almamış. Kötü arkadaşlarla kenetlenmiş. Babası da başında ama zapt edemiyorlar. Kadın içine ovunuyor! Ne yapsın? Evlat! Çekecek!

Neler yaptı bana! Fakat artık o değil. Çok iyi, daha iyi olacak. İnan çok severiz biz birbirimizi! Medarı iftiharımdır o benim! Aslını bilirim. Son derece duygusaldır. Baba demiş:

_ 'Bak işte seni attı. Parayı da kesti. Şöyle böyle...' İyice doldurmuş. Seni sevmiyor. Kızını seviyor. Ben onu attım sanmış. Ne kadar büyüseler, içleri çocuk... Kalıpları yetişkin adam ama... Onun yanındayken içmeye başladı da neden sahip çıkamadı? Yanıma gelir gelmez nasıl hâkim oldum evladıma?

Analık budur işte! Sadece doğurmak da değildir, büyütmek, okutmak da... Analık mimarlıktır.'

09 Mayıs 2010 12-13 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    Okuru içine çekerek, mimarlık öğrenimi gören evlada karşı yoğun öfke duyuran, anasına acıyıp sabır dileten, dayanılmaz yaşam kesitinin gerçekte de karşılaşıldığını düşündüren çarpıcı bir öykü.

    Teselli eden yanı, annenin içten yoğun gayretiyle uyum sağlanabilmiş olması.

    "Analık mimarlıktır" yargısını kanıtlayan ibret verici öyküden yaşam dersi çıkartılacağı ve yanlış davranışlardan yinelemeksizin kaçınılacağı umuduyla kutluyorum.