Aşk Yarası (11)

Aşk Heyecanı
Mustafa evden nasıl çıktığını kendisi de bilmiyordu. Zaten stresle geçen bir gün yaşamıştı. Akabinde böyle bir haber tüm sinir sistemini alt üst etmişti.
Akıl dengesini kaybedince sağduyu diye bir şey kalmamıştı. Arabasına bindiğinde eli ayağı titriyordu. Aslında böyle bir durum sarhoşlukla eş değer, hatta daha da tehlikeli olduğundan arabaya binilmesi intihara davetiye anlamındaydı. Ancak şimdi Mustafa bunu düşünecek durumda değildi.
Gözlerinin önünde Selma'nın hayali, kefenini giyinmiş olarak geliyordu. 'Hey gözünün önüne baksana kardeşim' dışarıdan gelen yüksek ses voltuyla sarsıldı. Neredeyse bir adama çarpıyordu. Arabayı kenara çekti, kapıyı açıp dışarı çıktı. Kendinse seslenen adamdan özür dileyecekti.
'Sen misin Mustafa? Neredeyse eziyordun be kardeşim.'
Mustafa ile konuşan kişi orta boylarda şişman, saçının ön tarafları dökülmüş, kırk beş yaşlarında birisiydi. Görünüşü sert mizaçlıydı. Ancak o sert mizacın ardında bir şefkat pınarı gizliydi. Mustafa çok Samimi olduğu arkadaşını görünce biraz gevşedi.
'Kusura bakma Halil kardeş. Şu an çok dalgınım, ne yaptığımı bilmiyorum.'
'Hayırdır ne oldu?'
'Nişanlım Selma'yı acile kaldırmışlar. Onu duyunca kendimden geçtim.'
'İnşallah önemli bir şey yoktur.'
'Öğrenmeye gidiyorum. Şimdilik bana müsaade kardeşim. Tekrar kusura bakma Halil kardeş.'
'Ne dediğini sen bilmiyorsun galiba? Haydi, şimdi atla arabaya da seni de acile ben bırakayım. Bu halde arabayı sürmen Azrail davetiye çıkartmaktır. Bunun bir diğer adı da intihardır.'
Mustafa, Halil'in sözüne itiraz etmeden yan koltuğa geçti.
Kendi canına düşmeyen ateş volkan lavı kadar harlı da olsa ah vahlardan öte bir acı hissi vermez başka yüreklere.
Kendi canına düşen ateş bir kibrit çöpü kadar da olsa yakar yüreği derinden.
İşte yüreği yanıyordu Mustafa'nın. Aşkı, biricik sevgilisi acile kaldırılmıştı. Halil'in sesi ile kendine geldi.
'Mustafa sakin ve sabırlı ol. Dua et. Toparla kendini biraz. Sen iyi olmazsan ona nasıl yardım edeceksin.'
'Doğru diyorsun ama elimde değil.'
Halil acile doğru arabayı sürdü. Biraz sonra hastanenin yan tarafından giriş yaptılar. Mustafa hızlı bir şekilde arabadan indi. Doğruca içeriye koştu.
Acile gelenlerin yüzlerinde sürekli bir acının gamzesi görünüyordu. Hemşire, doktor ve acilde nöbetçi polisler bu duruma alıştıkları için yüzlerindeki doğallık, hastaların yüzünden esen acı rüzgârlarından etkilenmiyordu. Sürekli sakin ve doğaldılar.
Aslında böyle olması da gerekiyordu. Çünkü sağduyuyu kaybeden bir doktor ve bir hemşire hastayı tedavi edecek gücü kendisinde bulamayabilir.
Mustafa yüzündeki acının gamzesiyle acile girdi. Muayene odasındaki Hayri'nin yanına gitti. Doktor Hayri içeride küçük bir kız çocuğunun boğazına bakıyordu. Mustafa'yı görünce ona: 'Müşahade odasına aldık. Durumu iyi. Sen git bak, ben de geliyorum. 'dedi.
Mustafa perdeyi çektiği gibi heyecanlı bir şekilde Selma'nın yanına koştu. Müşahade odasına vardığında biraz nefeslendi. Selma'ya serum bağlanmıştı.
Selma'nın annesi Ayşe Hanım bir sandalyede otuyordu. Selma'nın gözleri yarım açıktı.
Aşk yarı açık gözden yol bulup kalbe hükmetti.
'Selma' diyerek Mustafa odaya girmişti. Dilden önce gözü kavramıştı. Kalbinde Mustafa'nın gözlerini hisseden Selma hafiften tebessüm etmişti. Yüzünde pembe güller açmıştı. Mustafa kayınvalidesine dönerek:
'Anne neyi var Selma'nın?'
Ayşe hanım suçlu gözlerle yarı baygın bir şekilde yatan kızına baktı. Hüzünler uçuyordu gözlerinde Selma'nın. Kır çiçekleri kırılmış, ışıltılı yüzü solmuştu.
Ne cevap vereceğini bilmezliğinin şaşkınlığı okunuyordu gözlerinde. 'Şeyy' deyip duruyordu.
Dışarıda baharın ılık esintisi olmasına rağmen içeride soğuk rüzgar esiyordu. Mustafa kayınvalidesinin bir şeyler sakladığını fark etmişti. Ancak sormaya cesaret edememişti.
Ayşe hanım biraz sıkılarak olayı anlatmaya başlayacaktı ki, içeriye Doktor Hayri girdi. Mütebessim bir yüzle eli serumlu Selma'ya seslendi: 'Nasılmış hastamız? Yüzüne biraz kan gelmiş. Bir daha böyle bir yaramazlık yok değil mi yenge hanım?'
Selma yüzü 'yenge' ifadesiyle kızardı. Utanmıştı.
Mustafa şaşkın gözlerle arkadaşı Hayri'ye baktı. Bakışları Hayri'den sanki bir açıklama bekliyor gibiydi. Çok geçmeden Hayri ne demek istediğini anladı.
Göz işaretiyle Mustafa'ya dışarıyı işaret etti. İkisi birlikte müşahede odasından çıktılar.
Merak ve heyecan Mustafa'da had safhadaydı.
Ne olduğunu daha öğrenmemişti. Hayri'nin kolunu tuttu.
'Hayrola Hayri ne oldu? Neyi var?'
'Biraz metanetli ol. Çok önemli değil. Geldiğinde midesini temizledik. Şimdi kendisine gelmiş. Allah'a şükür et.'
'Peki neden midesini yıkadınız ki? Zehirlenme mi nedir be kuzum?'
'Şeyy intihara kalkışmış. Bir kutu hap atmış. Allah'tan zamanında müdahale ettik.'
'Ne! İntihar mı neden?'
Mustafa'nın sesi gayri ihtiyari yüksek çıkmıştı. Enjeksiyon odasından çıkan hemşire, sırasını bekleyen hastalar dönüp onlara baktılar.
Mustafa o öfkeyle müşahade odasına yönelmişti ki müstakbel kayınvalidesi Ayşe hanım ile b urun buruna geldiler.

22 Ocak 2010 4-5 dakika 77 öyküsü var.
Yorumlar