Aşk Yarası(6)

İlkbahar güneşi Birecik tarafından yavaş yavaş yükseliyordu. Yeşil Nizip'in az kalmış yeşilliğinin üzerinde rüzgâr hafiften esiyordu. Yüksek bir apartmandan bakıldığında, binaların soğuk yüzlerinin işgal etmediği topraklarda hala yeşilin yüzünün güldüğü görülebiliyordu. Ağaçlar çiçek açmış, baharın kokusunu yayıyordu. Horozların ötüşü ise güne merhaba diyordu.
Erdal sabahın erken saatlerinde evden çıkmıştı. Biraz dolaştıktan sonra Attar Ali meydanındaki fırından üç tane tırnaklı aldı. Fırının yanında nohut dürümü satan dürümcü amcadan pişmiş nohut aldı. Sabahın erken saatlerinde hazırlanan bu nohudun tadı bir başka oluyordu. Nizip'te birçok evin kahvaltı sofrasını süslüyordu. İnsan bir defa alıştı mı adana kebabına değişmezdi. Sabah işe gidenlerin çoğu mis gibi kokan nohuttan bir dürüm yaptırır, güne onunla başlardı. Erdal düşünceli düşünceli yürürken eve varmıştı. Kapıyı açtı içeri girdi.
Selma, abisinin ellinden nohutla ekmekleri aldı. Onun dalgın olduğunu görünce merak etti;
-Abi hayrola ne oldu? Niye böyle moralin bozuk duruyorsun?
-.....................
Erdal hiç cevap vermemişti. Sobanın yanındaki divana oturdu. Başını ellerinin arasına almıştı. Selma abisinin ne düşündüğünü az çok tahmin edebiliyordu. Ama bu sevdanın çok anlamlı olmadığını düşünüyordu. Ancak bunu bir türlü abisine açık bir şekilde söyleyemiyordu. Bu sırada Ayşe Hanımın sesi kahvaltı sıcaklığında yankılandı;
-Haydi çocuklar sofraya...
Selma abisine tekrar seslendi. Cevap alamayınca çocuksu bir sadelikle elini uzattı.;
-Haydi abi çaylar soğuyacak...
Erdal'ın yüzünde aysberglerin soğuk rüzgarları esiyordu. Gönülsüz gönülsüz elini uzattı. Sonra da yavaşça mutfağa geçtiler.
Ayşe Hanım çayları doldurmuştu. Nohut ise geniş bir tabakta sofranın ortasında duruyordu. Ayşe Hanım;
-Eeeee hadi bakayım başlasanıza canım, diyerek soğuk rüzgarları uzaklaştırmak istedi istemesine ama bunda başarılı olamadı. Erdal sofradan bir bardak çay alıp kenara çekildi. Anne kız garip garip birbirine baktı. Dünürlerinden Aylin'le ilgili ?o daha şimdilik okuyor? cevabı geldiğinden beri Erdal'ın yüzünden düşen bin parça oluyordu. Bazen öfke fırtınasına dönüştüğü de oluyordu.
Ayşe Hanım birden maziye dalıp gitti. Çocuklarının küçüklüklerini hatırladı. Ne güzel günlerdi onlar. Bazen kızıyor, bazen oynuyordu. O zamanlar keşke büyüseler diyordu. Ama her yaşın kendisine göre ayrı bir sıkıntısı oluyordu. Dertler bitmiyordu sadece şekil değiştiriyordu. Dertsiz bir yaşam yoktu. Önemli olan dertleri içinde yok edebilecek bir yürek genişliğine sahip olmaktı. O zamanlar sadece yaramazlıklarına kızıyor üzülüyordu. Şimdi ise aşklarına, işlerine, geleceklerine üzülüyordu. Erdal'a bakarak;
-Hadi oğlum bir parça bir şey ye de güne iyi başla. Kahvaltı öğünlerin sultanıymış. Erdal kendi kendine konuşuyormuş gibi fısıltı halinde ?kimin sultan, kimin okumamış olduğunu yakında görecekler. Ben ne yapacağımı biliyorum.?
-Oğlum sen ne diyorsun, zaten bizim sultanımızsın. Bırak şimdi bunları da biraz bir şeyler ye.
Erdal birden o karamsarlığını üzerinden attı. Aklına ne geldiyse hemen sofraya tekrar döndü.
-Peki ana sultanın tadına beraber bakalım. Hele nasılmış görelim, diyerek yarım tırnaklıya nohut dürümü yaptı. Sonra da çayı yudumlayarak gülen bir yüzle kahvaltısını bitirdikten sonra; ?Ana bana müsaade dükkâna gideceğim. Haydi, size iyi günler.?
Erdal kapıyı açtığında baharın ışıldayan yüzü güneş, gözlerindeki aydınlıkla içeriye doğru süzülüyordu. Anne ile kız Erdal'ı yolcu ettikten sonra içeriye geçtiler.
-Anne, abimin hali hiçte iyi görünmüyor.
-Bilmiyorum ki kızım ne yapalım? Bir hocaya filan mı götürsek, belki okursa iyi olur.
-Anne sen de ya! Ne hocası? Aylin'le ilgili olumsuz haber geldiğinden beri yüzünü hiç gülerken görmedim. Bir tek bu sabah ne olduysa neşeli göründü. O da zar zor hani.
-Bak kızım ben de seninle ne zamandan bu Aylin konusunu konuşacaktım geç de otur he şöyle.
Anne kız karşılıklı geçip oturdular. Selma, annesinin ne söyleyeceğini büyük bir merakla bekliyordu.

07 Eylül 2009 4-5 dakika 77 öyküsü var.
Yorumlar