Aşk Yarası (3)

Mustafa'ların evindeki meraklı bekleyiş yaklaşık bir hafta sürümüştü. Mustafa iş dönüşü sürekli bir haberin heyecanıyla annesine bakıyor ama umduğunu bulamıyordu. Nihayet ertesi hafta sonu komşu kadın Hatice beklenen müjdeyi vermişti. Mustafaların evinde yağmurdan sonraki ebemkuşağının renkliliği ve baharı soluyan kuşların neşesi hakimdi. Kısa sürede hazırlıklar bitirildi. Ali beyler bu sefer diğer aile büyükleriyle Selmaların evine gittiler. Tatlılar, hediyeler ve söz vermişliği parmaklardan kalplere bağlayan yüzüklerle dünür evi ziyaret edildi. Yüzükler takıldı, çalıp söylenip eğlenildi. Düğün evi olduğu her halinden anlaşılıyordu. Herkesin yüzünde tatlı bir tebessüm bulaşıcı bir mutluluk gibi yüzlerden yüzlere esiyordu.
Ama sadece Erdal o kadar sevinçli değildi. Kurumuş gönlüne bir yağmur damlası gibi düşerek sevda filizi olarak yeşeren Aylin'i göremeyişi onu kahrediyordu. Niçin gelmemişti? İnsan kardeşinin en mutlu gününde onu yalnız bırakır mıydı? Bir türlü anlam veremiyordu. Okul öncesi öğretmenliği bölümünde okuduğunu biliyordu. Ama olsun, böyle bir günde kardeş yalnız bırakılır mıydı?
Okumanın ve okulun değerini ve ne anlama geldiğini ancak onu yaşayanlar bilir. Her hangi bir mevki, statü veya her hangi bir işte çalışan insanların yoğunluğunun değerini, sorumluluğunu ancak o işte çalışarak onu hissedenler ve içselleştirenler bilir. İşte Erdal üniversiteyi okumadığı için orayı sadece gençlerin eğlendiği ve zaman geçirdikleri bir yer olarak görüyordu. Anlamak yaşamakla mümkündür. Yaşanılmayan bir şeyin anlaşılması ise oldukça güçtür.
İşte kuaförlük mesleğiyle uğraşan Erdal bunları düşünecek durumda değildi. Çünkü onun yüreğinde aşkın ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Aşk başa gelince akıl hicret edermiş. İşte aklının aşk okuyla vurularak yaralanması sonucu Erdal sağlıklı düşünemez olmuştu. Aylin'in kendisi hakkında ne düşündüğünü önemsemiyordu. Kendi kız kardeşini vermişti ya onlarda kızlarını vermeliydi. Aylin'in okuyup okumaması anlam bile ifade etmiyordu.
Misafirler müsaade isteyerek ayrılmışlardı. Selma'nın yüzünde abisininkine inat sevinç meltemleri esiyordu. Baharda erken açan çiçekler kadar güzel, kırlarda ötüşen kuşlar kadar neşeliydi.
O akşam Erdal'ın durumu Ayşe hanımın gözünden kaçmamıştı. Meraklı bakışlarla hep onu süzmüştü. Misafirlerin dağılmasından sonra sorumluluk duygusu ve annelik iç güdüsüyle Erdal'ın yanına oturdu.
-Ne var oğlum ne oldu? Çok durgun gördüm seni.
-Önemli değil be anne
-Nasıl önemli canım benim. Söyle bakalım. Derdini söylemeyen derman bulamazmış. Hem ne der atalar duvarı nem insanı gam öldürürmüş.
-Aylin...
-Ne olmuş Aylin'e oğlum? Sınavları varmış, okuluna gitmiş. Onun için gelmemiş. Hem sen ne yapacaksın Aylin'i?
-Sanıyorum ona karşı kalbimde bir şeyler hissediyorum. Onu görmeyince birden yüreğim ateşte eriyen buz gibi çözüldü. Ne yapacağımı bilmez oldum.
-Merak etme oğlum. Hele şu kardeşini bir aradan çıkaralım seni de düşünürüz. İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü karaymış. Karartırız yüzümüzü isteriz olur biter.
-Gerçek mi diyorsun anne!
Erdal birden annesinin boynuna sarıldı. Uzun zamandır annesinin boynuna böylesine içten sarılmamıştı. Ayşe Hanım;
-Dur hele dur boğacaksın beni haylaz çocuk!

25 Ağustos 2009 3-4 dakika 77 öyküsü var.
Yorumlar