Ardahan'dan Köye Dönüş
27 Ekim 24, Ardahan’da hava günlük güneşlikti. Sanki bir gün önce hava sıcaklığının eksilerde seyrettiği gökten Karakışı aratmayacak ölçüne kar yağmamıştı. Ne derler kötü insan düzelmez kötü hava düzelirmiş. O misal hava düzelmiş, güneş ışınlarıyla beraber Ardahan ve çevresine ısı yayıyordu. Sokaklarda insanlar kaygısızca güle oynaya yürüyorlardı. Kars’tan gelen oğlumla buluşmanın mutluluğu yolda yaşadığım tanımsız heyecan ve korkuyu tüm bedenimi sardı.
Ardahan Şehri, çobanlık yaptığım ilkokul yıllarımda yayla düzlüklerinden özlem ve hayranlıkla izlediğim serhat şehri. Uzaklardan ışıl ışıl gözüken bu güzelim şehri ilk kez ilkokul ikinci sınıfa geçtiğim yaz aylarında görmek kısmet olmuştu. Amcam, yengem, annem ve babamla yayladan yağ satmak için gece boyu kağnı arabasıyla gitmiştik.
Sadece küçük kasabamızı görmüştüm şehir olarak. Ardahan o gün bana İstanbul’un kalabalık bir semti gibi büyük ve ilginç gelmişti. Ana caddede askerler yürüyüş yapıyor, dükkânlardaki radyolardan müzik sesleri hoş bir cümbüş oluşturuyordu. Şaşırıp kalmıştım ilk kez tanık olup, yetesiye anlamlandıramadığım gördüklerime…
Hemen girişinde rakımın 1800m olduğu levhası göze çarpar. Ardahan demek; onlarca büyük küçük marketlerde bal ve süt ürünlerinin pazarlandığı şehir demektir. Ve şehrin kenar mahallelerinde sürüyle kazlar, tavuklarla, bir önceki yüzyılda giyilen giysileriyle yüzleri soğuktan iyice esmerleşmiş kadın ve erkekler yaşam mücadelesi içinde koşturmakta oldukları görülür. Şehrim merkezi dalınca çağımızda yaşadığımız fark edilir. Çoğunlukla modern kılık kıyafetleriyle Ardahan halkını sokaklarda gözlemlerlerken, çopurlarmış şapkaları, yöresel köylü kıyafetleriyle kadınlarda şehrin şamatası içinde işlerini erkenden bitirip köylerine dönme telaşı içinde koşuşmaktalar adeta…
Ardahan, hatırlanacağı gibi 1878’de Batum, Kars ve Artvin’le birlikte Ruslara bırakıldı. 1921 yılında bu il anavatana kavuşana kadar Rusların elinde kaldı. Ruslar, bu serhat ilimize orijinal işçilik sonucu hazırlanan güzel binalar kazandırmış. Binalar, örnek mimari ve işçiliğiyle takdire şayan olup oluşturup günümüzde de kullanılmaktalar.
Ruslardan kalma bu binalardan birisi de Ardahan İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Kitaplara ve kitap okumaya olan sevgim hiç azalmadı. Ta ilkokul ikinci sınıftan beri tanışığım vefalı, beni terk etmeyen kitap dostlarımla. Dostluğun yaşadıkça katlanarak süreceği kesin. Ardahan’ın zengin bir kütüphanesi var. Kitaplar özelliklerine göre güzelce raflarda yerini almış. Derince ve Şavşat kütüphanelerinde bulamadığım kitaplar Ardahan Kütüphanesinde vardı. Bu kütüphaneden de ödünç kitap alma olanağım oldu.
Biz gelelim dönüş yolculuğuna. Kışların sert, karlı geçtiği bölgemizde fakirliğin diz boyu yaşandığı yıllarda Güneş yetim gömleği diye de adlandırılırdı. Yetim gömleği bu kez Ardahan’ı ve doğayı bir önceki gün ve günlere inat olabildiğince ısıtıyordu. Bu kez aracı oğlum kullanıyordu. Sohbetin belini kırarak Sulakyurt, Değirmenli köylerini geçtik. Ardahan yaylalarının rampalarında yol pırıl pırıl... Zaten Ardahan’a gelirken karayollarının iki aracı yaylaların yücelerindeki karları temizlemeye gidiyordu. Yine de yol kenarlarında üç adet TIR kurtarılmayı bekliyordu.
Nihayet 2470m rakımlı Sahara (Çam) geçidine ulaştık. Güneşle beraber yükselen hava sıcaklığı sonucu asfalt gelirken beni heyecanlandıran yollardaki cila gibi parlayan karlar ve buzlanmadan eser yoktu. Bizim yaylanın düzlüklerine yaklaştık. Gençlik yıllarında top oynadığımız düzlükler, Sahara Dağı’nın yüksekleri kirlenmemiş bembeyaz karlarla kaplıydı. Yaylalarımızın karşısında durup fotoğraf çekmemize çevreyi saran sis müsaade etmedi.
Köyümüze yaklaşırken, köyümüzün çayının aktığı vadi, daha yukarlardaki yamaçlar karlarla bezeli yeşil ormanlar; yeşille beyazın uyumu ilginç görüntüler oluşturuyordu. Hiçbir zorluk çekmeden evimize vardık.
Bu kez ertesi günü yapacağımız Kocaeli yolculuğunun heyecanını hissetmeye başladık istemeden. Mevsimsiz yağan kar kısmen erimiş çayırların yeşil çimenleri gözüküyordu. Sık sık telefondan yarının hava durumuna bakıyordum. Gece için köyümüzde sıcaklık eksi yedi dereceyi gösteriyordu. Önümüzde bizi bekleyen ve stres yapan sorun sabahleyin birazcık rampa olan evimizle karayoluna çıkabilme durumuydu.
Geç saatlerde arabamıza eşyaları yerleştirdik. Bu arada akşamları yaktığımız sobamıza aralıksız yanıyordu. Sıcacık sobanın yanına yanaşıp ısınmak bir başka güzeldir. Bu yıl için köyde son gecemiz. Ta Mayıs başlarına kadar yeşilliğin, temiz havanın bol olduğu, üşüyünce sobanın yayına yaklaşmaya elveda diyorduk.
Sabahleyin erkenden uyandık. Öncelikle sobayı canlandırdık. Önceki günlerde yağan karlarla bembeyaz olan doğayı bu kez kırağı her tarafa kar yağmışçasına bembeyaz yapmıştı. Geçen yıllarda erken saatle örneği 06.00 civarında yolculuk başlatırdık. Bu kez ancak saat 09.00’da hareket ettik. Ana yola çıkarken hiç zorlanmadık. Bu durum önümüzdeki 1400km’lik yolculuk için bize moral oldu. Hemen hemen ülkemizin doğusundan batısına Şavşat-Kocaeli arasındaki mesafeyi sıkıntısız bir yolculukla bitirmek bu yılda kısmet oldu. Ne demeli; yaşadıkça darısı gelecek yılların başına…
Ardahan' da tanıdığımız var. O yüzden manzara resimleriyle kısmen tanıyorum. Kar manzarası çok güzel. Güzel anılar var yazıda. İyi ki bizim olmuşlar bu yerler tekrar. Her yerinde bir tarih, askerlerimizin çileli ayak izleri var. Tebrik ediyorum İbrahim bey. Kaleminizden nice anı yazıları okumak dileğiyle. Sevgiler, selamlar.