Aşk

Virane'den neşe içinde çıktık. Caddeye paralel ara sokaklardan geçerken hafiften marşlar söylüyorduk, hep bir ağızdan. Mecburen caddeye çıkınca, sustuk. Deli fıkraları anlatmaya başladık. Herkes aklına geleni aktardı. En son Orçun anlattı:

_ 'Adamın biri kendisini füze sanıyormuş. Çıkmış, elektrik direğine, havalanacak. Ne dedilerse bir türlü indirememişler. İtfaiye gelmiş, aşağıya bez germiş falan... O sırada yaşlı bir adam gelmiş:

_ 'Hey, oradaki! Sen! Bana bak bakayım! Füze! Sana diyorum!' diye seslenmiş.

_ 'Ne var? Ne diyorsun? Ben füze oldum. Geri sayım başlasın! Havalanacağım!'

_ 'Tabi ki füzesin. Hem de en iyisisin! Fakat ikmalini yapmamışsın! Öyle uçamazsın. Gel, yakıtını al, sonra tekrar çık. Yoksa geri saymayız.' deyince, yakıt almak için inmiş.'

_ 'İçerdekiler de dışarıdakilerin haline gülüyordur.' dedi, Işıl.

_ 'Onların sayıları belli de dışarıdakilerin belli değil. Her üç kişiden biri deliymiş. Şu anda aramızda kaç deli gizli, siz söyleyin.' dedim. Mahir:

_ 'Delirende mi delirtende mi suç? Bazen öyle şeyler oluyor ki gel de delirme!' dedi. Neşe:

_ 'Deliler için sorgu sual yok. Oh, ne güzel! ?Haydi, geç bakalım Cennet-i Âla'ya!' Oh, ne âlâ! Keşke deli olsam da ibadetten de sorumlu olmasam! Biz hesabı verene kadar, Sırat'ı çoktan geçmiş olacaklar.' dedi. Define:

_ 'Akıl, Allah'ın bize verdiği en değerli varlıktır. O olmazsa rezil oluruz! Bunarız. Mahcur oluruz. Allah, verdiği aklı almasın! Kabirde bile aklımız başımızda olsun ki hesabımızı verebilelim!' dedi.

_ 'Dedeciğim, Osmanlılarda, şifahanelerde akıl hastalarını musiki ile tedavi etme usulü kullanılırmış. Avrupa bunu yeni uygulamaya başladı. Tıpta ne kadar ileriymişiz. Ne kadar bilim adamı yetiştirmişiz! Tarihimizi okudukça, geçmişimizle gurur duyuyorum.' dedi Nihat.

_ 'Onların kim bilir kaç tanesi bu topraklardan geçmiştir! Bunu düşünmek de beni heyecanlandırıyor.' dedi Arzu. Define:

_ 'Beni heyecanlandıran da Fatih, Ak Şemsettin, Molla Gürani, Molla Fenari, Somuncu Baba, Emir Sultan, Geyikli Baba...' dedi. Neşe:

_ 'Ben, evliya hikâyelerini dinlemeyi çok seviyorum. Onların hayatlarındaki olağanüstü olaylara inanmak istiyorum. Onların gerçekten kerametleri var mı dede?' dedi.

_ 'Allah'ın sevgili kullarında bazı kerametler görülebilir. Onları dinlemek hoştur tabi ki. Aslında onların gerçek kerametleri insan-ı kâmil yetiştirmektir. Fakih Ahmet olmasaydı, Fatih olmayacaktı. Beş yaşından beri namaz kılan, bir farz namazını dahi kazaya bırakmayan bir öğrencisi, Ayasofya'da ilk namazı kıldırdığında, ne kadar mutlu olmuştur, kim bilir! Onun hocası da Hacı Bayram'dır. Emir Sultan'ı yıkayan, defneden... Emir Sultan'ın da Hacı Bayram'ın da hocası Somuncu Baba'dır. Şu Kapalıçarşı'da: 'Müminler, somunlar..." diyerek, eşeğiyle ekmek satan, kerameti anlaşılınca Bursa'yı terk edip, Darende'ye yerleşerek, orada Hacı Bayram'ı ve onun gibi nicelerini yetiştiren âlim zat. Onlar anlatılmakla biter mi Neşe'm?'

Beraber olunca yol o kadar kısaydı ki yokuş bile düz geldi. Yeşil Çay Bahçesi'nde oturmaya karar verdik. Hemen aramızda fısıldaşarak anlaştık. Define'ye aşkı soracaktık. Üç masayı birleştirip, Bursa'yı kuşbakışı seyrederken Orçun:

_ 'Bir, iki, üç!' der demez, Define'ye bakarak hep bir ağızdan:

_ 'Ah, Aşk!' dedik, derin birer iç çekişle.

_ 'Ne olmuş aşka?

_ 'Aşka bir şey olmamış da, olan arkadaşlara olmuş, dede. Bize aşkı anlatsana!' dedi Orçun.

_ 'Aşk yaşanır, anlatılamaz. Size sadece insan ilişkilerinde sevginin önemini anlatabilirim, kendi hayatımdan örneklerle. Kaldığım yerden Nesrin olayını anlatayım mı? Ne dersiniz?'

Her biz ağızdan bir ses çıktı. 'İçinde aşk olsun da ne tür bir konuşma olursa olsun!' 'Yalnız, sadece ona olan aşkını anlat!' 'Aranızdaki sevgiden bahset!' 'Aşk nedir, dede?' 'Sevgi mi önce gelir, saygı mı?' 'Aşkla nefret ilişkisinden bahset!' 'Aşk mı sadece sevgi mi, nereden bilebiliriz?' gibi birçok cümle ve soru cümlesi arka arkaya geldi:

_ 'Yine beni soru yağmuruna tuttunuz. Bu kadar soruya cevap vermek kolay değil. Bunları akılda tutabilmek bile çok kuvvetli bir hafıza ister. Soru ve önerilerinizi yazılı alsam...'

_ 'En iyisi kaldığın yerden devam et, dede. Kaç gündür çatlıyorum, merakımdan!' dedi Neşe.

_ 'Nasılsa bana onu anlattıracaksınız, en iyisi mi, ben bildiğim gibi devam edeyim, Nesrin olayına. Fakat önce bir soluklanayım; çaylarımız gelsin, ondan sonra... Böyle güzel bir konu, öyle kuru kuruya anlatılmaz.

Bursa ayağımızın altındaydı. Sadece kırmızı kiremitli çatıları görünen evler minicik kalmıştı. İçlerinde ne kadar değişik hayat vardı! Her biri birer roman... Sevgiler, aşklar, aldanışlar, nefretler... Kavuşmalar, ayrılıklar, doğumlar, ölümler... Mutlu olanlar, acı çekenler... Büyükler, küçükler, gençler... Neler yaşanmaktaydı, her birinde, kim bilir! Yuvalar, sadece mutlu kişilere mi aitti? Biz, sadece bir kişinin hayat öyküsünü dinlemekteydik. Daha niceleri vardı, onlardan habersizdik.

Çay da burada içilirdi! Tavşankanı! Mis kokulu! Anlatılmaz! Attığımız şekerleri eritmeye çalışırken bile, gözlerimizi Define'den ayıramadık. Bizim için en enteresan konuyu anlatmaya başlamasını, adeta saniyeleri sayarak, sabırsızlıkla bekledik. O da çayını karıştırmayı bitirdi ve bardağını dudağına götürüp, ilk yudumu aldı:

'O ve ben... Sevgi açıydık ikimiz de. Birbirimizi sevgili olarak seçtiğimizde onu bağrıma basmıştım. Kolayca elde ettiği yakınlığı, kesintisiz bir şekilde akan sevgi, sempati ve sıcaklığı hissettiği zaman, tuhaf bir ürküntüyle, şımarıklık raddesinde kendisini naza çekmeye, geriye çekilmeye başladı. Bir adım sevgiye ve bir adım dostluğa atılan adımlarımızla buluştuğumuz noktada, aşkın değerini bilemedi; geri attığı her adımla açılan ara; zamanla, sevgi kaynağının da gerilemesi ve yok denecek kadar sönükleşmesi ile açıldıkça açıldı.

İnsanlar zannederler ki ne yaparlarsa yapsınlar, o sevgi pınarı yanı başlarında sonsuza kadar çağıl çağıl akacak, zemzem gibi hiç bir zaman azalıp bitmeyecek.

Oysa sevgi, her kıpırdanışına anında karşılık bekler. Saygıyla sabitlenmek, sadakatle korunmak ister. Sevme sanatı; aşk ve romantizm yüklü duygusal bir dansa benzer. Aynı yöne aynı büyüklükte adımlarla, sarmaş dolaş, fısıl fısıl, doyumsuz bir ılıklıkla devam ederken, dengenin ve ahengin bozulmamasına azami itina ve dikkat ister. Sevgiyi bulmak zor, kaybetmek kolaydır. En zor olan da onu göz gibi korumak, toz kondurmamaktır. Ancak itinayla yaşayabilir.

Ayrılmış ve başka yuvalar kurmuş da olsak, içimizdeki güzellik sönmeyebilirdi. Başladığı yere, arkadaşlığa, dostluğa dönebilir ama ölmeyebilirdi. Böyle bir güzelliği yakalamıştık, sırf kıskançlık, gösteriş, inat ve kaprislerimiz yüzünden mahvettik. Sevda, bir süre daha yok olmamak için direndi, sonunda nefrete teslim oldu.

Aşka kurşun işlemez. Top, tüfek etki etmez. Sevdikçe artar, eksilmez, bitmez. Sadece bir kötü söz yeter, bitirmek için. İstemli ya da istemsiz öyle bir söz çıkar ki dudaklar arasından, bir anda her şeyi bitiriverir!.. Sonra deliler gibi ara dur, bakalım!..

Oysa daha dün, tüm sıcaklığı ve güzelliğiyle avuçlarınızdaydı ve küçük bir kuş gibi mutluluk veriyordu. Heyecanlı kalp atışlarını duyuyordunuz, yüreğinizde. Damar damar yol alarak, ılık ılık akıyordu; kanınıza karışarak, tüm vücudunuza yayılıyor, içinizde biteviye deveran ediyordu. Uçtu gitti işte! Gelir mi bir daha? Asla!.. Hangi kuş, azat edildikten sonra geri döner?

En çok muhtaç olduğumuz, sevgidir. Aşk, onun kremalısıdır. Yokluğu, derin üzüntüye, kedere gark eder, çılgına döneriz; bulunca da sudan bahanelerle geri çekiliriz. Kaybettiğimizde, ruh dünyamızın gönül okyanusunun suyu çekilir ve oluşan o uçsuz bucaksız alan ve tüm uçurumların toplamı kadar olan derinlikteki korkunç boşluk, doldurulabilecek gibi değildir. Onu içimizde hissettiğimizde, beynimizden vurulmuşa döneriz ama ne yazık ki artık çoktan işten geçmiştir!..

Ne olurdu, yıllarca aradığımız sevgiyi bulunduğumuzu hissettiğimizde, onu ömrümüzün sonuna kadar yaşatabilmek için gerekenleri yapsaydık; kaderin önünde sürüklenirken; her ne olursa olsun, her ne konumda bulunursak bulunalım; ara sıra da olsa, zamanı ve mekânı paylaşabilmenin huzur ve mutluluğu içinde; beraberliğimizin, azaldıkça yoğunlaşarak artan doyumsuz tadını, paylaştıkça çoğaltarak, okyanuslarımızı dopdolu tutsaydık ve ömrümüzün her anını, nefis bir içeceği yudumlarcasına tüketirken, her yudumda damaklarımızda oluşan eşsiz lezzetini fark ederek yaşasaydık.

Ruhumuz, sevgisiz kalınca nefes alamaz olur, boğulur. Vücudumuzun, canlılığını muhafaza edebilmesi için oksijene ne kadar ihtiyacı varsa, ruhumuzun sağlıklı olabilmesi için de sevgiye o denli ihtiyacı vardır.

Ne zaman sevgi alamaz olursa, nefessiz kalır ve kıvranmaya, hattâ çırpınmaya başlar!.. Sevgisiz kalınca, boğulacak gibi olur, ruhumuz. Daraltan, bunaltan bir iç sıkıntısı başlar! Yere göğe sığamaz oluruz!.. Onun da, ihtiyaç duyduğumuz her şey gibi ruh sağlığımız için bize bahşedilen, ne kadar önemli bir nimet olduğunu, kaybetmeden fark edemeyiz.

Sevgisiz yaşamak, yaşamak değil, sadece hayatı sürüklemektir. O, hayatlarımızdaki olaylarda, yemeklerdeki tuz kadar önemlidir. Nasıl ki tuz, baklavaya bile girip, her yemek için gereken tadın oluşmasını sağlıyorsa, yaşamımızı tatlandıran odur. Yavan bir hayat, ruh hastası yapar insanı, hatta delirtir.

Sevgiyi hissettiğimizde nasıl değişir, evrenin rengi, suyun, ekmeğin tadı? Her gün dinlediğimiz, dilinden o zamana kadar pek bir şey anlayamadığınız şarkılar, türküler, şiirler neler söylemeye, hissettirmeye başlar? Ne kadar parlak doğar güneş, ne ılık eser rüzgâr, yağmur ne kadar hoş yağar ve nasıl da rengârenk açarken bir kat daha fazla koku saçar çiçekler! Ne kadar güzeldir yaşamak, nefes nefes sevgi alıp vermek, ne güzeldir!

Aşk, yüreğimizde hissettirilen en güzel nimet, en tadına doyulmaz duygudur. İnsan, onu kalbinde hissettiğinde, mutluluktan öleceğini zanneder!.. Sevmek, bir şiirdir. Aşksa, binlerce şiir... Bir sevmek, binlerce şiir demektir. Nasıl, bir sözcük veya bir noktalama işareti, bir şiiri bozarsa, yanlış seçilerek sarf edilen bir sözcük de bir aşkı mahveder, bitirir!

Her şiir, bambaşka bir melodidir. Bir notanın hakkı verilmezse, eser berbat olur. Aşkın kusursuz devam edebilmesi için de beraberlik portesindeki her paylaşımın hakkının verilmesi gereklidir! Sevginin hakkı, emektir. Emek vermek; güveni korumak, saygıyı elde tutmak, ilgiye anında, hem de aynı oranda, özenle karşılık vermek, sevgiyi arttırmak ve sadakatle korumak demektir.'

Biz, Define'nin yüzüne gözlerimizi dikmiş, söylediklerinin bir kelimesini bile kaçırmamak için dikkatle dinlerken, Işıl'ın, arkama gizlenip, kollarını sandalyemin arkalığında kavuşturduğunu ve alnını sağ koluna dayayarak sessizce ağlamakta olduğunu fark edemedik. Dedenin sözü bitince, kendimize geldik, birbirimize baktık. Duygu, yerinden kalkarak yanımıza gelirken, ben de arkama döndüm:

_ 'Ne oldu sana? Anlatsana!' diye fısıldadım, saçlarını okşarken.

O zamana kadar engellediği hıçkırıkları, elimin temasıyla sese dönüşmüştü. Çantamdan kâğıt mendil çıkardım:

_ 'Ağla, açılırsın! Ağlamayan insan değildir.' dedim.

Biraz sonra lavaboya götürdüm, yüzünü yıkattırdım. Açıldı. Alışmıştık artık onun gülerken ağlamalarına. Yalnız, bu defa anlatırken değil, dinlerken ve daha uzun ağlamıştı, içinin gurbetinde.

Geri geldiğimizde, ikinci çaylarımız gelmişti. Sohbetin rengi değişmiş, yeşile dönmüştü.

***

BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 26

02 Haziran 2010 10-11 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar