Aşk Acı Biberdir
O zamanlar ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordum.köyde okuyordum. Okulumuz sadece tek derslikti. Bir-iki- ve üçüncü sınıflar sabahçı, dördüncü ve beşinci sınıflar da öğlenciydi. Yani biz üçüncü sınıflar birinci ve ikinci sınıftaki arkadaşlarımızla aynı anda, aynı sınıfta ders görüyorduk. O zamanlar birleştirilmiş sınıflar diye bir kavram vardı. Mesala hayat bilgisi kitabının üzerinde ?birleştirilmiş sınıflar için' diye bir ibare vardı. Yani bu kitabı birinci sınıftaki öğrenci de okuyabilir, üçüncü sınıftaki de okuyabilir durumu. Ben, ülkede bütün okullarda bu uygulamanın olduğunu düşünürdüm, çok sonra öğrenecektim ki bu durum sadece imkansızlıkların en üst seviyeye vurduğu yerlerde geçerliymiş.
Öğretmenimiz daha hocamız olmamıştı o yıllarda. Altıncı sınıfı okumak için köyden ayrıldığımda öğretmenime hocam diyebilecektim. Öğretmenimiz bizi bir gün öncesinden uyarmıştı. Müfettiş gelecekti. Onun için pırıl pırıl olacaktık, normalde pek önlük giyilmezdi, çünkü önlüklerimiz yoktu. Ama öğretmenimiz ne pahasına olursa olsun önlük temin etmemizi istemişti. Babama söyledim önlük gerektiğini.
Babam:
-Ne yapacak öğretmeniniz önlüğü? Dua etsin de seni okula gönderiyorum. Bak hayvanlar dışarıda otlanırken ben başında bekliyorum senin yerine. Zaten okula gitmen gereksiz, bir de önlük mü alacağım.
Ben:
-Ama öğretmen müfettişin geleceğini söyledi. O yüzden istiyor.
Babamın yüz ifadesi değişti müfettiş kelimesinden sonra:
-Tamam. Dedi.
Tamam demek zorundaydı, çünkü köye 'devlet' geliyordu. Akşam evden çıktı, iki saat sonra benim bedenimden iki büyük beden bir önlükle geri geldi. Giydim önlüğü:
-Çok geniş. Dedim
Babam:
-Önlük büyük değil, sen ufaksın dedi.
Mecburen kabul edecektim. Önlüğümü yastığımın altına koydum o gece, yattım. Ertesi sabah annem beni kaldırdı, kahvaltımı yaptım. Okula doğru yola koyuldum. Kar benim boyumu aşıyordu. Sağ elimde siyah bir poşetin içinde defter ve ?birleştirilmiş sınıflar' kitaplarım, sol elimde de büyükçe iki tezek vardı. Her gün tek tezek götürürken o gün iki tezek götürüyorduk, çünkü müfettiş gelecekti ve sınıf sıcak olmalıydı.. Okulun ıstılması biz yedi sekiz yaşındaki öğrencilere kalmıştı, öğretmene bile kömür yoktu. Öğretmen lojmanın yakacağını bile köylüler karşılıyordu. Hatta tezek başkanımız bile vardı. Öğretmen onu tezek kontrolu için görevlendirmişti. Bakayım kim getiriyor, kim getirmiyor tezek diye. Ayrıca bir de soba başkanımız vardı. O da sobayı yakardı her gün bizden on dakika önceden giderek.
İlk iki dersimiz matematikti. Köylüler de dışarıda toplanmışlardı, ?devleti' karşılamak için. İkinci dersin ortalarında müfettiş geldi. Sınıfa girdi. Hepimiz ayağa kalktık. Bize bahsedilen adama hiç benzemiyordu bu müfettiş, oldukça sevimli bir yüzü vardı ve güler yüzlüydü. Müfettiş, öğretmenimize dönerek:
-Dersiniz ne hocam?
Öğretmenimiz:
-Matematik.
Müfettiş:
-Buyrun devam edin dedi. Ve en arka sıraya giderek Orhan'ın yanına oturdu. Öğretmen dört işlemi anlatıyordu. Yaklaşık on dakika sonra ayağa kalktı ve tahtaya doğru yürüdü. Öğretmenimiz ona yol verdi. Müfettiş, bize doğru dönerek,
- Size bir soru çocuklar, bilene bir defter, bir kalem, bir de silgi. Sorum şu:
Elinizde otuz kuruşunuz var ve üç arkadaşsınız, bir bakkala gittiniz, çikolata aldınız. Yani her biriniz on kuruş vermiş oluyorsunuz. Bakkaldan çıktıktan sonra, bakkal size kıyamıyor beş kuruşu çırağıyla birlikte size geri yolluyor. Ama çırak uyanık, bunlara 5 kuruşu tam paylaştıramam diye yolda 2 kuruşu cebine atıyor ve size paranın geri kanlını veriyor. Her biriniz bu durumda bakkala dokuz kuruş ödemiş oluyorsunuz. Her biriniz dokuz kuruş vermiş oldunuz, 2 kuruş da bakkalın çırağında etti 29 kuruş, nerde geriye kalan tek kuruş?
Ben bakkal, çırak, kuruş falan bilmiyordum ama içimdeki bir his bu soruyu yapacağımı söylüyordu. Öğretmen bakışlarını sınıfta gezdiriyordu. Kimse yapmayacak mıydı soruyu. Gözleri benim gözlerimle kesişti, çünkü sınıfın en iyi öğrencisiydim. O hiçbir şey demeden ben parmak kaldırdım bile, müfettiş tahtaya çıkmamı istedi. Tahtaya çıktığımda müfettiş:
-İsmin ne? Diye sordu
Ben de:
-Ömer Bağır dedim.
O:
-Hadi anlat dedi.
Elime tebeşiri aldım, tahtaya üç tane çöp adam çizdim elime titreye titreye.. Bir de bir ev çizdim bakkal olsun diye . Bir çöp adam daha çizdim, ama son çizdiğimi berbat çizmiştim. Ne de olsa çıraktı o, paramızı yemişti.
Ben :
-Bakkala otuz kuruş verdik. Bakkal bize beş kuruş yolladı. Geriye kaldı onda 25 kuruş. Bu 25 kuruş bizi ilgilendirmez artık. Bizi ilgilendiren 5 kuruştur. Çırak 2 kuruşu cebine koydu. Artık o da bizi ilgilendirmez, geriye kaldı 3 kuruş, onu da hepimize dağıtmış. Yani 25+2+3=30 yani bir eksiklik yok parada. Her şey tamam dedim.
Müfettiş Sınıfın arkasında kümelenen köylülere doğru dönerek:
-Lütfen alkış.dedi ve bana doğru döndü.
-Aferin Ömer dedi. Sen oku tamam mı. Sen çok iyi yerlere geleceksin bir gün. Söyle bakayım kafana takılan soru ya da bir isteğin var mı?
Aklımda bir soru vardı. Sorabilir miydim bilemiyordum. Çünkü babama sorduğumda, bana
-İbne. Bu yaşta pipin mi kalkıyor. Diye fırça atmıştı. Okulda öğretmene sormuştum o, sorumu duymamazlıktan gelmişti. Müfettiş bilebilirdi pekala. Koskoca ?devlet' ne de olsa. Dayanamadım sordum.
-Aşk nedir? Diye.
Müfettiş ağız dolusu güldü.
-Nerde duydun bunu?. Omuz silktim, kızararak. Benim boyuma gelecek şekilde eğildi.
- Aşk anlatılmaz,yaşanır. Sen hele bir büyü bakayım. O zaman öğrenirsin aşkı. Ve tuttu beni her iki yanağımdan öptü.
O günden sonra lakabım köyde ?aşk' olmuştu.
Şimdi Doç. Dr. Nedim Kavur'un karşısında oturuyordum. Ben bir üniversite öğrencisiydim o da aynı üniversitenin ama farklı bir bölümün öğretim üyesiydi.
Bir arkadaşımı almak için okuduğum mühendislik fakültesinden eğitim fakültesinin önüne gelmiştim. Merdiven trabzanlara yaslanmış, gelen geçenlere bakıyordum. Baktım ki merdivenlerden yaşlıca biri çıkıyor. Giyinişinden hoca olduğu anlaşılıyordu. Bu yüzü bir yerden tanıyordum. Ama nerden. Başımı salladım belki hafızam karışır da bu yüz ortaya çıkar diye. Ne zaman bir şey unutsam öyle yapardım çünkü. Gerçekten de iyi ki sallamışım. Çünkü bu yüzü hatırladım. Arkasından koştum.
-Hocam. Dedim
Bana dönerek:
-Efendim dedi.
Ben:
-Beni hoş görün ama sanki sizi bir yerden tanıyorum. Siz hiç Van Muradiye'de bulundunuz mu?
Yüzü aydınlandı.
-Evet.
Ben artık emindim tahminimden
-Hatırlıyor musunuz? Bir köy okulunu ziyaret etmiştiniz. Ve bir öğrenci size ?aşk nedir' diye sormuştu.
- Hiç unutur muyum. Hayatımın en ilginç olaylardan birisiydi o olay. Peki sen nerden biliyorsun?
- Çünkü o öğrenci benim.
Koluma girdi, sanki yirmi senedir görmediği bir dostunu görmüş gibi. Odasına çıktık. Çay istedi. Karşılıklı çay içiyorduk. Güldü.
-Hey gidi günler hey , demek ki sen o çocuksun. Söyle bakayım öğrendin mi aşkın ne olduğunu
-Hocam siz haklıydınız. Öğrenilmez sadece yaşanılır. Ama ille de anlatmamı isterseniz, iki kelimeyle anlatırım aşkı
-Ne? Diye sordu.
-Aşk, acı biberdir.
Ağız dolusu güldü, aynen köy okulunda güldüğü gibi.
-Acı biber demek ki. Yemesi zevk verdiği gibi acı da veren acı biber. Haklısın evlat haklısın.
O an anladım ki aşk denilen bela bu adamın da başına gelmişti. Ve çok acı çekmişti.
gercekten cok guzel bir hikaye aslinda bir yandan da ders gibi, emegıne saglık👍
Çok güzel bir paylaşım olmuş beğenerek sıkılmadan okudum... Teşekkürler
çok güsı©L bir öyküydü, merakla okuttu kendini, emeğinize sağlık 😊