Aşkın Kıy/a/meti

Çevremde tanıdığım insanların çoğu terk etmişti kasabayı. Oysa Anadolu' nun yeşil, sakin ve temiz havası olan bir yeriydi burası. Sabahları erken saatlerde güneşle tepelere doğru yürüyor, öğle olmadan fırından aldığım taze ekmekle eve dönüyordum her sabah...
Etrafta artık sayısı iyice azalmış belli çocuklar oyunlar oynuyor, bazen kavga sesleri sokağın sessizliğine karışıyor, ufak tefek sıyrıklarla atlatılıyordu sulu tabancalarla yapılan koşturmacalı savaşlar...
İnsan en çok kendisine yakındı dünyada. Ben de yol boyunca kendimle konuşuyor, yalnızlığın sesi olacak hayaller kuruyordum geleceğe dair. Anadolu' da yaşıyor olmanın bütün nimetlerini kullanıyor, çoğu zaman yalnızca kuş seslerinin duyulduğu bu kentte, hayata ses olacak yeni şeyler bulmak için çabalıyordum...
Açık Öğretim Fakültesinden okulumu bitirmeye uğraşmam da bu çabamın bir ürünüydü...Akşamları yatmadan önce defterime muhakkak büyük küçük notlar alıyor, ara sıra da iddialı olmayan mısralar karalıyordum...
Aslında kasabada güneşin doğup batmasından başka her şey aynıydı. Sokakta karşılaştığımız insanlar bile. Bu sadelik bazen zenginlik, çoğu zaman da içimizde büyüyen bir sessizliğe dönüşüyordu belli belirsiz...
Şımarık bir kız değildim, öyle kavga etmeyi seven cinsten de değil...Bütün aynılığına rağmen kasabanın, benim onların içinde fark edilecek belirgin bir yönüm yoktu. Hatta kasaba insanı daha renkliydi benim gözümde...Belki de ben, içimde asiydim, bütün kırılganlığım ve hayat sevincimi içimde biriktirmiştim...
Evimizle ilgili ödemeler olduğunda, bu işleri ben yapar, hiç şikayet etmeden çarşı işlerini yürütürdüm. Aslında çarşıya her çıkışımı ayrı bir yürüyüş sayar, bütün hareketsizliğine rağmen kasabanın hareket edebildiğim için kendimi şanslı sayardım...
En son bir belge için hükümet binasına gittiğimde, İstanbul' dan geldiği için hürmet gösterilen ve sırada önüme geçirilen beyefendiye fena halde sinirlenmiştim. Kasabada bile hiç ummadığınız anlarda büyük haksızlıklar olabiliyordu, bu küçük ama küçümsenmeyecek haksızlığa kıyas edildiğinde...
Genç benden özür dilediyse de bu nezaketi bende, kendinden fazlaca emin, gücünün farkında ve büyük şehirden gelmiş bir insanın gizli tahakkümünü uyandırdı. Öfkemi ve uğradığım haksızlığı nezaket çerçevesinde mecburen yutmaya çalışarak işimi hallettim. Ve o genci bir daha görmemek için hızlıca evin yolunu tuttum...Sonradan bir jeoloji mühendisi olduğunu öğrendiğim bu delikanlının, birtakım ölçümler yapmak için kasabamıza teşrif ettiğini, eğer araştırma ve çalışmaları başarılı geçerse elindeki kayıtları belgesele dönüştürmeyi de düşündüğünü öğrendim kasaba halkından...
Bu haberden de kasabanın bir mahalle kadar iç içe olduğunu, başında geçen bir hadisenin kasabanın sonundan bile öğrenilebildiğini çıkarabiliriz...
Sonraki günler yine normal seyrinde ve sakin geçti. Ev işleri, el işleri, yürüyüşler ve deftere düşülen küçük notlar. Gün doğumları ve gün batımları. Balkonda toplanan kuşlar ve yine sokakta oyun oynayan çocuklar.
Bir sabah yürüyüşe çıktığımda, o gün dairede gördüğüm delikanlıyı bisiklet sürerken buldum yol buyunca. Bu ne cüretti? Ne çabuk benimsemişti kasabayı ve işi yok muydu burada bisiklet sürmekten başka? Bunların beni ilgilendirmediğini biliyor yine de, dairede ona yapılan gereksiz ilgi ve alakadan dolayı ona öfkeleniyor kendimi bu düşüncelerden alamıyordum...
Bizim burada insanların tanımadıkları kişilerle gerekli de olsa konuşması hoş karşılanmaz, önemli konuşmalar yolda yapılmazdı. Dairede önüme geçerek dikkat çekmeyi başaran bu genç ikinci bir hamle yapıp benimle konuşacak diye ödüm kopuyor, adımlarımı hızlandırıyordum. Genç , sanki içimden geçen şeyi duymuş gibi, sanki yıllardır beni tanıyormuş gibi rahat bir sesle bisikletinden çoktan inmiş kaldırımda yolumu kesmiş, hem de adımı söyleyerek işte benimle konuşuyordu...
- Çisil hanım bakar mısınız bir saniye?
Mecburen sese doğru yönümü döndüm, ismimi de nerden biliyorsunuz? Dercesine, şaşkın bakışlarla genci süzdüm kısa bir müddet...
- Çisil hanım affedersiniz hem o gün için hem de böyle ani sizi durdurduğum için.
Ne demek oluyordu bütün bunlar. Önce önüme geçiyor, şimdi arkamdan beni durduruyordu. Bütün İstanbullular eğer bu genç gibi ise yandık. Nasıl geliyorsa içlerinden öyle davranıyorlar demek ki onlar da eğer bu genç böyle ise...
-...
-Ben, isminizi daireden öğrendim Çisil hanım. Öğrendiğime göre kasabadaki bazı etkinlikleri kameraya çekiyor, önemli bulduğunuz anları fotoğraflıyormuşsunuz.
Artık sessizliğime son verip konuşmalıydım. Ama beni yolda böyle apansız durdurduğu ve ayak üstü benimle konuşmaya çalıştığı için rahatsız olmuştum. Hele hele, kendimden bile sakladığım özel uğraşımdan haberdar olduğu ve beni en sevdiğim uğraşlardan birisiyle, en zayıf yerimden vurduğu için karmakarışık olmuştum. Sadede gelin! Der gibi baktım, gözlerimi bu defa kısarak...
-Şeyyy Çisil Hanım. Belgesel çekimi ve ölçüm işi projelerinde bana yardımcı olacak bir asistana ihtiyacım var. Daireden sizin isminizi verdiler. Bilmem siz ne dersiniz? Ayrıca küçük de olsa bu kasabada arazileri keşif etmekte ve öncelikli yerleri bulmakta bir rehber çok önemli benim için. Belediyeden bir bayan eleman daha verecekler eğer siz bunu kabul ederseniz...
- Ayaz bey siz her şeyi planlamışsınız zaten. Teklifiniz hoş duruyor ama ailemle görüşmeden size bir cevap vermem mümkün değil. Hem bunu yapacak başka birilerini de bulabilirsiniz gibi geliyor bana. Burada çekim ve fotoğrafçılık işiyle uğraşan birkaç esnaf ve stajyer mevcut...
Ayaz beyin ismini o gün dairede o kadar çok duymuştum ki, aklımda kalmaması imkansızdı. Onun Çisil Hanım atağına ben de ismiyle hitap ederek karşılık vermiştim. Şu anda eşitlenmiş sayılıyorduk ama yine de kendinden emin ve konuşkan bu gencin her an ne yapabileceği belli değildi... Eğer kabul etmezsem, üçüncü bir hamle yapıp belediyeden bir görevli bile gönderebilirdi evimize, ailemden bu izni çıkarabilmek için. Bu onayı benim vermem daha makuldü bu yüzden. Kararımı yarın bildireceğimi söyleyip, fırına doğru yöneldim...
İçimden de ne garip bir mühendismiş şu Ayaz bey diyor, ben kaçtıkça bana yaklaşan kaderimden ipuçları çıkarmaya çalışıyordum yol boyunca. Adam geleli iki gün olmamıştı ama gelir gelmez belediyeyi ve hükümeti arkasına almıştı işte.
Ertesi sabah uyandığımda bir gün önceden ailemden çekim için gerekli izinleri almış, ön hazırlıklarımı yapmıştım. Yüzümü dağlardan gelen serin suyla güzelce yıkadım ilkin. Saçlarımı, hafif suyla ıslatarak taradım ve tacımı taktım. Normalde her sabah kahvaltıdan önce bir saat yürüyor ve dönüşte de fırından halka ekmek alıp eve dönüyordum ama bugün yürüyüşümü akşama almaya karar verdim. Canım annem yine çayı demlemiş ve kahvaltıyı hazırlamıştı. Aç karnıma bir bardak sirkeli ya da limonlu suyumu içmeden bir şey yemiyordum uzun bir süredir. Bu anlamda günlük rutinlerimi çok seviyordum. Babam erken uyandığı için kahvaltısını önden yemişti. Biz de annemle oradan buradan konuşarak yedik ve son çayımızı da ince bardaktan içtikten sonra günlük ev işlerine daldık. Bugün kahvemi dışarıda içecektim. Çünkü Ayaz beye arazide çekim konusunda yardım etmeyi kabul ettiğimi bildirecektim bugün. Hemen dişlerimi fırçaladım, saçımı topladım, yüz ve güneş kremimi sürüp kahverengi şalımı bağladım, deodorant ve parfüm faslını da geçtikten sonra artık güne hazırdım tam anlamıyla. Havalar sıcak olduğu için yazlık krem pardösümü üstüme geçirdim ve kendimi dışarı attım. Taşınması kolay küçük bir kol çantası ve spor ayakkabımla yol hikayem başlamıştı bile.
Çarşıya giden dik yokuşu tırmandım, cadde boyunca dükkanlara baka baka belediye binasına vardım. Arada tanıdıklara selam verdikten sonra Ayaz beye ulaştırmaları için bir not bırakıp radyo binasına geçtim. İki üç yıldır zamanımın büyük kısmı bu radyoda geçiyordu. İnsan bir hayali olunca bir ucundan tutmalı ki; o hayal bir gün gerçekliğe dönüşsün. Radyo binasının dik merdivenlerinden çıktığım o ilk günü hatırlıyorum da heyecandan yüreğim caddeye fırlayacaktı neredeyse. Eğer yanımda bana eşlik eden arkadaşım olmasaydı o ilk adımı atamayacaktım belki de. İkimiz birbirimizden cesaret alarak o gün ilk defa tanıştığımız müdür beyi uzun konuşmalar sonucunda ikna etmiştik bile. Artık geriye sadece programlara başlamak ve deneyim kazanmak kalıyordu sonraki günlerde. İlk programımın adını Çisil'le sabah haberleri olarak düşünmüştüm. Duygusal birisi oluşumda ismimin Çisil olmasının da etkisi vardır tabii. Şiir programımın adını mavi okyanusta umuda yolculuk olarak planlamış ve kalan kısımları da zamanın akışına bırakmaya karar vermiştim.
Adım Çisil. İlginç ve güzel fotoğraf hikayeleri toplamayı seviyorum. Kamera kullanmaktan anlıyorum, özel etkinliklerde. Bu kasabayı sade ve yeşil oluşuyla çok seviyorum. Kasabaya son günlerde gelen yeni insanlar biraz dengemi alt üst etmiş olsa da sağlam topraklar, ufak tefek faylarla yarılıp yıkılmaz diye düşünüyorum. Bu sabah hafif bir rüzgar var Güneş' le birlikte havada. Kahvemi içmek üzereyken tam kafenin girişinde sabah kendisine belediyede not bıraktığım Ayaz beyi görüyorum. Hayır gökyüzünde ve içimde kelebek falan uçmuyor öyle. Hemen bir selam faslından sonra kahve ikram ediyorum kasabamızın bu yeni ve önemli şahsiyetine.
Yersiz bir inat ve ısrarlı tutumunuz için üzüldüm size mesajla gereken açıklamayı yapmıştım oysa neden değişim yapamayacağınızı Şule hanım cevap verme nezaketinde bile bulunmadan öykünün 2.cisini farklı isimle eklediniz yazık
Merhaba Sermin hanım..Belki mesajınız görülmedi, belki uygun olunmadığı için cevap yazılmadı. Böyle düşündünüz mü hiç? İnsanları hemen yargılamak, eleştirmek hoş değil. Ben iki öyküyü birleştirdim az önce. Diğerini pasif edebiliriz. Nezaketiniz için teşekkürler.