Annem Annem Annem

ANNE...

Dört harfli bu kelime, bir çok insanda olduğu gibi benimde sükunet dolu yüreğimde çok derin anlamlar gizlemektedir. Anne, annem, anneciğim...

Yaşamın farklı basamaklarında, yüz yüze geldiğim bir çok olumsuz gelişme ve sonuçlu olaylarda sabırlı davranıp, üzüntümü dışa vurmadan, oldukça dik bir duruş sergiledim. Çünkü son zamanlarda alaycı bir hüviyete konumuna sokulmaya çalışılan Anadolu değerleriyle yetişmiştim. Çünkü, kol kırılır, yen içinde kalırdı; çünkü serde erkeklik vardı. Ama bir gün, tüm değerlerin bittiği bir konuma sürüklendim, kayboldum gittim.

Doğduğum ve ilk gençlik dönemimi tamamladığım şehrimden en azından oniki saat uzaklıkta bir mesafede, Diyarbakır'daydım. Doktora tezimin yazım aşamasındaydım ve bir çok şeyin ters gittiği bir dönemi yaşıyordum. Bir cumartesiydi ve işte öylesine bir gündü. Tezimin başındaydım, zaman zaman sıkılınca camın kenarına gelip dışarıda bahara dönmüş dallara bakıyordum. Küçük pilli radyomun sesi, daktilo sesleri arasına karışıp gidiyordu. Birden Zeki Müren'in o büyülü şarkısı çalmaya başladı. Melodiye hafif bir ıslıkla eşlik ediyordum. Sözler dökülmeye başladı ve ben sustum. Bir duayı, ilahi bir olayı izler gibi oldum. Sonra şarkının o gizemli nakaratı başladığında, hızla kendimi yüzükoyun yatağıma attığımı hatırlıyorum. Şarkı ilerledikçe, daha bir tempo kazanan göz yaşlarım yastık çarşafımı yıkıyorlardı sanki. Durduramadığım ve tanıyamadığım boğuk bir ses harmonisi boğazımı yırtarcasına ilerliyor ve şarkının her nakaratında daha bir tanımsız hal alıyordu. "Annem, annem, anneciğim...". Tüm vücudumda kopan bu fırtına bir saatten fazla sürdü sanırım. Radyoda program bile değişmişti sanırım ama hiç duymuyordum. Aklım hala o büyülü sözlere takılıp kalmış, boğuk hıçkırıklarla sürüyordu çöküşüm. "Geceler çok soğuk, sessiz ve karanlık; Üşüdüm üstümü örtsene annem; anne, annem, anneciğim"...

Anne ne hoş bir kelime, masmavi bir gökte bembeyaz bir bulutu sembolize ediyor sanki. Fırından çıkmış bir ekmeği; taze toprak kokusunu; pamuk şekerini; meltemleri; ıssız bir koyu; sessiz bir ilkbahar şafağını; ince yağan bir yağmuru; ağustos yıldızlarını; yemyeşil dağları; okyanusları gizliyor içerisinde. Okuduğum kadarıyla güneşin doğduğu ülke anlamına gelen Anatolia, bu toprağın çocuklarının gönlünde ve dillerinde o en güzel canlı " anne" adıyla bütünleyivermiş "Anadolu" ismini almıştır. Bu toprağın insanlarınca anlatılan anne konulu yüzlerce öykü vardır. Abartılı olsa da; taşıdığı anlam nedeniyle bu trajik öykülerden birinde, sevdiği kız ile annesi arasında halen bir gençten söz edilir. Karasevda ile bağlı olan gence, kız arkadaşı beraberliklerin koşulu olarak annesinin kalbini getirmesini istemiştir. İstemiştir de tutkulu gencimiz, çok sevdiği kızın dileğinin yerine getirmiştir. Delikanlı elinde kanlar içinde kalp olduğu halde sevdiğine doğru koşarken, bir şeye takılıp tökezleyip yere düşerken " Ah anam" demiştir de kalp dile gelmiştir. "Ne oldu yavrum?" Hayal ötesi bu öykü, annelerin çocuklarına karşı ne kadar derin hisler taşıdıklarını gösteren uydurma bir mizansen de olabilir. Ama Anadolu insanı için anne kelimesinin dolu anlamını vurgulamaktadır.

Hayvanlar aleminden de böylesi bir olayı okuyunca, tatlı bir şaşkınlık çöktü üstüme. Bu sefer hayvan kahramanlarımız örümcekler. Hani 4 çift yürüme bacağı olan, ipeksi ağlarıyla yuvalar kuran, kolayca her yere tırmanabilen, en olmadık yerlere bile ayaklarını uzatarak, taşınabilen örümcekler.

Özel bilgisi olanlar bilirler örümceklerin dişileri büyük, erkekleri küçük yapılıdır. Ağlarla ördüğü yuvasına giren her canlıyı yiyen örümceklerin çoğu türünde dişiler erkeklerini bile yemektedirler. Bu nedenle çiftleşmeye giden erkeklerin beraberlerinde ölü bir hayvanı götürdüklerine dair bilgiler vardır. Dişi örümcek gelen hediyeyi yerken erkek çiftleşmeye çalışmaktadır. Şayet hediye hızlı bir şekilde tüketirse yada yiyecek azsa, dişi hemen erkeği yemek listesine dahil etmekten geri kalmaz. "Karadul" olarak bilinen ve ülkemizde de yayılış gösteren tür bireyleri bu isimlerini muhtemelen bu tür bir olaya bağlı olarak aldığını sanıyorum.

Kahramanımız, işte bu saldırgan, yırtıcılıkta sınır tanımayan, hatta erkeğini bile yiyen iri cüsseli dişi örümcek. Partner olarak ne kadar güvensiz olsa bile, bir anne olarak akıllara durgunluk veren dişi örümcekler...

Yapılan bir çalışmada, Yengeç örümcek (Diaea ergandros) adlı bir tür yavrularının annelerini yedikleri saptanmıştır.

Anne örümcek, bir anda 40 yumurta yumurtladıktan sonra üreme kabiliyetini yitirmektedir. Yavrular, okaliptüs yaprakları arasında, güvenli bir şekilde, bahar ortasında veya yazın başlangıcında yumurtadan çıkarlar. Sıcak yaz günlerinde anne, kendi ağırlığının 10 katı büyüklüğüne kadar böcekleri yakalar. Bu böcekler yavrularının bitiremeyeceği kadar büyük olduğu için her zaman artan parçalar olur. Anne örümcek, bu artan parçaları yiyerek semirir. Bu arada yumurtalığında bulunan döllenmemiş yumurtaların içinde besin maddeleri depolanır. Anne, adeta canlı bir buzdolabı haline gelerek bu yumurtaları muhafaza eder. Hava soğuyup yenilenebilecek böceklerin sayısı azaldığı zaman, bu yumurtaların içindeki besleyici maddeler bir nevi yedek besin deposu yerine geçerek, annenin kan dolaşımına karışır. Yavru örümcekler acıktıkça 'buzdolabı'na hücum ederler; karşı koymadan bekleyen annenin bacak eklemlerinden, besleyici kanını emerler. Araştırıcı bu davranışı, memelilerde yavruların annelerinin sütünü emmesine benzetmektedir. Farklı olarak, yavru örümcekler, annelerinin vücudundaki bütün kanı emmektedirler. Birkaç ay içinde anne o kadar zayıf düşer ki hemen hemen hiç hareket edemeyecek hale gelir. Zaten dışarıda beslenecek böcek vs. de bulamayan dişi örümceğin kanındaki besin maddeleri de tükenmeye yüz tutarken yavrular, annelerine bir avmışçasına saldırırlar. Zehirlerini ve sindirim sistemlerinden salgılanan parçalayıcı enzimlerini enjekte ederek, onu tamamen yerler.

Araştırıcı şu gerçeği de tespit etmiştir: yavru örümcekler, annelerini sonbahardan önce yediklerinden, artık yiyecekleri kalmadığı için kışı geçirmek için birbirlerini yemeye başlamaktadırlar. Anne ne kadar uzun müddet hayatta kalırsa o kadar çok yavrusu da canlı kalabilmektedir!

Anne, annem, annecikler...

09 Mayıs 2010 6-7 dakika 12 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (4)
  • 14 yıl önce

    Sevgili Dostum, ne kadar güzell yazmışsın ...Şiirsel bilgi dolu günün önemini vurgulayan bir yazıt...Tebrik ediyorum senii....Sevgilerimle ...Saygılarımla...

  • 14 yıl önce

    Annelik üzerine çok fedakarlık gözlemlerimiz var buna belgesellerde gördüklerimizi de ekleyebiliriz. Ama sizin öykünüzde geçen örnekte gerçekten çok ilginç. Çok akıcı ve bilgilendirici yazan kaleme sonsuz teşekkürler. Sevgi ve Saygılarımla..

  • 14 yıl önce

    Anne, annem, anneciğim. Buram buram anadolunun havasını ve suyunu anne sevgisiyle harmanlayarak ne güzel dile getirmiş şair. Katmış iğde kokusuna anne aşkını dağıtmış satırlara hece hece. Bir de toprak ana var ki VEYSEL'in deyimiyle.

    ''Bütün kusurları toprak gizliyor ''Merhem çalıp yaralarım düzlüyor ''Kolun açmış yollarımı gözlüyor ''Benim sadık yarim kara topraktır.

    Karşılıksız ve çıkarsız tek sevgi anne sevgisi değilmidir? Yaş kemale erse bile, masum bir çocuk edasında uzanırız annemizin dizine,toprağa uzanır gibi, korkusuz. Kokusu sevgi, elleri sadakat, gözleri cesaret ve kucağı şevkattir annenin. Anne,annem,annecğim..

    Günün yazısını fazlasıyla haketmiş bir anlatım,bu kadar duygu yüklü yazıyı okumaktan inanılmaz keyf aldım. Ve bir daha anladım anneliğin ne kadar yüce bir duygu olduğunu. Yüreğinize sağlık diyor ve tebrik ediyorum...😙😙😙

  • 14 yıl önce

    harika bir oykuydu bir solukta okudum bende sizin gibi nezaman anne anne annecigim geceler cok sguk sessiz ve karanlik .....hickiriklarin aginda kaybolum kendimi yerim....paylasim icin tesekkurlerimi sunuyorum...saygilarimla...